ANKARA (İHA) - MİT eski Kontr-Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür, İnternet'teki sitesinde, Susurluk'ta yaşanan kaza ve sonrasında ortaya çıkan ilişkilerle ilgili şok açıklamalarda bulundu. Eymür, açıklamasında, Susurluk kazasının "kaza" olduğunu, olay günü MİT'in Abdullah Çatlı'nın da içinde bulunduğu Mercedes'i takip etmediğini belirtti. Eymür, Susurluk'ta meydana gelen kazanın ardından gazetelere yansıyan, Susurluk hakimi Sedat Karagül'ün, "Çatlı'nın arabasını MİT takip ediyordu" açıklamasının doğruları yansıtmadığını belirtti. 200 kilometrenin üstünde bir süratle giden Mercedes arabayı takip etmenin mümkün olmadığını ifade eden Eymür, "MİT'te o arabayı takip edebilecek özellikte takip arabası yok. Belki ancak havadan takip etmek mümkün ama MİT'in öyle bir imkanı da yok" ifadesini kullandı. Kazanın sebebini aşırı sürat olarak yorumlayan Eymür, Sedat Bucak'ın da bu yönde ifadesi olduğunu kaydetti.
"OLAYI BASINA HABER VERMESEYDİM ÖRTBAS EDİLİRDİ" Eymür, MİT'in Abdullah Çatlı'yı ve Susurluk'un diğer faillerinin faaliyetlerini 'görev icabı' takip ettiğine, ancak yok etmek gibi bir düşüncelerinin olmadığına dikkat çekerek, kazayı bir haber kaynağı vasıtasıyla ilk haber alanlardan birisinin kendisi olduğunu bildirdi. Haber kaynağına da olayı telefonla bildirenin Haluk Kırcı olduğunu belirten Eymür, "Haber kaynağımla görüştükten hemen sonra tanıdığım bir Jandarma Albay da arayarak olayı heber verdi" dedi. Eymür, olayı basına yansıtmakla çok isabetli bir karar verdiğini, aksi takdirde, Mehmet Ağar'ın "Hüseyin Kocadağ, aranan Abdullah Çatlı'yı yakalamış, İstanbul'a götürüyormuş" hikayesindeki gibi örtbas edilip saklanacağını ileri sürdü.
Eymür, başkanlığını yaptığı MİT Kontr-Terör Daire Başkanlığı'nın, Çatlı gibi imha gücü yüksek silahlarla yakalanan Söylemez Çetesi, Çakıcı Çetesi gibi organize suç örgütleri ile Engin Civan'ın vurulması, Ömer Lütfü Topal, Nuriye Uğur Kılıç ile Asgar Smitko ve Lazım Esmaeili'nin öldürülmesi ve Tarık Ümit'in kaçırılması gibi olayları da aynı hassasiyetle incelediğini ve izlediğini kaydetti. Bu çalışmalar çerçevesinde Çatlı dahil bu tip faaliyetler içinde olan kişi ve kuruluşlara ait 25 ayrı telefonun 1994-1995 yılları içerisinde farklı dönemlerini içeren görüşme dökümlerini, aranan telefon numaralarına ait abone bilgileriyle birlikte toplam 1756 aboneye ait 9512 görüşmenin incelendiğini belirten Eymür, "Özel bir bilgisayar programı vasıtasıyla inceleyerek ikili ve çoklu ilişkileri ortaya çıkarttı. Önemli veriler elde edilen bu çalışma Nisan 1995'te sonuçlandırıldı. Bu bilgiler Susurluk Komisyonu'na ve mehkemelere intikal ettirilmedi" ifadesini kullandı.
"ÇATLI VE POLİS DOSTLARI BİRBİRİNE DÜŞTÜ" Bu çalışmaların yürütüldüğü sıralarda İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu'na Alaattin Çakıcı'nın İstanbul'da önemli bir eylem hazırlığında olduğunu haber verdiğini, ancak kendisinin "Benim bulunduğum yerde Alaattin bir eylem yapamaz" dediğini ileri süren Eymür'ün diğer çarpıcı açıklamaları ise şunlar:
"Sayın hakim Karagül'ün Abdullah Çatlı'yı 'Emniyet'in takip etmediği' değerlendirmesi de bir anlamda doğru. Emniyet teşkilatı Çatlı'yı takip etmiyordu ama Çatlı'nın Emniyet içindeki ortakları onu dikkatli izliyorlardı. Zira o tarihte Abdullah Çatlı ile polisteki dostları parasal ilişkilerden dolayı birbirlerine düşmüşler, kanlı bıçaklı olmuşlardı. Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması, Abdullah Çatlı'nın evinin önünde el bombası bulunması ve Abdullah Çatlı'nın son günlerindeki tedirginliği bu çekişmelerle ilgilidir.
"ÇATLI İLE GÖRÜŞMEMİZİN VİDEO KAYDI VAR" Ben Abdullah Çatlı'yı iki kez gördüm. İlk görüşmemiz Diyarbakırlı eski öğretmen Cuma Yavuz aracılığıyla, ikinci görüşmemiz ise Çatlı'nın MİT'te çalışmasını isteyen Bedrettin Dalan aracılığıyla oldu. Anladım ki polisle arası bozulan Çatlı, kendisine korunacak yeni bir çatı arıyordu. Tabii ki bu çatı bir olmayacaktık. Yine de Tarık Ümit hakkında ve diğer konularda kendisinden bir bilgi alabilirim düşüncesiyle görüşmeyi kabul ettim. Ankara'da teşkilata ait bir evde kısa bir görüşme yaptık. Daha sonra görüşmeye ait video kaydı ile dokümante ettirdiğim bu kısa görüşmeye son verip ayrıldık.
"MÜSTEŞAR ÇEKİNGEN DAVRANMASAYDI"
Esasen benim düşüncem Abdullah Çatlı'nın Ankara'ya gelişinde sessiz sedasız alınarak sorgulanması ve bir çok olayın aydınlatılarak adli makamlara tevdi edilmesiydi. Onun Ankara'ya gelişlerinden ve nerede kaldığından haberimiz oluyordu. Bu konuda bir planlama da yapmış ve sorgu için kimsenin bilmediği özel bir yer hazırlatmıştım. Ancak müsteşar, 'Çatlı'nın silahlı olduğunu, çatışma çıkabileceğini, ayrıca Çatlı'nın arkasında siyasi destek bulunduğunu' belirterek bu önerimi reddetti. Bana kalırsa birçok yargısız infaz olayına katılan Çatlı için o anda görevde bulunan askerlerin de nasıl bir tepki vereceğini pek kestiremiyordu. Bu konudaki teminat ve ısrarlarım bir netice vermedi ve sonuçta bu plandan vazgeçtik. Belki müşteşar çekingen davranmayıp bu öneriyi kabul etseydi, bugün karanlıkta kalan bir çok husus ortaya çıkacak, bir müddet çalkalansa da yaşadığımız Türkiye bir başka, Abdullah Çatlı da hayatta olacaktı."