1. Ölüyü yemek
Hinduizm'in Aghoris mezhebine inanıp Shiva'ya tapanlar onu en büyük tanrı olarak görürler Shiva'nın herşeyi yarattığına inandıkları için ne cinsellik ne alkol ne de uyuşturucu onlar için tabu değildir ve herşeyi yaparlar. Ancak geleneklerini tuhaf kılan şey ise aynı zamanda yamyam olmaları ve tapınaklarının ölüleri yakma yeri olması.Bir Aghori ölü yakma yerinde yaşar ve hayatını orada devam ettirebilir. Orada ölen kişinin giysilerini, yakmak için odun bulabilir ve nehirden kendine yemek çıkartabilir. Bir insan öldüğü zaman Aghori kendini yakılan cesedin külleriyle kaplar ve ölü için meditasyon yapar.Ancak Aghori hayatının en şok edici tarafı ise yamyamlıklarıdır. Bir Aghori nehirde bulduğu ölü bedenleri toplar, uzuvlarını gövdesinden ayırır ve çiğ olarak yer.
Hindistan'ın Maharashtra bölgesindeki Solapur'da her sene ebeveynler toplanarak bebeklerini 15 metrelik bir apartmanın çatısından aşağı atar. Bebekler diğer köylüler tarafından gerilen bir çarşafa düşer. Ebeveynler bunu yaparak bebeklerinin sağlıklı uzun bir ömür geçireceklerine inanır.
Çoğunlukla müslümanlar tarafından yapılır ancak bazı Hintli ailelerde bu olaya katılır.
Brezilya'nın Amazon bölgesinde yaşayan Satere-Mawe insanları, erkek çocukları için acı verici bir geleneğe sahiptir. Bir ‘erkek' olmak için erkek çocuk elini içinde bir sürü kurşun karıncasının bulunduğu dokuma eldivene sokmak ve elini tam olarak on dakika boyunca orada tutmak zorundadır. Bu karıncanın sokması anında verdiği acı doğadaki en acı verici ısırıklardan birisidir. Erkekliğe geçme yaşına gelen çocuk bunu yirmi kere belli bir süre boyunca tekrarlar.
Hz. Muhammet'in büyük oğlu Hüseyin İbn-i Ali'yinin ölümü anısına Şii'ler caddelere çıkarak kendilerini özel olarak tasarlanmış ve üzerinde bıçaklar ya da jiletler bulunan zincilerle kamçılarlar.Bazı gruplar ise başlarına bıçaklarla çizerler. Çocuklar da bu anmaya aileleri tarafından zorla katılır. Bu olay çoğunlukla Bahreyn, Pakistan, Hindistan ve Irak'ta olur.
Filipinler Sagada'da bulunan kireç taşlarından oluşmuş mağaralar, bölgenin ölülerinin evleri olarak kabul ediliyor. Bir çok insan mağaralara gömülürken, uzun zamandır süre gelen bir geleneğe göre, tabutlar da ölünün gömüldüğü mağaranın dışına asılıyor.
Yanamamö, Venezüela ve Brezilya'da bulunan büyük bir kabiledir. Hiç bir şekilde modern hayat onlara ulaşmamıştır ve halen eski geleneklerini korumaktadırlar. Onlardan birisi de ölülerin küllerini ve kemiklerini Yanamamö dini gelenekleri ölü bedenin hiç bir parçasının kalmamasını emredir. Bu nedenden dolayı bir Yanamamö öldüğünde cansız bedeni yakılır ve kemikleri kırılır. Artıklar aile arasında paylaşılır ve yenilir. Bedenin hiçbir parçasının kalmaması gerektiğinden külleri barındıran küp de yok edilir.
Vatikan ve antik Roma mezarlıklarında yakın zamanda yapılan kazılarda uzun zamandır unutulan bir gelenek ortaya çıkarıldı: Romanlar, ölüleriyle beraber yemek yer ve hatta onları beslerlerdi. Mezarların bir çoğunda, kabrin dışından ölünün vücuduna uzanan bir boru bulunuyor. Bu boru sayesinde ölüye şarap, bal ve diğer yiyecekler iletiliyordu. Roman mezarlarındaki borulara benzer cisimler ayrıca İngiltere'de de ortaya çıtkı. Antik Romanlar sık sık ölülerinin mezarının yanında piknik yaparlardı çünkü ölen kişinin de onlarla beraber beslendiğine inanırlardı.
Kenya ve Tanzanya'da bulunan etnik bir Afrikalı gruba ait olan bu gelenekte arkadaşlar birbirlerini garip bir şekilde selamlıyor: tükürerek.
Yeni bir bebek doğduğunda Masai erkekleri onun üzerine tükürerek, kötü ruhların ona yaklaşmasını önlüyorlar. Yaşlı kişileri selmalarken, bir Masai savaşçısı, yaşlı kişiye sıkması için elini uzatmadan önce avcuna tükürür. Bu, bir saygı işaretidir.
Güney Sulawesi, Endonezya'da yaşayan Torajan adlı etnik grup için cenaze töreni hayatın oldukça önemli parçalarından birisidir ve bir ailenin tören için gerekli parayı biriktirmesi zaman alabilir. Aylar süren bu zaman diliminde ailenin ölü üyesinin bedeni giysilere sarılarak evin altında bir yerde saklanır. Torajanlar ölen ruhun, cenaze gerçekleşene kadar onlarla yaşadığına inanır. Ölen kişi gömülmeye hazır hale geldiğinde tabutu genellikle bir mağaranın içine yerleştirilir ve ölen kişinin heykeli mağaranın girişinde dışarı bakar şekilde yerleştirilir.
Japonya ve Rusya'nın çeşitli yerlerindeki yerel kabileler, Ainular bir zamanlar etnik azınlığı animist (canlıcılık) dini kökleriyle etkilemişlerdi. Doğaya tapmaları nedeniyle, insanlığı kutsaması için ayıları öldürme geneleği geliştirmişlerdi. Bu ayinde, mağarasında kış uykusuna yatmış bir anne ayı seçiliyordu. Yavruları ise iki sene boyunca bir kafeste tutuluyordu ve bu sürenin sonunda dindarlıklarını göstermek için ‘dini geleneklerine uygun bir şekilde' vahşice katlediliyordu. Köylüler ayıyı kestikten sonra onun kanını içiyor ve etini yiyordu. Öldürülen ayının kafatası ters bir şekilde kendi derisine sarılarak bir mızrağın tepesine saplanıyordu. Mızrak anlamlı bir yere saplanıyor ve ona tapılıyordu. Ainular ayıların tanrı olduğuna ve onların insanların arasında yürüdüğüne inanıyor. Japonya'da bu ayin yasaklanmış olsa da bazı yerlerde devam ediyor.