Eğitim Fakültesi Konferans Salonu'ndaki buluşmada, 'C Blok'la başlayan sinema hayatını şimdilik 'Yeraltı' filmiyle tamamlayan Zeki Demirkubuz, sinema başlamasından edebiyatla ve Dostoyevski'yle ilişkisine, Türk sinemasının gidişatından gelecek planlarına kadar birçok konuya açıklık getirdi.
'Dostoyevski olmasaydı, edebiyat olmasaydı sinemacı olmazdım.' diyen Demirkubuz, İstanbul Güngören'de geçirdiği çocukluğu ve hapishane yıllarını da anlattı. Sinema yolculuğunu kötülüğün dünyasını anlama çabası olarak tanımlayan ünlü yönetmen, 'İnsanın reel toplamı kötülük üzerine kuruludur. Benim filmlerimde kötülüğü yansıtmamın temel nedeni aslında hayata sıkı sıkıya bağlı olmamdır, yüksek bir hayat enerjisi taşımamdır.' dedi.
Demirkubuz, belli bir kesimin filmlerine bütüncül yaklaşarak hepsini beğendiğini, ama bir başka kesimin ise filmlerini kategorize ettiğini ve farklı yaklaşımlarla değerlendirdiğini ifade etti. 'Kader ve Masumiyet filmlerimi babam da sever, önemli olan değersiz görülenleri anlamak. Sinema bilinmeyenle ilgili bir konu ve ben de anlaşılmayanı ortaya koymak için film yapıyorum, zaten herkes değerli olanı anlatıyor.' şeklinde esprili bir ifade kullanan Demirkubuz, 'Ben kimse için film yapmıyorum, kendim için film yapıyorum. Filmlerimi kimse izlemese de ben hissettiğim müddetçe film yapmaya devam edeceğim.' şeklinde konuştu.
Zeki Demirkubuz devamında şunları söyledi: 'İhanet kötüdür, ama ihanet ettikten sonra vicdan azabı duymak daha kötüdür. Hapishane benim Dostoyevski'yi tanımamın, Suç ve Ceza'yı okumamın bahanesidir. Ben varoşta büyüdüm, ama sinemacı olmamın tek nedeni yetiştiğim yer değil. Asıl önemli olan kişiliklerimizdir. Bir sürü adam hapis yatar, ama bir tane Monte Kristo çıkar.'