1942’de bir orman bekçisi, Himalaya’ların 5,029 metrelerinde yerleşmiş olan Hindistan’ın Roopkund Gölü yakınlarında yürüyüş yapıyordu ve tesadüf eseri ürkütücü bir keşif yaptı; insan iskeletleri ile çevrelenmiş, sığ bir buzul gölü.
Hiç kimse bu iskeletlerin neden buzul gölünün dibinde olduğu hakkında kesin bir bilgiye sahip değil. (Kaynak: Schwiki/Human Skeletons in Roopkund Lake/Wikipedia/CC BY-SA 4.0)
Yaz geldiği zaman buzlar eriyor ve çok daha fazla iskelet ortaya çıkıyordu. Hatta bunlardan bazılarının etleri ve saçları hala üzerlerinde bulunuyor. Kimin veya neyin bu kadar çok insanın ölümüne sebep olduğu ve Himalayaların bu ıssız bölgesinin yükseklerindeki gölü bir toplu mezara dönüştürdüğü halen cevaplanmamış bir sorudur. “Yerel halktan uzman antropologlara kadar herkes İskelet Göl’ün nasıl meydana geldiği hakkında tahmin yürütüyor” şeklinde ifade ediyor Varun Ojha. Salgınlar, heyelanlar ve intihar ayinleri gibi farklı teoriler mevcut.
2004’te yapılan bir yolculuk bize daha fazla ipucu veriyor. İskelet kalıntıları 200–300 insana ait olup 9. Yüzyıla kadar dayanıyor ve iki farklı gruba ayrılıyor; birbiriyle yakın akraba bir aile veya kabile ve daha küçük yerel halktan bir grup. İskelet kalıntıları üzerinde yüzükler, mızraklar, deri ayakkabılar ve bambu çubukları bulunuyor. Kafataslarındaki kısa, derin çatlaklar insanların hepsinin aynı şekilde öldüğünü gösteriyor, yani silah ile değil kafaya alınan dairesel bir cismin darbesi ile.
Bilim adamları bu 200–300 kişinin hepsinin bir dolu fırtınası neticesinde öldüğü sonucuna vardı. Binlerce kriket topu büyüklüğünde, demir kadar sert dolu taneleri çevrede yolculuk yapan seyyahlar ve onların hamallarının başları ve omuzlarına yağdı. Saklanacak hiçbir yeri olmayan bir vadide sıkışıp kalmış ve toplu bir şekilde ölmüş bu grup, bugün hala burayı ziyaret etmeye cesaret edenler tarafından büyüleyici bulunuyor. Bölgede seyahat edenler hala iskeletleri görebilir ancak bölgeyi ziyaret etmek için en uygun zaman buzların eridiği ve iskeletlerin gölün dibinde görülebildiği yaz aylarıdır.
Brezilya’daki Ilha da Queimada Grande’yi ziyaret etmek yasaklanmıştı. Bunun nedeni Sao Paulo’nun 33 km dışındaki zehirli yılanlarla dolu ada.
Halk dilindeki adı ile Yılan Adası, tahminen 4.000 civarı zehirli Bothrops insularis türüne ev sahipliği yapıyor. Altın mızrakbaş olarak da bilinen nesli tükenmekte olan bu tür, yükselen su seviyesinin karayı kaplaması sonucu adada sıkışıp kaldı. Brezilya Deniz Kuvvetleri 1920’lerde insanları ölümcül yılanlardan ve yılanları da insanlardan korumak için adayı kapattı. Altın mızrakbaşlar yarım metreden fazla uzunluk olarak büyür ve insan etini eriten, hızlı etki eden bir zehre sahiptir. Bazı tahminlere göre adanın her metrekaresine bir yılan düşüyor.
Smriti Iyer konuyla ilgili olarak “Bu zehir böbrek yetmezliği, kas dokusunun kangren olması, beyin kanaması ve bağırsak kanaması gibi bazı karmaşık semptomlara neden olabilir. Gerçekten korkutucu bir şey” açıklamasında bulundu.
Dini ve turistik bir mekân olan Hindistan’ın Karni Mata Tapınağı hem hayranlık hem de iğrenme duygusunu uyandıran bir mekân. Bunun nedeni ünlü Hindu tapınağının binlerce kemirgen tarafından sarılmış olması.
Yerel efsaneye göre, Hindu tanrısı Karni Mata’nın üvey oğlu bir gölette boğulduğunda, Karni Mata ölüm tanrısı Yama’dan üvey oğlunu yeniden canlandırmasını istedi. Yama en sonunda merhamet gösterdi ancak tek bir şartla; üvey oğlunun ve bütün arkadaşlarının fare olarak reenkarnasyonu.
İbadet edenler ve tapınak bakıcıları tarafından “küçük çocuklar” olarak bilinen fareler süt, tahıl, Hindistan cevizi kabuğu ve özel olarak ibadet edenler ve tapınak bakıcıları tarafından hazırlanmış şekerler ile besleniyor. Farelerin kemirdiği yiyeceklerin iyi şans getirdiği söylendiği için bazı dini seyyahlar yiyecek artıklarını aralarında paylaşıyorlar.
‘‘Bu tapınak boyunca yürüdüğünüzde farelerin olabildiğince serbest şekilde etrafta dolaştığı ve sizin tüketim için sunduğunuz yiyecekleri yedikleri oldukça güzel bir deneyimdi’’ diyor Prayash Giria.
Korkunç şekilde yanlış giden bir bilimsel araştırmanın sonucu nihayet netlik kazandı. 1971’de bir grup Sovyet bilim adamı, Türkmenistan’ın Karakum Çölü'nde önemli bir petrol sahası oluşturmak amacıyla bir sondaj tesisi kurdu.
Aslında tesisin altındaki zeminde çok büyük bir doğal petrol sahası vardı ancak bilim adamlarının oraya varmasıyla, boşluklu bir kratere dönüştü ve ayrıca bilim adamlarının kamplarını yuttu. Zehirli metan gazının yayılması korkusuyla bilim adamları krateri ateşe verdiler ve hemen ayaklarının altında müthiş alevler içerisindeki cehennem çukurunu açmış oldular. Bilim adamları gazın birkaç gün veya hafta içerisinde yanıp tükeneceğini umuyorlardı.
Bu olay, 40 yıl öncesinde yaşandı. Bugün 70 metre genişliğinde ve 30 metre derinliğindeki krater halen hararetle yanmaya devam ediyor ve yerel halk bu korkunç ateş uçurumuna, aleve ve kaynayan çamura ‘‘Cehenneme Giden Kapı’’ ismini vermiş.
‘‘Görünüşe göre tehlikeli çukurun yanması asla durmayacak’’ diyor Aditya Basu. Ancak bu durum on binlerce gezginin görünüşe göre bu ebedi cehennemi, gerçek hayattaki cehennemi ziyaret etmelerinden alıkoymuyor. Hatta bazıları petrol sahasında kamp bile yapıyor!
Talihsiz bir kaza sayesinde, Meksika’nın Isla de las Munecas’taki güzel yüzer bahçeler, artık korkunç kâbusların bir nedeni haline geldi.
Yerel efsaneye göre on yıllar önce bir kız Mexico City’nin dışında Xochimilco kanallarında boğuldu. Kızın zamansız ölümünden sonra oyuncak bebekler kızın öldüğü yerdeki kanalda bulunan küçük bir adanın kıyısına vurdular. Kızı kurtaramadığı için acı çeken ada bakıcısı Don Julian Santana Barrera, ölen kızın anısına oyuncak bebekleri adanın ağaçlarına asmaya başladı. Rushali Ramteke “Artık Oyuncak Bebek Adası, kaderiyle çok erken karşılaşan zavallı kızın kayıp ruhuna adandı” diyor.
Yıllar sonra ağaçlar ezilmiş, uzuvları kopmuş, kafaları kopmuş ve havanın nemi ile birlikte çürümüş oyuncak bebeklerle doldu. Yerli halk oyuncak bebeklerin ölen kızın ruhu tarafından ele geçirildiğini söylüyor ve bazı görgü tanıkları oyuncak bebeklerin birbirlerine fısıldadıklarını, ziyaretçileri adaya gelmeleri için ayartmaya çalıştıklarını iddia ediyor. Bu hikâyenin sonu değil. 50 yıl boyunca oyuncak bebekleri adaya asan Barrera, yıllar önce ölen kızın boğulduğu aynı yerde boğularak ölmüş olarak bulundu. Barrera’nın 2001’deki ölümünden beri, aslında yüzen bir bahçe olan ada binlerce insan tarafından ziyaret edildi. Hatta bazıları adadaki koleksiyona eklemek için kendi oyuncak bebeklerini bile getirdi.