Ziya Adnan
Uzaklardan...
Telefonum çaldı. Açtım. Telefonun diğer ucundaki ses, “Kötü bir haberim var abi...” dedi. Birgün gazetesinden editörüm, arkadaşım Kemal Ilıkkan, onun ölüm haberini verdiğinde öylece kaldım. Hani bazen o kadar burkulur ya insan, boğazına kocaman bir yumruk tıkanır kalır, kelimeler çıkmaz ya ağızdan, öyle işte. İlk şoku atlattıktan sonra “Nasıl ölmüş?” diye sordum. “Bir süredir kalp yetmezliği tedavisi görüyormuş,” dedi Kemal. “Bilmiyordum,” diyebildim.
24 Ağustos günü, 64 yaşında, Samatya Devlet Hastanesinde...
Oysa yakın geçmişte, yazın habercisi bir Nisan gününde bir araya gelmiştik. Kadıköy’de çok sevdiği Nazım Kültür Merkezinde. Çok zamandır gerçekleştirmek istediğim bir söyleşiydi. Ülke futbolunun 70’li yıllarda yetiştirdiği en önemli isimlerinden biriyle, üstelik onca sene sonra...
Onun zamanının siyah-beyaz yıllarını, şimdiki tatsız zamanları, gelecekte yapmak istediklerini konuşmuştuk. Laf lafı açmış, o anlatmış ben dinlemiştim. Kimi zaman kırgınlık vardı cümlelerinde, kimi zaman değişime dair umut. Yorgun görüntüsünün ardında, inandığı mücadeleden, davasından hiç kopmamış bir adamın inancı vardı. Yüzünde hep o tatlı-ekşi gülümseme. Düzene başkaldırmış, futbolcuların sendikal örgütlenmesinde başrol oynaması yüzünden hep dışlanmış, bu yüzden futbol hayatını erken noktalamak zorunda bırakılmış, ama hiç yılmamış, hiç vazgeçmemiş... Futbol oynadığı yılların belki en yeteneklisi, ama bir o kadar da asi, bir o kadar eyvallahsız...
***
15 Aralık 1947’de, Fatih Karagümrük’te dünyaya geldiğini, çocukluk yıllarında abisi profesyonel futbolcu İsmail Kurt’un aileye baktığını, sonrasında o sorumluluğu kendisinin aldığını söylemişti. “Hangi devirde olursa olsun, yıldızlar, daha doğrusu yıldız yapılanlar her zaman avantajlıdır,” demişti. Profesyonel futbolu hiçbir zaman çok sevmediğini, ancak para kazanmak, ailesine bakmak için futbolcu olduğunu söylediği zaman şaşırmıştım. Günümüz futbolunun paraya bulanmış düzeninde böylesine içten bir söylem az bulunurdu.
Futbola amatör olarak oynadığı ilk kulüp olan İstanbul Üniversitesi Spor Kulübünde başlamış, sonra mahalli ligde mücadele eden Alibeyköy Adalet’e geçmişti. Süratli ve yetenekliydi; telefon kulübesinde çalım atabilecek kadar da usta... Gelecek zamanlarda yeşil sahalarda, “Çizgi Metin” olarak nam salacak, 1965-66 sezonunda İzmir’in Altay’ına transfer olacaktı. Bir sonraki sezon soluğu Ankara’da almış, 1970 senesine kadar sarı-siyah PTT’de forma giymişti. Ah PTT, futbola dair ilk göz ağrım... “1-Cavit, 2-Yetik, 3-Esenali” diye başlayan kadronun en göze batan futbolcusuydu.
“Ben zaten sizi hep PTT’li Metin olarak hatırlarım...” dediğim zaman gülümsemişti.
O sene Galatasaray’a transfer olmuş, 1976 senesine kadar sarı-kırmızlı takımda arka arkaya üç şampiyonluk yaşamıştı. “Size neden Çizgi Metin derlerdi?” sorusuna, haylaz bir çocuğu andıran muzip gülümsemesiyle; “Ben halkçı bir adam değil miyim? Sahada halka en yakın yer neresi? Çizgi! Başka bir yerde mi oynayacaktım?” diyerek cevap vermişti. Futbolun en asi çocuğundan en esaslı cevap… 1976’dan 1978’e kadar Kayserispor’da forma giydiğini, sonrasında futbol hayatına son vererek mücadelesine yeşil sahalar yerine, siyasal platformda devam ettiğini eklemişti.
12 Eylül döneminde Ankara’da kurmuş oldukları amatör sporcular derneği kapatılmış, sendikalaşmanın önüne geçilmişti. Tesadüf olmasa gerek, belediye kulüplerinin köklerinin o zamanlara dayanması… Bugün hemen her futbol sohbetinde birbirimize sorduğumuz “Belediye’nin takımı mı olur?” sorusunu o bizden çok zaman önce sormuştu.
Ülke futbolunu bir batakhane olarak görüyor, spor yasası hayata geçmediği sürece bu kötü düzenin devam edeceğine, bataklığın gençleri yutmaya devam edeceğine inanıyordu. Günümüzde taraftarlar için kullanılan “12. Adam” tanımlamasına karşı çıkıyor, dinde yobazlık neyse futbolda da fanatizm odur diyordu. Futbol sektöründe çalışan emekçilerin yaptıkları işin meslek olduğunu ve iş kolu haline gelmesi gerektiğini vurgulamıştı.
***
Ve bir Ağustos günü aramızdan ayrıldı Çizgideki Gladyatör. Benim kuşağımın tanıdığı muhtemel en yetenekli, en asi, siyah-beyaz yılların en renkli futbolcusu... Kesmeşeker grubunun şarkısındaki “Metin Kurt yalnızlığı” da olmayacak artık. Şarkıcıların selülitlerinin medyada bir döneme damga vurmuş futbolculardan daha fazla yer bulduğu yazık zamanlarda, bir efsane daha kayıp gitti aramızdan. Yaşarken kıymeti bilinmeyenlerin coğrafyasında, biri daha ancak ölümünden sonra hatırlanacak…
“Tanıdığım onca teknik direktör içinde Brian Birch’in ayrı bir yeri vardır,” demişti. Çok sevmişti futbolcusunu Birch. Ülkemize ikinci gelişinde havaalanında onu karşılayan gazetecilere ilk öğrencisini sormuştu. Söyleşinin sonunda, Birch’in geçmiş yıllarda aramızdan ayrıldığını söylediğim zaman üzülmüştü.
Şimdi o da hocasının yanına gitti...
Mekanın cennet olsun Metin Kurt, huzur içinde yat...
Yazara eposta ile ulaşmak için:
ziyaadnan@birgun.net
Birgün gazetesinde Metin Kurt'la söyleşilere ulaşmak için: