Phil Dawkes
BBC Spor Servisi
Futbolun efsaneleri oluyor zaman zaman.
Mesela Hollanda bunlardan birini yaratmıştı.
Sarı saçları ve fare lakabıyla Johann Cruyff.
Benzer bir efsaneyi 2000 yılında yaratan Fransızlar "Maviler" olarak biliniyor. Futbolda da renklerin önemi büyük.
Turuncuydu 2000 kupasının rengi. Turuncu olmasının nedeni turnuvanın evsahiplerinden birinin Hollanda olmasıydı. Hollanda'nın milli forması portakal rengi.
Fransızlar mavi renkleriyle 2000 yılına damgasını vurdu.
Hollanda ve Belçika'da yapılan Avrupa Şampiyonası'na katılmadan önce dünya futbolunun zirvesine çıkmış, evsahibi oldukları dünya kupasını kazanmışlardı.
Fransızlar Hendi Delaunay denilen Avrupa kupasını da almak istiyorlardı; bunu da başardılar ve evlerde, barlarda, cafelerde, bir ihtimal milyonlarca Fransızı mutlu ettiler.
İngiltere'deki Arsenal, İspanya'daki Barcelona takımlarında da oynamayan Emmanuel Petit'in söylediğine bakılırsa, Fransızlar 2000'e giderken dünya kupasının üstüne bir tane de Avrupa kupası alarak futbol tarihine geçmek istedi.
Futbol tarihine geçilmesinin nedeni, dünya futbolunda iki uluslararası turnuvadan kupayla dönen takımların sayısının az olması... Bu takımlardan ikisi, İspanya ve Almanya.
Bugüne kadar hiç bir milli takım üç ulusulararası turnuvayı üst üste kazanamadı. İspanya Euro 2012'yi kazanırsa bunu başaran ilk takım olacak.
Fransa'ya dönersek, 2000 yılındaki turnuvaya katılan Fransa gerçekten güçlü ve tecrübeli bir takımdı. Birkaç isim hala akıllarda olsa gerek: Laurent Blanc, Marcel ve Didier Deschamps... Ve tabi ki, Zinedine Zidane.
Fransızların kazandıkları iki kupa arasında kadro farkı da dikkat çekici.
Yapılan yorumlara bakılırsa, aslında Fransızlar 1998'i kazanırken daha büyük başarı elde etti.
1998'de evsahibi olan Fransız ekibinde kayda değer bir hücum oyuncusu yokken, 2000 yılında durum değişmişti.
2000 yılında takımın başında olan Lemerre, hücum oyuncusu sıkıntısı çekmediği gibi, üç iyi futbolcu arasında tercih yapma lüksüne de sahipti: Thierry Henry, David Trezeguet ve Nicolas Anelka.
2000 yılındaki kadroda bulunan Petit takımın ruhunu şöyle anlatıyor:
"Takımda birlik vardı; bir bütünün aralarında bağlantı olan parçalarıydık; aramızda bağlantı vardı. Oyuncuların saha içindeki hareketleri ve farklı durumlara nasıl uyum sağladıklarını biliyorduk. Dayanışma içindeydik" diyor.
"Belki de en önemli şeylerden bir tanesi, yanılmıyorsam takımdaki ilk 11'de yer alan oyunculardan sekizinin Avrupa'nın en büyük kulüplerinde oynuyor olmasıydı. Dolayısıyla baskı ve takım üzerindeki beklentilere aşinadıydık; bu da bize hedefimize ulaşma yolunda psikolojik güç verdi."
Fransa'nın 1998'de kendi evinde olsa bile, kupayı omuzlaması bir başarıydı ama 2000'de, bu, takımdan istendi ve beklendi.
Petit, takımın bu sorumluluğu sırtlanmak zorunda olduğunu ve nihayetinde bu baskının kendileri için avantaja dönüştüğünü söylüyor.
Euro 2000'in mutlaka iyi bir şampiyonu olması gerekiyordu.
"İyi şampiyon gerekliliği" bütün takımların iyi olmasından kaynaklanmıyordu.
Zayıf takımlar da vardı ama hiç bir maç izleyicilere verdiği keyif açısından eksik ya da zayıf olmadı.
Turnuvanın, oluşan beklenti doğrultusunda belki de en "kötü" maçı final maçıydı.
Ama final de, dram açısından eksiği olan bir maç değildi.
İtalya ile Fransa arasında oynanmıştı final.
İtalya 55. dakikada Marco Delvecchio'nun golüyle kupayı alacağını sanıyordu.
Dakika 90'ı geçmişti
Yedek kulübesinden gelen Sylvain Wiltford'un attığı gol maçı uzatmalara götürdü.
O günlerde yürürlükte olan ve kupayı Fransa'ya kazandıran "altın gol" David Trezeguet'in uzaktan attığı golle geliyordu.
Fransa böylece iki uluslararası turnuvayı üst üste kazanan takımlar arasına giriyordu.
İtalya'nın ise rövanş için altı yıl beklemesi gerekecekti.