İşte Erdoğan'ın konuşmasının satırbaşları...
Soma’daki kazanın ardından milletimiz örnek bir dayanışma sergiledi. Milletimiz vakar içinde birbirine kenetlendi ve acıyı azaltmanın gayretinde bulundu.
Milleti yaralayanlar da oldu ama milletin feraset bütün bu olumsuzlukları bastırmaya yetti. Bu hadisenin tüm boyutlarıyla aydınlatılması gerekiyor. Hem kazanın sebebi tam olarak aydınlatılacak hem de ihmali olanlar bunun hesabını vereceklerdir. Hiç kuşkusuz ne yaparsak yapalım o yarım kalmış hayatlar geri gelmeyecek. Ancak geride kalanları biz kutsal bir emanet olarak değerlendiriyor onların geleceklerini kendi meselemiz olarak görüyoruz. -Bu kazanın ardından en fazla üzerinde durmamız gereken konu bir kez daha iş sağlığı ve güvenliği konusudur.
Üretim, istihdam büyürken çalışma hayatı koşullarının buna paralel gelişme göstermediğini hepimiz görüyoruz. Trafikteki her araç belli süreler içinde muayeneden geçmek zorunda. İlk yardım kutusu yangın tüpü gibi aletlerinde araçta bulunması zorunludur. Ancak bazı vatandaşlarımız muayeneden önce eşten dosttan bu malzemeleri alıp muayeneye öyle giriyorlar. Ancak daha sonra trafikte bir olumsuzlukla karşılaştıklarında bunu maliyeti daha fazla oluyor. Tedbir maliyetlidir pahalıdır ancak tedbirin eksikliği çok daha pahalı çok daha maliyetlidir. Tevekkül asla ve asla tedbirsizlik anlamına gelmez. Kader ve kaza tedbiri elden bırakmak anlamına gelmez. Tayyip Erdoğan kaza ve kadere iman eder. Ancak buna inanmayanların da olduğunu biliyoruz. Bununla alay eden köşe yazarları da gördük. Her gün ortalama iki işçimizi iş kazasında kaybediyoruz. Rakamlar her yıl düşüyor. İşçi de işveren de en kötü ihtimale karşı tedbirini almak zorundadır. İş yeri sayısı artarken iş kazası oranı yüzde 55 azaldı. Elbette yeterli değil hedef bunu sıfıra doğru yaklaştırmak.
Dünyada hiçbir ülke iş kazasını sıfıra indiremiyor ama bu yönde çalışmaya devam etmek gerekir. 30 Haziran 2012’de devrim niteliğinde bir kanun çıkardık. İnsan hayatını öne çıkaran yasayı ülkemize kazandırdık. İşçi “bana bir şey olmaz” diyerek örneğin baretsiz çalışıyorsa sendika, işveren buna itiraz edecek. Canın telafisi yok. kalıcı hastalığın sakatlığın tedavisi yok.
Biz kentsel dönüşüm yapacağız depreme hazırlık çalışması yapacağız dedik. Hiçbir hükümet bunu kararını alamamıştır. Çoğu yerde itirazlar yükseldi. “Evimizi yıktırmayız” diyenler oldu, muhalefet, bazı STK’lar karşımızda durdu. Ama biz “oy kaybedecekse kaybederiz” dedik ve yola çıktı. O endişelerin gereksiz olduğu da ortaya çıktı. Şimdi aynı şeyi iş sağlığı konusunda da göstermek zorundayız. Hatta ben diyorum ki bizim adım atmamıza gerek olmadan işveren bunu adımını atsın, gerekeni yapsın. Siyasetçiler de bunu takipçi olsunlar. Medya her an duyarlı olsun. Sendikalarımız yolda bir kez inatlaşmayla polisle çatışmakla gündeme gelmek yerine bu konularla gündeme gelsin. Bu kazanın ardından Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Çok acı bir hadise yaşadık. Bunu artık minimize olması konusunda çalışmalıyız. Bir iş yeri çocuk işçi çalıştırıyor, sigortasız işçi çalıştırıyor, güvenlik tedbiri almıyor ama diğer bunu tam tersini yapıyor. Biri bire bin kar ederken diğer 10 kar ediyor. Bu da adil değil. Bunlar tüm dürüst kardeşlerimizin emeğinden alın terinden çalıyor. Bu haksız rekabetin önünde de birlikte geçebiliriz.
Ecdadımız nerelere kadar ulaştıysa biz de oralara ulaşmaya gayret ettik. Siz de oralara ulaşmaya çalıştınız. 2002’de 42 ülkeye vizesiz girerken bugün 70 ülkeye vizesiz girebiliyoruz. 12 yıl boyunca kamu ve özel sektör bir araya geldik ekonomiyi büyüttük, insan hak ve özgürlüklerini birlikte geliştirdik. 30 mart 2013 ile 30 Mart 2014 arasında yaşanan hadiseler Türk iş dünyasına önemli şeyler gösterdi. TOBB üyeleri arasında yapılan ankette ekonomik büyümeye ilişkin beklentilerin çok yüksek olduğunu gördük. Sokak eylemlerinin karalama kampanyalarının seçilmiş bir hükümete yönelik darbe girişimlerinin ekonomiye neler ödettiğini bu anket gösteriyor.
Türkiye tarihi başarıları yaşarken Gezi olayları adı altında şiddet olayları başladı. içeriden eline geleni ardına koymayanlar oldu. Dışarıdan sistematik bir kampanya başladı. Bu saldırının etkilerini telafi ettiğimiz sırada 17 ve 25 aralık darbe girişimini yaşadık. 30 Mart’ta bu darbe girişimcilerine gereken ders milletimiz tarafından en güzel şekilde verildi. Gerek gezi gerekse 17 ve 25 Aralık şahsım kadar milli iradeyi ve ülkedeki istikrarı, büyüyen Türkiye’yi hedef aldı. Benzeri saldırıların Mısır’ı Ukrayna’yı hangi noktaya taşıdığını görüyorsunuz.
Bu gösterilerin yaşandığı yerlerde camı çerçevesi kırılan kim. Benim esnaf kardeşim. Bu camı çerçeveyi yerine koymak isteyen kim devlet. Bankalara kadar saldırılar oldu. Buraları hatta yağmaladılar. Aynı manzarayı şu anda Soma kazasından sonra görüyoruz. Madenciler şehitlerimizin aileleri inanın umurlarında bile değil. Buradan nasıl siyasi sonuç çıkarırız diye iftiralar atanlar aleni provokasyon yapanlar var. Bunlara karşı ortak tavır geliştirmek hepimizin sorumluğudur.
-Eleştiri adı altında eğer demokrasimiz milli irade hele hele istiklalimiz hedef alınıyorsa buna bizde müsaade etmeyiz sizlerin de müsaade edeceğinize inanmıyorum. Basın özgürlüğünün olmadığı söylenen bir ülkede başbakan ve hükümete ağza alınmayacak sözler ediyorlar. Soma’da ölen işçilerimizin Ak Parti mitingine gittiği için müstahak olduğunu söyleyenler çıktı. Biz Soma’da yüzde 43 oy aldıysak CHP ve MHP’nin de yüzde 20 civarında oyu var. Aynı patronun bir diğer köşe yazarı ne şehittir ne gazi nokta nokta niyazi diyebiliyor.
Böyle bir nefret suçu aleni şekilde işlenebiliyor ve hala basın özgürlüğü yok deniyor. Polis asker bekçi şehit edenler hapse konuyor ve adları hapisteki gazeteci oluyor. Bu bir algı operasyonundur. Ve bu operasyonun hedefi şahsım hükümetin değil 77 milyonun kendisidir. Sayın başkan yeni anayasadan bahsetti. “60 maddede uyum var uzlaşma var. Gelin bu 60 maddeyi çıkaralım” dedik. Ama beyefendi “dört parti de gelmeli” dedi.
Sizlerin şahsında bütün Türkiye’ye sesleniyorum Tayyip Erdoğan sözünün adamıdır onlar da sözlerinin adamıysa gelin bunu yapalım. Bana diktatör yakıştırması yapanlar var. Tam karşımda. Tayyip Erdoğan diktatör olacak ve sen meydanlarda dolaşacaksın. Önce ağzınızdan çıkanı kulaklarınızın duyması lazım. Ne diyor başkan. “Sivil cumhurbaşkanı.” Sen sivil değil misin. Ben de sivilim. Hadi aday ol. Siz siville ne arıyorsunuz. Hala apoletli arıyorsanız o ayrı mesele. Ama kusura bakmayın biz sivil milli iradeyi temsil edenleriz. İlk defa millet kendi cumhurbaşkanını seçecek. Ve milletin seçtiği cumhurbaşkanına saygı duymak zorundayız.
Başbakan Erdoğan'dan sonra kürsüye gelen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasına sitem ederek başladı. TOBB yöneticilerine sert tepki gösteren Kılıçdaroğlu şunları söyledi:
Geçen yıl gelememiştim. Davet edilmediğim için. Bu yıl davet edildim geldi. Mutluyum huzurluyum.
Saygın her devletin protokol kuralları vardır. Şimdi ben TOBB’un değerli yöneticilerine seslenmek istiyorum. Siz neden bu protokol kurallarına uymuyorsunuz. Hangi gerekçeyle uymuyorsunuz.
Anaysa Mahkemesi’nde, Danıştay’da, Kutlu Doğum Haftasından protokol kuralları uygulanır.
Neden TOBB’a gelince uygulanmaz.
Eğer TOBB’un yöneticileri korkuyorsa korkmasınlar bu ülkede demokrasi var.
Derler ki kusura bakmayın Sayın Başbakan. Sizin koyduğunuz protokol kurallarını uyguluyoruz.
Konuştu ve ayrıldı neden beni dinlemiyor. Cesaret edemiyor. Sevgili dostlarım. Bu ülkenin büyümesi için alın terini döken değerli üyeler.
Burada dinleyince bir kişiyi sanki Soma’da ölümlerin sorumlusu işçiler. Size şu örneği vermek isterim: Uygar bir ülkenin yöneticileri ile devlet adamları ile uygar olmayan devlet adamları arasında fark vardır. Birisinde önce risk analizi yapılır riskler saptanır giderilir ve işçiler oraya konur.
Biz ne yapıyoruz kervan yolda düzülür. Öldükten sonra önlem alıyoruz.
301 kişi hayatını kaybetti Allah aşkına istifa sözcüğü aklına gelen bir siyasetçi var mı? Kalkıp nelerden bahsediyorsunuz. Akıl alacak bir şey değil.
Parasını vererek yayınlanmak üzere “vatandaş vergisini veriyorsa hükümet de hesabını verecek” afişi hazırlamıştık. Bütçe kanunlarının ne kadar öneli olduğunu biliyorsunuz.
Bu ilanların yayınlanmasını Başbakanlık koltuğunda oturan zat yasakladı.
“Bana diktatör diyorsun” diyor. Allah aşkına herhangi bir billboarda bu ilanı yasaklayan bir Başbakan’a dünyanın hangi modern ülkesinde sıradan bir devlet adamı kimliği ile seslenilir.
Bana diktatör diyor diyor. Yasama ve yargı benim için ayak bağı diyen anayasayı çiğneyen bir kişiye ne denir? Bana değil gidin bir hukukçuya sorun…
İki yıl önce size “ben Başbakan’ı eleştirirsem başıma bir şey gelir mi ve acaba telefonlarım dinleniyor mu?” diye size sormuştum.
Elinize vicdanınıza koyarak buna cevap verin ve onun bana sorduğunu öyle düşünün.
1946-2002 döneminde ortalama büyüme 5,2…
2002-2013 arası 4,9. Bir büyüme masalıyla karşı karşıyayız.
1 trilyon 600 milyar dolar para harcıyorsun ve büyüme rakamın bu. Bunlar benim değil devletin rakamları.
4,9’u küçümsüyor değilim ama bizimle yola çıkan ülkelerin aynı dönemde büyüme rakamı 6,4…
Biz Güney Kore’den öne otomobil üretmişti. Şimdi bizde otomobil yok Güney Kore’nin dünya çapında 3 büyük otomobil markası var.
Eğer ben binimle yola çıkan ülkelerden daha başarılıysam o zaman benim sözüm geçer.
Eğer siz katma değeri yüksek ürünler üretmek istiyorsanız eğitimi sistemine önem vermelisiniz.
İnsan oğlu tekerleği 3 milyon yılda buldu. Bugün ise her saniye bir buluş oluyor.
4+4+4’ü getirdiler. Kalkınma planında, hükümet programında, var mıydı yoktu. Bir kanun teklifi verildi. Beş arkadaş AKP’den imzaladı ve verdi. Hiçbiri eğitimci değildi.
Çocuklarımız 6 yaşında okullara götürüldü. Anneler rapor almak istedi bu ülkenin Başbakan’ı “sizin çocuklarınız geri zekalı mı” dedi.
Böyle bir şey söylenebilir mi bir anneye.
Sonra da dönüp ana muhalefeti suçluyorsunuz.
“Biri çıktı biz Müslümanız bizden mucit çıkmaz” biz ara elaman yetiştiririz dedi. Bu adamın inanın Müslümanlıkla alakası yok.
Cebiri bulan kim. Rönensansın doğmasına yol açan Müslüman bilim adamlarının Roma’ya götürüldüğünü de bilmiyor.