İlhan Taşcı
Ankara
Suruç katliamının ardından PKK'nin üstlendiği polis cinayetleriyle zaten kırılgan olan çözüm süreci üzerindeki baskı arttı. Türk ordusu da, hem IŞİD, hem de PKK'ya karşı hava saldırıları düzenledi.
TIKLAYIN: ABD: TÜRKİYE İZİN VERDİ, IŞİD İNCİRLİK'TEN VURULACAK
TIKLAYIN: OBAMA: SURİYE'YE YABANCI SAVAŞÇI AKIŞINI DURDURMAYA ÇALIŞIYORUZ
TIKLAYIN: DAVUTOĞLU: HDP KARAR VERMELİ: SİLAH MI, DEMOKRASİ Mİ?
TIKLAYIN: DEMİRTAŞ: PKK TÜRKİYE'YE KARŞI SİLAH BIRAKMALI
Bu saldırıların yanı sıra 20'ye yakın kentte; hem PKK, hem de IŞİD ve DHKP-C'yi hedef aldığı söylenen operasyonlarda 590 kişi gözaltına alındı.
Bazı muhalif internet sitelerine ulaşım yasaklandı, pazar günü planlanan HDP'nin organize ettiği barış yürüyüşü yasaklandı.
İşaret fişeği sözler
Tüm bu gelişmeler, Türkiye, PKK'nın sınırdışına çekilme kararını açıkladığı 2013 yılından beri yaşadığı görece çatışmasızlık döneminin sonuna mı geliyor sorusunu akla getiriyor. Kimse yüksek sesle dillendirmemeye özen gösterse de 1990'lar kaygısı hakim.
1990'lar Kürt sorununa güvenlik odaklı silahlı çözüm stratejileri, çatışmalar, yasaklar, faili meçhul cinayetler, olağanüstü hal, köy boşaltma ve yakmalarla anılan bir dönem.
Bu düşüncede askeri operasyonlara hız verilmesi kadar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Şu anda biz çok farklı bir mücadelenin içine girmiş bulunuyoruz" sözleri de etkili.
Art arda gelen polisiye operasyonlar ve askeri harekatlar göz önüne alındığında Türkiye'nin yeni bir sürece hatta yepyeni bir güvenlik konseptine giriştiğine ilişkin işaretler veren bir tablo var. Bu süreç de ister istemez akıllara Türkiye'nin en karanlık dönemlerinden olan 90'lı yılları getiriyor.
1990'larda MİT Diyarbakır Bölge Başkanı Cevat Öneş, gelinen noktada öncelikle askeri güvenlik önlemlerinin ön plana çıktığı tespitini yapıyor.
"90'lardan itibaren gördüğümüz bir güvenlik konseptinin yarattığı sonuçları içinde bizzat yaşadık. Türkiye yaşadı, bu konuda çok ağır kayıplar verdi" anımsatmasını yapan Öneş, Türkiye'de hiçbir zaman güvenlik konseptinin ana eksen, tayin edici unsur olmaması gerektiği görüşünde.
'Kaybeden Türkiye olur'
Uzun yıllar görev yaptığı Polis Akademisi Öğretim Üyeliğindenden istifa eden, Hukuk Etik Siyaset Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. İbrahim Cerrah, "umarım o yıllara dönülmez" deyip, ekliyor:
"Türkiye'yi tekrar karıştırmak ve her iki tarafın şiddeti daha da yükseltmesi isteniyor."
Türkiye'nin 90'lardaki terörle mücadele yöntemini benimsemesi durumunda kaybedenin Türkiye olacağı yorumunu yapan Cerrah, "PKK oldukça güçlenmiş bir noktada" görüşünü dile getiriyor.
Davutoğlu tezinden vazgeçer mi?
'1990'lara dönüş' kaygısıyla anılmak kuşkusuz Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti için çok keskin bir geri dönüş anlamına gelecek. Başbakan Davutoğlu'nun danışmanlık günlerinden öne çıkardığı 'özgürlük-güvenlik' dengesi, 'güvenlik odaklı çözüm arayışları'na alternatif olarak öne sürülmüştü.
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan da başbakan olduğu dönemde, Kürt açılımları ve reformlar ve Öcalan'la müzakereleri de içeren çözüm sürecini övünerek sahipleniyordu. Ancak süreç tıkanmış durumda.
Özellikle Dolmabahçe görüşmesi ve 10 maddelik plan dönüm noktası bunda etkili. Peki, tıkanmanın nedeni ne?
Taraflar birbirini suçluyor
Kürt siyasal hareketi açısından tıkanma hükümetin Öcalan ile yaptığı görüşmelerde görüş birliğine vardığı adımları atmamasında. İkinci nokta ise 28 Şubat'taki Dolmabahçe görüşmesini "bilmesine", çözüm süreci için yoğun trafiğe ve önemli ilerlemelere karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kürt sorunu yoktur" söylemi. Ardından da Öcalan'a 5 Nisan'dan itibaren uygulandığı söylenen "tecrit".
Hükümet açısından çözüm sürecindeki tıkanmanın yaşandığı nokta ise çözüm süreci başlatıldıktan sonra 2013 Mayıs'ında silahlı unsurlarının Türkiye'yi terk etmesi gereken PKK'nin, sınır dışına çıkmadığı gibi silahlanmaya daha da ağırlık vermesi. İktidar açısından temel neden örgütün ülkeyi terk etmemesi ve çatışmasızlık sürecinde bile adam kaçırma, silahlı saldırı ve 'terör eylemi' yapılması.
Bütün bu tartışma ve tıkanmışlığın üzerine bir de askeri operasyonların gelmesi çözüm masasının aktörlerinin birbirlerine karşı sertleşmesini beraberinde getirdi.
Kürt siyasal hareketi, operasyonları "çözüm sürecinin, çatışmasızlık adı altındaki ateşkesi sona erdiren adım olarak" yorumladı. PKK'nin tavrının ne olacağı sorusuna ise örgütün verdiği yanıt; "ateşkesin anlamı kalmadı."
Ahmet Davutoğlu bir yandan operasyonların süreceği mesajının altını çizerken, öte yandan "çözüm süreci bitti mi?" sorusuna sürecin devamı için çaba harcamayı sürdürecekleri bilgisini veriyor.
HDP Merkez Yönetim Kurulu, 24 Temmuz itibariyle Türkiye'nin "sonu belirsiz bir sürece itildiği" görüşünü dillendirirken, öte taraftan "konuşarak ve müzakere ile çözülemeyecek hiçbir sorunun" olmadığını açıklıyor.
Bütün bunlar aslında tarafların hala görüşme marjlarının da olduğu, çözüm masasını terk etmeme iradesini de gösteriyor.
Çözümü kim getirecek?
Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda çalışmalar da yürüten eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ise, çözüm sürecinin sadece Kürt siyasi hareketiyle, iktidar arasında görüşmelerle bağlantılı bir mesele olmadığını, Türkiye'nin dinamiklerinin yarattığı ülkenin demokratikleştirilmesi hedefinin ortaya çıkardığı bir sonucu olduğu vurguluyor.
Bu nedenle yeni kurulacak hükümetin de çözüm sürecinden kaçınması pek mümkün değil. Ancak şu an itibariyla sürecin durduğu düşüncesini aktaran Öneş, geciktirilmeden yeni bir sürekliliğe sahip ateşkesin ortaya çıkarılması ve sürecin barış sonuçlarına ulaştırılmasının öncelikli mesele olması gerektiğinin altını çiziyor.
Öneş'e göre, siyasi çatışmaların asgariye indirilip, yeni bir demokratik iklim yaratılması gerekiyor. Bu gerçekleşebilir mi? Sıcak çatışmaların yaşandığı bir ortamda şimdi bu zor görünüyor.
Ama bütün gerilime ve hatta sıcak çatışmaya rağmen çözüm süreci konusunda tarafların köprüleri tamamen atmadığı da açık.