Dünyayı yöneten süper güçler

Onlar bir dönem kıtaları hakimiyet altına alan dev imparatorluklardı. Ama bazıları bir süre sonra çağın gerekliliklerine ayak uyduramadı, bazıları da ülke içindeki yönetici seçkinlerin iktidar mücadeleleri sonucu tarihe gömüldü. Uluslararası ilişkilerin bugünkü yapısı düşünüldüğünde tek bir ülkenin dünyanın genelini yönetmesi kulağa tuhaf geliyor. Ancak 20’nci yüzyılın başına kadar, süper güçler diplomatik devlerden çok, birden fazla kıtaya yayılmış imparatorluklardı. Bu imparatorlukların yükselme ve gerileme dönemlerindeki eğilimler bugün de geçerliliğini koruyor. Newsweek dergisi geçmişte dünyaya hükmeden 13 imparatorluk hakkında ilginç bir analiz hazırladı. Aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun da bulunduğu bu süper güçlerin yükseliş ve yıkılış süreçlerinden bugünkü süper güçlerin çıkarması gereken bazı dersler var.

Reklam
Reklam

Romalılar, askerlik, hükümet, dil ve kültür de dahil çağda nerdeyse bütün alanlarda liderdi. Ancak MS 4’üncü yüzyılda, komşu ülkelerden gelen sayısız işgal dalgası Batı Roma İmparatorluğu’nu fazlasıyla zayıflattı. Buna karşılık Doğu Roma İmparatorluğu, ticaret ağları sayesinde servetini ve gücünü artırmaya devam etti. Bir arada yaşaması mümkün olmayan iki imparatorluk en sonunda birbirinden ayrıldı.


Khmer liderleri Güneydoğu Asya’nın zengin kaynakları üzerinde kontrol sağlayarak inanılmaz bir servet elde ettiler. Başkent Angkor, imparatorluğun dört bir yanına yayılmış pirinç tarlalarına su taşıyan sulama kanalları ağlarının kesiştiği noktada yer alıyordu. Angkor’un gerileyip yıkılmasının sebepleri tam olarak bilinmiyor ancak imparatorluğun, başkentin yıkılışından sonra çok uzun ömürlü olmadığı söylenebilir.


Kutsal Roma İmparatorluğu olarak da bilinen Bizans İmparatorluğu’nun liderleri Roma İmparatorluğu’nun siyasi gücünü Roma Katolik Kilisesi’nin dini iktidarıyla birleştirmeyi başarmıştı. Bu formül 500 yıl boyunca başarıyla çalıştı ancak bir yerden sonra ülke içindeki çekişmeler devreye girdi ve imparatorluk, 15’inci yüzyılın sonlarına doğru Osmanlıların akınlarıyla yıkıldı.

Reklam
Reklam

Cengiz Han dâhil bir dizi güçlü askeri lider tarafından yönetilen Moğollar, Asya kıtasının büyük bir bölümünü kontrol altına alıp bu topraklardan önemli gelir elde etmeyi başarmışlardı. Ancak kendilerinden önceki devletler gibi Moğol İmparatorluğu da siyasi çekişmelerin ve kaosun pençesine düştü. Moğol ordularının savaşlarda gösterdiği üstün başarılar bile imparatorluğun 14’üncü yüzyılda dağılmasını önleyemedi.


Osmanlı Türkleri çok farklı din ve milletten insanı bir çatı altında toplayabildikleri için ülkede 600 yıldan daha uzun bir süre istikrarı sağlamayı başarmışlardı. Ancak milliyetçilik akımları imparatorluğun sonu oldu. Avrupalıların 20’nci yüzyılda bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamasıyla, yeterince modernleşmemiş, borç içindeki merkezi hükümet kontrolü elinden tutmayı başaramadı.


İnkalar, gelişmiş tarımsal ve teknolojik sistemleri ve iyi organize olmuş, disiplinli devlet yapıları sayesinde yükseldi. Ancak ülkede seçkinler arasında yaşanan iktidar mücadelesi, ülkeyi İspanyol fatihler için kontrol edilmesi çok kolay bir yer haline getirdi. İknaların gelişmiş teknolojisi ve ülkenin derinliklerine kadar giden karayolu ağları İspanyolların işini daha da kolaylaştırdı.

Reklam
Reklam

Babür İmparatorluğu çağının ilerisinde bir yapıya sahipti. Ülkede uygulanan dini hoşgörü politikaları ve savaşçı Hindu kastından ailelerle yapılan evlilikler, Hindistan’ın büyük bir bölümünü kontrol altında tutan imparatorluğun istikrarlı bir yönetim sürdürmesini sağladı. Ancak imparatorların toplumu, dini ve siyasi süreçlerden uzaklaştırmaya karar verdiği noktada halk ayaklanmaları başladı. İmparatorluğun yöneticileri de bir süre sonra kukla liderler seviyesine indi.


Büyük kazanç getiren köle kolonileri ve güçlü ordusu sayesinde Britanyalılar Amerika kıtasını kontrol altına almayı başardı. Buradaki kolonilerin kaybedilmesinden sonra bile Britanya’nın Hindistan ve Çin gibi ülkelerdeki ticari kontrolü devam etti. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan büyük mali kayıplar ve Süveyş Kanalı’nın işgali gibi başarısızlıkla sonuçlanan askeri operasyonlar, bir zamanların güneş batmayan imparatorluk için sonun başlangıcı oldu. Hong Kong’un 1997 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’ne iade edilmesiyle Britanya İmparatorluğu da yıkılmış oldu.

Reklam
Reklam

Mançu Hanedanı olarak da bilinen Qing’in liderleri, diğer Çinli toplulukları baskı altına almak için sert politikalar uygulamaya koydu. Qing döneminin en önemli özelliği acımasızlık ve sansür olsa da 20’nci yüzyılın başlarında imparatorluğun dört bir yanında başlayan halk ayaklanmalarını bastıracak bir merkezi otorite yoktu. Yerel diktatörlerin aralarındaki iktidar çatışmaları da imparatorluğun parçalanmasına neden oldu.


Vatandaşlarını modernleşmeye zorlayarak küresel alandaki etkinliğini artırmayı amaçlayan Çar Büyük Petro, Rusya’yı 18. yy. başlarında Avrupa’nın en önemli beş gücünden biri yapmayı başardı. Ancak İmparatorluğun askeri gücünün azalması ve Rus-Japon Savaşı’ndaki başarısızlık, Marksistlerin Komünist düzeni ülkeye getirmelerine imkan vermiş oldu.


Napolyon’un zekâsı ve hırslı askeri liderliği Fransızların Avrupa’nın büyük bir kısmını fethedip geri kalanını da işgal etmesini sağladı. Ancak İmparatorluğun sonunu getiren de Napolyon’un kibirliliği oldu. İber Yarımadası’ndaki kayıplar, Rusya’nın işgalinin felaketle sonuçlanması ve Waterloo Savaşı’nda alınan meşhur yenilgi, Napolyon’un tahttan çekilmesine ve imparatorluğun parçalanmasına sebep oldu.

Reklam
Reklam

En başından beri Sovyetler Birliği belli bir ideoloji üzerine kurulmuş bir devletti. Birliğe üye olmak tamamen isteğe bağlı olsa da Moskova merkezli Komünist Parti, 16 üye üzerinde ağır kontrol sahibiydi. SSCB, ekonomik, teknolojik ve askeri başarısı sayesinde süper güç statüsünü kazandı ancak bir süre sonra bu avantajların yerini istikrarsız bir ekonomi ve toplumsal huzursuzluk aldı. Reform çabalarına karşın, ekonomik durgunluk ve zayıf siyasi yapılar, Sovyetler Birliği’nin 1980’lerin sonlarından itibaren yavaş yavaş yıkılmasına sebep oldu.


ABD’nin bir imparatorluk olduğunu söylemek doğru olmaz ancak ülke ideoloji, askeri güç, ticaret, sanayi, eğitim ve teknoloji açısından dünyanın hâkimiyetini elinde tutmaktan gurur duyuyor ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nı kazanıp Avrupa’nın yeniden inşasını sağlamasının yanı sıra Amerikalıların demokrasi ve insan haklarına bağlılığı ülkeyi küresel bir lider haline getirdi. Ancak Çin’in ve Hindistan’ın yükselişlerinin sürmesiyle, ABD’nin liderliği ciddi rakiplerle karşı karşıya kaldı. ABD’nin gücünü kaybedeceğine yönelik korkular son dönemde hem siyaset literatüründe hem de siyasi tartışmalarda sık sık gündeme gelmeye başladı.

Reklam
Reklam