Deprem, Felaketler ve İnsan

Deprem felaketinin günümüzde düşündürdükleri üzerine bir deneme.

Deprem, bütün korkutucu özelliklerine rağmen tıpkı diğer felaketler gibi büyük bir ders vericidir. Düşünen insanlar ondan çok sayıda ve çok çeşitli dersler çıkarabilirler.

Bu çalışmamda depremle ilintili olarak yaşadıklarımı, gördüklerimi, düşündüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

İnsanlar yaşadıkları deprem sarsıntısı esnasında ya da sarsıntı durur durmaz bulundukları binaların, evlerin durumuna göre birkaç saniye ya da birkaç dakika içinde kapalı yerleri terk ettiler ve gündelik yaşamlarına ait bütün araç ve gereci o an için unuttular.

Reklam
Reklam

Paralarını, altınlarını ve diğer şekildeki birikimlerini, bilgisayarlarını, cep telefonlarını, kimlik belgelerini, diplomalarını, tapularını, buzdolaplarını, çamaşır makinelerini, oyuncaklarını, silahlarını, makyaj malzemelerini ve bütün diğer önemli şeylerini içeride unutup kendilerini can havliyle dışarı attılar. Evlatlarını, yaşlı anne ve babalarını içeride unutanlar da oldu mu bilmiyorum.

Arka arkaya gelen sarsıntılar insanların tekrar dönüp eski mekânlarında yaşamalarını artık olanaksız hale getirince eski yaşamlarına ait koltuklarından, televizyonlarından, dizilerinden, bilgisayarlarındaki oyunlarından, filmlerinden, belgelerinden; el işlerinden, ev işlerinden uzaklaşmak zorunda kaldılar.

Elbette her birinin içeride kalmış ve kendisi için olmazsa olmaz şeyler vardı. İlk büyük sarsıntıların ardından durumun normale döndüğü aralıklarda çoğu kez bir daha sallanılmayacağı yanılgısına da düşülerek evlerine girip kendileri için en önemli saydıkları cep telefonlarını, bilgisayarlarını altınlarını belki tapularını ruhsatlarını diplomalarını alıp çıktılar ama koltukları televizyonları, buzdolapları, çamaşır ve bulaşık makineleri, (benim gibiler için çok önemli olan) kitapları, genç kızların çeyizleri, erkeklerin oyun makineleri, bilgisayarları, uydu cihazları, giysileri hala içerideydi.

Reklam
Reklam

Soğuğun ve çaresizliğin hüküm sürdüğü zor zamanların ardından dışarıda sınırlı da olsa yaşama koşulları edindiler. Çadırlara, konteynırlara taşındılar ve yavaş yavaş evlerinde bıraktıkları yaşam malzemelerini geri istemeye başladılar.

Çamaşır makinesiz, elektrikli süpürgesiz yaşanmıyordu, ama çamaşır makinesi ve elektrik süpürgesini çadırda kullanma olanakları sınırlıydı. Konteynırlara taşınanlar olanaklar elverdikçe koltuklarını, buzdolaplarını, elektrikli süpürgesini de getirmeye başladılar. Bir kısmını getirdiler bir kısmını getiremediler. Çoğunun televizyonları hala evlerindeydi. Yeni mekânlarına uydu çanağı, uydu anteni bağlamaları gerekiyordu kimisi bunu yaptı kimisi yapamadı.

İnsanlar çok farkında olmasalar da, o eski rahat yaşamlarından orada onlara yaşamı kolaylaştırırken kimi alışkanlıklar kazandırmış olan şeylerden bir anlamda uzaklaşıp arındılar. Bir nebze daha doğal, daha ilkel, daha sıradan gözüken ama belki de daha anlamlı ve verimli olan, onları daha çok düşündüren, pek çok şeye farklı pencerelerden bakmalarını sağlayan farklı bir yaşama geçtiler.

Reklam
Reklam

Aslında belki de bu yeni koşullarda düşünülmesi gereken şeylerden biri, o gündelik yaşamın olmazsa olmazı durumundaki televizyonun insanlara gerçekte yarar mı, zarar mı verdiği sorusuydu. Televizyonsuz bir yaşam onlara neyi kazandırıyor, neyi kaybettiriyordu?

Acaba iki, üç kişilik küçük ailelerin çamaşırını elde, leğende yıkamaya başlamak iyileştirici bir farklılık, güçlendirici bir spor bir sağlık kaynağı olabilir miydi?

Acaba bize hayatı kolaylaştıran şeylerden bir süre uzak kaldıktan sonra onlara yeniden kavuşmak yaşamımıza taze sevinçler, coşkular katmaz mıydı?

Varlıktan yokluğa bu düşüşten sonra adım adım geri dönüşümüzün canlandırıcı bir etkisi olmaz mıydı?

Acaba asansöre binemiyor olmak bir kayıp mıydı?

Acaba yan konteynırda ya da çadırda bulunan insanların sesini daha fazla duyuyor olmanın ne gibi yararları ve zararları vardı?

Acaba yokluk ve yoksulluk içinde bir deprem sonrasını paylaşıyor olmak insanları birbirine yakınlaştırıyor muydu?

Acaba? Acaba? Acaba?

Eminim ki benim burada ifade etmediğim ama sizin hemen aklınıza gelen daha pek çok acaba vardır.

Reklam
Reklam

Bütün bu acabalar, bütün bu yitirdiklerimiz, özlediklerimiz o bildiğimiz depremi yaşayanlarımız için zaten birer dersti. Alan aldı, yararlanan yararlandı.

Peki biz, bütün bunları o felaketi yaşamamış olanlara da anlatarak anlamlı, etkili başka dersler oluşturamaz mıyız?

Yani hiç deprem görmemiş, kendi evinin lüks koşullarında yaşamaya alışmış, her şeyin ayağına gelmesini bekleyen, istediği her şeyi elinin altında kolayca bulabilen insanlar başta olmak üzere herkes için bu depremi ve sonrasını anlamlı ve verimli bir ders olarak sunabilir miyiz? Onların öğrenmelerine, sonuçlar çıkarmalarına katkıda bulunabilir miyiz?

Öte yandan deprem gibi yıkıcı sonuçları olacak yapay yıkıcı eylemler planlayan insanlara da bu doğal felaketi örnek gösterip planladıkları şeylerin kendileri dahil herkes için sarsıcı sonuçları olacağını açıklayabilir miyiz?

*

Yaşamış olduğumuz felaket ve benzerlerinin insan için ciddi uyarıcılar olduklarını bilmeyenimiz yoktur. Onlar insanoğluna hayatı yeniden anlamlandırma, dünyada var oluş nedenini sorgulama, çaresizliğinin, zayıf yanlarının farkına varma başta olmak üzere pek çok konuda uyarıcı mesajlar verirler. Bizlere evrendeki düzenlerin bir yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu düşündürürler. Yaratıcıya yakınlaştırıcı, o anlamda yaşam paradigmalarımızı dönüştürücü etkiler yaparlar.

Reklam
Reklam

*

Depremin sağa sola savurduğu, evlerinin lüksünden ve rahatlığından uzaklaştırdığı insanları düşünürken aklıma Marlo Morgan'ın Bir Çift Yürek adlı kitabında roman tadında anlattığı, içi derslerle dolu romanı geldi.

Yazar romanında insanlar tarafından üretilmiş ve hayatı kolaylaştıran şeyleri kullanmayı reddeden, doğada doğal yaşamayı savunan, biz insan üretimi eşyalara ve standartlara bağımlı hale gelmiş insanları eleştiren Avustralya Aborjinlerinin yaşam felsefelerini dile getirir.

O Aborjinler biz modern yaşam tarzını benimsemiş, alışkanlıkları olan insanları “başkalaşım geçirmiş insan” olarak nitelerken kendilerini “ gerçek insan” sayarlar.

Belki depremin getirdiği yokluklar ışığında onların felsefelerini gözden geçirmemiz iyi olur.. Onların Avustralya Hükümeti ve modern dünya tarafından kabul görmeyen ilkel yaşam biçimlerine ve değer sistemlerine bakmamız kimi şeyleri yeniden düşünmemiz ufuk açıcı olabilir.

Bu arada bir de Amerika'da yaşamakta olan bir Hristiyan mezhebe mensup topluluktan da söz etmek gerekir belki, Amiş (Amish)lerden.

Reklam
Reklam

Onlar bizim yaşamımızı kolaylaştırırken doğal süreçlerimizin bir kısmını baltalayan elektrikli aletleri ve motorlu aletleri kullanmayı reddediyorlar. Tamamen ilkel koşullarda, hayvan gücüyle tarım yapıyor, doğal şartlarda yaşıyorlar.

Kim bilir belki de biz deprem afetinden canlarını kurtaran ama maddi anlamda zarar görüp sağa sola savrulan Van'lı apartman sakinleri, belki onları da konuşmalıyız ve arka arkaya gelen iki büyük depremin hemen ardından apartmaların bulunduğu karanlık, terk edilmiş bölgelerin eski insanları olarak doğal yaşam adına, farklı koşullarda daha mutlu ve verimli yaşamak adına yeni dersler çıkarıp çıkaramayacağımızı da sorgulamalıyız.

Yaşamakta olduğumuz dünya her biri diğerleriyle çeşitli şekillerde ve çeşitli açılardan benzer ve ilintili sistemlerle doludur.

Felaket yaşamış olalım ya da olmayalım, hepimizin bu sistemlerden, bağlardan çıkaracağımız dersler vardır.

15/08/12

13:55

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz