Görsel: John Short
Devasa boyutlardaki bilgisayarlardan yanımızda taşıyabileceğimiz boyutlardaki bilgisayarlara kadar çok şey değişti. Her şey mikroişlemcilerin icadı ile başladı. Üreticiler nihayet müşterilerin evlerine sığabilecek boyutlarda makineler üretmeyi o zaman başarmıştı. Fakat insanlar bu makinelere sahip olmak isteyecek miydi, üreticilerin akıllarındaki soru buydu.
Home Computers: 100 Icons that Defined a Digital Generation adlı kitabın yazarı ve gazeteci Alex Wiltshire’a göre bilgisayarların evlerimize girmesi teknolojiden ziyade pazarlama ve tasarım hikayesi. Wiltshire “Teknoloji zaten vardı. Önemli olan bu teknolojinin satın alınabilir ve kolayca kullanılabilir bir forma sokulmasıydı” dedi.
Wiltshire’ın kitabında belirtildiğine göre yapılan ilk bilgisayar modelleri hobicileri hedefliyordu. Bu nedenle kit adı verilen bilgisayarlar yalnızca ikili aritmetik gibi basit fonksiyonları yerine getirebiliyordu. Cazibeleri ise donanımın modifiye edilmesinde yatıyordu. Başka bir değişle bu bilgisayarlar işlevseldi; ancak bir forma sahip değildi.
1977’de ise kullanıcı dostu Commodore PET 2001 ve Apple II bir dönüm noktası olarak ilan edildi. Wiltshire büyük bir değişim olarak tanımladığı bu gelişmeyi “Fikir ‘ya bu bilgisayarlar herkesin kullanabileceği bir biçimde tasarlansa, paketlense ve sunulsa’ fikri etrafında gelişti. Böylece insanlar bilgisayar dili öğrenmeden veya evlerinde büyük alanlar ayırmasına gerek olmadan bilgisayar sahibi olabilecekt” sözleriyle anlattı. Wiltshire insanların raftan alıp televizyonlarına takabileceği nesneler olarak ev bilgisayarı fikrinin doğduğunu, bu fikrin hayata geçmesininse tamamen tasarıma bağlı olduğunu belirtti.
Bilgisayarlar için en büyük zorluk korkutucu olmalarıydı. Wiltshire’a göre bilgisayarlar “Evinizde olabilirim, rahatsız edici değilim ve her yeri kaplamayacağım” demeliydi. Gerçekten de Intertec Superbrain gibi bazı ilk modeller işlemci gücüyle övünürken, diğer modeller daha samimi yollarla pazarlandı. Genie, Acorn, Aquarius, Rainbow, Apricot ve Alice Wiltshire’ın kitabında yer alan çekici bazı markaların isimleri arasında.
Pazarlamadaki mesajlar renkli klavyeler, bej ve gri renkli yuvarlak hatlı dış çerçeve ile güçlendirildi. Yine de endüstrinin erken zamanlarında bir bilgisayarın neye benzemesi gerektiği konusunda çok az fikir birliğine varılmıştı.
Bugün hala standart kabuk edilen QWERTY klavye başından beri benimsense de geri kalan her şey deneyselliğe açıktı. Bazı bilgisayarların içinde küçük bir ekran bulunurken, bazı bilgisayarlar televizyona takılabiliyordu. Depolama ise, yanlarda, altta veya harici diskten tamamen ayrı görünüyordu. ICL Merlin Tonto telefon alıcısı özelliğindeyken, Sharp’ın MZ-80K adlı modeli bir mini kaset sürücüsüne sahipti. Farklılıklarına rağmen tüm modeller basitlik ve ebata odaklanmıştı. Örneğin işletmeleri hedef alan, erken model taşınabilir Osborne 1, 11kg ağırlığındaydı. Bilgisayarın 1981’deki reklamı “1.600 yazılı sayfaya eşdeğer verinin esnek disketlere kaydedilebilmesi” iddiasını taşıyordu. Bu kesinlikle, geleneksel bir evrak çantasından çok daha fazlası demekti.
Erken dönem ev bilgisayarlarının basit görünümü bir çeşit illüzyon gibiydi. Bilgisayarların arayüzleri, sezgisel olmaktan hala çok uzaktı. Kullanıcıların programları açması ve çalıştırması için kod satırları ve metin komutları girmesi gerekiyordu. Wiltshire endüstrinin tasarım dünyasıyla neredeyse hiçbir ilişkisi olmadığını, tasarımsal kararların üst düzey pazarlama ve yönetim tarafından alındığını söyleyerek “Kutularında göründüğü kadarıyla makinelerin zarafeti biraz kurnazlıktı. Çünkü bu görünüme rağmen hala monitörü ve disk sürücüsünü takip eden kablolarınız olacaktı” diyor.
Maliyetler de ayrıca aldatıcıydı. Eklentiler, diskler ve harici donanım, reklamlarda belirtilenin üstünde bir fiyatı getiriyordu. Wiltshire’ın görüşüne göre fiyat, erken dönem makinelerin dizaynındaki itici güçtü.
Osborne, evrak çantası büyüklüğündeki taşınabilir bilgisayarı piyasaya sürdükten iki yıl sonra iflas etti. Endüstrideki Spectravideo ve Oric gibi büyük oyuncular da fiyat savaşlarında yenildiler. Aynı zamanda endüstri, çoklu platformlara uyumlu yazılım ve oyun geliştirmeyi zahmetli kılan standartların eksiklikliği ile eleştiriliyordu. Geliştiricilerinse tasarımlarını her makinenin teknik özelliklerine göre dönüştürmeleri gerekiyordu. Yine de dönemin rekabet ortamı sektörü ileri taşıyacak yeni teknolojileri ortaya çıkardı. Mikroişlemciler hızla güçlendi ve grafik arayüzlerin geliştirilmesiyle bilgisayarlar hiç olmadığı kadar kullanıcı dostu haline geldiler.
90’lı yıllara gelindiğinde, Microsoft herhangi bir bilgisayara bağlı olmayan Windows işletim sistemiyle pazar hakimiyetini kurdu. Bir bilgisayarın neye benzemesi gerektiği hakkında da fikir birliği ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu fikir birliğine göre ilgisayar, üzerinde bir monitör ve önünde bir klavye olan dikdörtgen bir kutuydu.
Wiltshire’a göre artık insanlar bir bilgisayardan ne beklemesi gerekiğini ve pazarlamacılar da bu bilgisayarı nasıl satacağını biliyordu. Wiltshire, bilgisayarların sonraki süreçlerini “Güzel bir obje değildi, masanın üzerine konması gerekiyordu. O zaman bile bilgisayarı koyabileceğiniz yer seçeneği kısıtlıydı ancak masa üstüne konması, ev bilgisayarlarının devam eden dönüşümü için bir zorunluluktu” sözleriyle tanımlıyor.
Bu gelişmeleri Apple’ın ikonik modeli iMac G3 izledi. Bir dizi parlak renkle yaratılan yeni nesil Macintosh’lar 1998’de reklam panolarında, televizyon ekranlarında boy gösterdi ve sonunda evlere girdi. Çağın daha büyük masa üstü bilgisayarları ile karşılaştırıldığında, bu model temiz ve kablosuz görünümüyle dikkat çekiyordu.
Apple’ın ikonik reklam filminde, bu bilgisayarlar “1. Adım: Fişe takın. 2. Adım: Bağlanın. 3. Adım: Bu kadar, başka adım yok” sözleriyle tanıtıldı.
iMAC G3, Wiltshire’ın kitabında yer verdiği en son model. Bu model, kişisel bilgisayarların arzu edilen tasarıma kavuştuğunun, bir dönemin sonuna gelindiğinin ve yeni bir dönemin başlangıcının işareti olarak kabul ediliyor. Wiltshire yaşanan bu değişimi “İnsanlar artık masa üstlerinde bej kutuların yaşayacağını ve bu kutulara katlanmak zorunda olduklarını kabul etmişti. Ama Apple bu algıyı değiştirerek ‘hayır böyle olmak zorunda değil, bunlar güzel birer nesne olabilirler, zarif olabilirler ve sadece çalışırken değil günlük hayatınızın bir parçası olabilirler’ mesajını verdi” sözleriyle özetledi.