Her gün bağış bekleyenlerden ortalama 22 kişi, nakil gerçekleşemeden hayatını kaybediyor. Peki, durum bu şekildeyken nakil için ihtiyacımız olan organlar domuzlar veya koyunlar gibi evcilleştirilmiş hayvanların içerisinde yetiştirilse harika olmaz mıydı? Bilim insanları bir süredir, bu başarıya ulaşmak için çalışıyorlar.
Stanford Üniversitesi'nden kök hücre araştırmacısı Hiromitsu Nakauchi hayvanların içinde insan organları yetiştirme konusunda kayda değer adımlar attı. Nakauchi yaptığı çalışmada bir farenin içinde işlevlerini yerine getiren bir sıçan pankreası büyütmeyi başarabildi. Bunu, fare embriyosunda pankreas oluşumuna sebep olan genleri işlevsiz hale getirdikten sonra embriyoya sıçan pankreasının kök hücrelerini enjekte ederek başardı. Bu şekildeki farklı türlerin birleştirilmesine kimera deniyor. Kimera, Yunan mitolojisinde bir kısmı aslan, bir kısmı keçi, bir kısmı yılan olan yaratığa deniyor. Nakuchi bu yöntemle bir domuzun içinde işlevsel bir pankreas yetiştirmeyi de başardı.
Nakuchi bugünlerde ise California Üniversitesi’nden Pablo Ross ile domuz-insan ve koyun-insan embriyolarını kullanarak bu tekniğin insan organları yetiştirmek için kullanılıp kullanılamayacağını araştırıyor. İnsan-domuz ve insan-koyun kök hücrelerini daha önce bir çalışmada bir koyunun ve bir domuzun rahmine yerleştirmişlerdi, bu çalışma sırasında gebelik süresi aşağı yukarı 28 gün sürdü. Normalde bir koyunun gebelik süresi 152 gün, bir domuzun gebelik süresi ise 114 gün sürüyor, araştırmacılar etik tartışmalarından kaçınmak adına bu kimera hücrelerle yapılan deneylerin normal doğum sürelerinde gerçekleşmesi için mesai harcıyorlar. Fakat geçtiğimiz yıl Ulusal Sağlık Ensititüleri, insan kök hücrelerinin, insan olmayan canlıların embriyolarına enjekte edilerek yapılan çalışmalarına bir yasaklama getirildi.
Peki böylesine hayat kurtarma potansiyeli olan bir çalışma neden bu şekilde tepkiler çekiyor?
New York Sağlık Yüksekokulu'ndan biyolog Stuart Newman konuyla ilgili olarak “İnsanlık algımızı zedeleyebilecek tehlikeli bir alana giriş yapılmış oluyor” diyor. Hatta 2009'da bazı ABD senatörleri kök hücre çalışmalarını yasaklama girişiminde bulundu. Newman haricinde, _Arizona State Üniversitesi'_nden biyoetikçi Jason Robert da bu çalışmalara karşı çıkan isimlerden birisi. Jason Roberts konuyla ilgili olarak “Birçok insanın aklında kuşku yaratacak konulardan biri de insan olmanın bizim DNA’mızda yazılı olduğu ve bunun bir kutsallığı olduğu düşüncesidir” diyerek tartışmalara katılıyor. Newman ve Roberts ayrıca “Bazı insanlar, hayvanlara insan DNA’sı enjekte etmenin ve bir nevi insanların yapabildiği şeyleri yapmasını sağlamanın tanrıcılık oynamak olduğunu düşünebilir.”
Newman ve Roberts gibi kişileri endişelendiren bir başka konu da kök hücrelerin kalp veya böbrek gibi organlara değil de hayvanın beynine veya üreme organlarına göç etmesi ihtimali.
Domuz beynindeki insan nöronları, insan bilincine benzer bir oluşuma sebep olabilir mi?
Bu korkunun yersizliğini örneklendirmek için daha önce yapılan bir çalışma örnek verilebilir. Geçmişte yapılan bu çalışmada yavruyken insan fetüslerinden bağışlanarak alınan glial hücreler enjekte edilen fareler, elektrik şoku ile birlikte gelen sese karşı korku geliştirmeyi diğer farelerden daha hızlı öğrenmiş. Fakat insan beyin hücreleri, fare beynindeki nöral ağların kapasitesini geliştirirken fareye herhangi bir insansı özellik katmamıştı.
Buna ek olarak insan kök hücrelerinin hayvan embriyolarının beynine göç etmesi riskinden bahsederken, domuz beyninin insan beyninin 8de 1i koyun beyninin ise ise insan beyninin 10da 1i olduğunu belirtmekte fayda var. (Başka hayvanlar açısından söz edecek olursak, 2010 yılında Ulusal Bilim Akademisi araştırmacıların insan kök hücrelerini herhangi bir insan dışı canlıya embriyonik veya doğum sonrası dönemde enjekte etmemeleri konusunda yönerge hazırlamıştır.)
Bir başka endişe ise, kök hücrelerin testis veya yumurtalıklara göç etmesi durumunda çiftleşen insan-domuz kimeraların insan yavru doğurabilmesi olasılığı. Bunu engellemek için alınabilecek en basit önlem ise kimeraların bir diğerini dölleyebilecek kadar yaklaşmasına engel olmak.
Beyin ve üreme organları konusundaki bu endişeleri engelleyebilecek şey ise Nakauchi’nin hipotezinin doğrulanması, yani insan kök hücrelerinin yalnızca araştırmacılar tarafından müsait hale getirilmiş uygun ortamları ele geçirmesi ve burada tomurcuklanmaya başlaması. Bazı diğer araştırmacıların belirttiği üzere bu endişelerden kurtulmak için kök hücrelerdeki genlerde düzenleme yaparak nöronlarda veya üreme hücrelerinde aktivitelerini engellemek de mümkün.
Peki bu deneyler “insanlık algımıza zarar veriyor” veya “kutsalı ihlal ediyor” mu?
Elbette, bu tarz bir düşünce geliştirilebilir ancak böyle bir iddiada bulunmak, insan organlarını ve DNA’sını insan ile karıştırmaktır. Kalp veya karaciğer domuzda da büyümüş olsa insan değildir. DNA ise sadece insan için kullanım talimatı özelliği taşır.
Hayvanlarda insan organları üretmenin insan benliğini zedelediği konusunda endişelen insanlar için de biyoetikçi David Shaw şu soruyu soruyor:
“İnsanların bu yeni teknoloji sayesinde daha uzun ve mutlu bir yaşam sürebilme ihtimali varken acı çekerek ölmelerine izin vermek benliği zedelemez mi?”
Kaynak: europe.newsweek.com