Gizli servislerin istihbarat satrancı

PKK'nın Silvan baskınından beri yedi ülkenin gizli servisinin karıştığı bir istihbarat savaşı yaşanıyor.

İsrail, İran, Suriye, Almanya, İngiltere, ABD ve Türkiye'nin içinde olduğu bu savaşta bakalım kim kimi mat edecek
Bundan tam üç ay önce, yani geçtiğimiz Temmuz ayının 14. gününde yazın, kuru sıcağıyla bilinen Diyarbakır kırsalı, bomba ve uzun namlulu silahlarla askerlere saldıran PKK'lıların çıkardığı cehennemi bir yangına sahne oldu. Bilanço ağırdı: 13 şehit, yedi yaralı... Silvan saldırısının siyasi faturası da yüklü oldu. Tıpkı 1993 yılında Bingöl'de 33 erin şehit edildiği saldırıdan sonra olduğu gibi Kürt meselesinin çözümü ve PKK'nın silah bırakması sorununda umutlar bir başka bahara kaldı. Sabah'ın haberine göre; Devletin istihbarat örgütünün gizlice PKK yöneticileriyle görüştüğü ve Kürt meselesinin çözümünde sona doğru yaklaşıldığı bir süreçte meydana gelen Silvan saldırısının başka derin anlamları da var. Silvan saldırısı, üçü de kritik süreçlerde meydana gelen Bingöl, Reşadiye ve İskenderun baskınları gibi karanlık istihbarat operasyonlarının kokusunun sindiği bir PKK saldırısıydı. Mezkûr ve meşum saldırı; İsrail, İran, Suriye ve Avrupa gizli servislerinin karıştığı bir dizi psikolojik harp operasyonunun miladı oldu. Bu hafta, Üç Boyutlu Portre'de işte bu operasyonların 'üç boyutlu analizini' yapacağız ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT), dolayısıyla Türkiye'nin bu operasyonlara hangi kontr-istihbarat ataklarıyla cevap verdiğini araştıracağız.
**MOSSAD'IN MİT OPERASYONU**
Bunun için öncelikle biraz geriye, MİT'in yönetiminde, Türk istihbarat tarihinin en önemli değişikliklerinden birinin yaşandığı 2010 başına gitmek gerekiyor. Aslında MİT'teki değişim, post- Atasagun döneminde yaşanan küçük çaplı devrimin mimarı, teşkilatın en kıdemli ismi Emre Taner'in 2005 yılında müsteşarlığa getirilmesinden sonra başlamıştı. Kürt sorununa ilişkin uzmanlığı ve duyarlılığı ile tanınan ve hatta "Ben Kürt meselesini Ape Musa'dan öğrendim," diyen (Ape Musa namıyla bilinen Musa Anter'in 1992'de JİTEM tarafından öldürüldüğünü hatırlatalım) Emre Taner döneminde şimdilerde çok tartışılan MİT-PKK görüşmelerinin tohumları atıldı. Devlet, bu dönemde Kürt sorununun çözümü için benzerine rastlanmamış bir 'pozitif psikolojik operasyon' başlattı. Bu operasyonun fitilini ateşleyen de Emre Taner'e yakınlığıyla bilinen, psikolojik istihbarat uzmanı MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş oldu. Emre Taner, Mayıs 2010'da görevi, genç halefi Hakan Fidan'a devrettiğinde MİT'in, Kürt sorununun çözümü için ektiği tohumlar büyümüş ve operasyonun son aşamalarına gelinmişti. Ancak Fidan'ın göreve getirilmesinden sonra MİT'in bile pek hesaplayamadığı bir şey oldu. Hakan Fidan'ın şahsında Teşkilat'a yönelik ciddi bir psikolojik operasyon başlatıldı. Operasyonu kurgulayan adres İsrail'di. Sadece suikast işinde değil, psikolojik harp konusunda da mahir olan İsrail gizli servisi Mossad, Hakan Fidan'ın 'İran'ın adamı' olduğu yönünde bir şayia yaymaya başladı. İddia, yaratıcılıktan yoksun ve mantıksızdı. Ama MİT-PKK görüşmelerinin deşifre edilmesiyle doruğuna ulaşan psikolojik operasyonlar zincirinin ilk halkası olan bu söylenti kısmen işe yaradı. Peki, İsrail ve dolayısıyla Mossad neden Hakan Fidan'a cephe almıştı? Bir gizli servis, dünya istihbarat tarihinde hiç örneğine rastlanmayacak şekilde bir başka ülkenin istihbarat teşkilatının yeni patronuna niye alenen saldırırdı? İstihbarat kaynakları bunu iki sebebe bağlıyorlar: Hakan Fidan'ın TİKA, yani Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Başkanı olduğu dönemde dört yıl boyunca yürüttüğü çalışmaların başarılı olması. İsrail ayrıca Fidan'ın, Mossad'ın bazı gizli operasyonlarını bildiğinin farkındaydı ve bu operasyonlara ilişkin bilgilerin İran'a verileceğinden endişe ediyordu. Bu yersiz endişe, zamanla güçlü bir paranoyaya dönüştü. İşte bu faktörler, Türkiye'nin, bölgesinde izlediği aktif politikanın sonuçlarıyla birleşince istihbarattaki ilk düşmanın silüeti iyice belirginleşti. Ve bu ilk düşman -İsrail- PKK üzerinden Türkiye'ye yönelik büyük bir psikolojik operasyon başlattı. İlk olarak 2010'un Haziran ayı başında, Gazze ablukasını delme niyetiyle İskenderun'dan yola çıkan Mavi Marmara gemisi yoldayken İskenderun'da Deniz İkmal Komutanlığı'na roketatarlı saldırı düzenlendi: PKK'nın eylem tarzına pek uymayan bu saldırıda 6 asker şehit oldu. PKK, eylem tarzına uymayan saldırıları 14 Temmuz 2011'deki Silvan saldırısından sonra yoğunlaştırdı. Polis hedeflerine yönelik bu saldırılardan birinde 4 Eylül'de Tunceli'de halı sahada maç yapan bir polis şehit oldu ve onu izleyen eşi öldü. 20 Eylül'de Siirt'te dört genç kadın 'sehven' öldürüldü. İki gün sonra Diyarbakır'da tamircilerle konuşan Yunus ekibine yönelik saldırıda bir polis şehit oldu. Bütün bu saldırılar, askeri hedeflere yönelik eylemleriyle tanınan ve 32 yıllık tarihinde büyük şehirlerdeki bombalı saldırılar dışında sivil öldürmeyen PKK'nın yerleşik imajıyla pek örtüşmüyordu. İstihbarat birimlerinin tespitlerine göre bu tür saldırıların emrini veren isim Suriye'de 'Arap Baharı muhalefeti'ni kanlı önlemlerle bastıran Beşşar Esad yönetimiyle ilişkileri olduğu belirtilen Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin'di. Bahoz Erdal imzalı eylemler, PKK eksenli istihbarat operasyonlarına İsrail'den başka bir ülkenin daha dâhil olduğu kuşkusunu doğuruyordu. Bu ülke, son dönemlerde Türkiye ile ilişkileri bozulan Suriye idi.
**KARAYILAN HİKÂYESİ**
Silvan saldırılarından yaklaşık bir ay sonra 12 Ağustos'ta istihbarat savaşlarının bir parçası olan ilginç bir haber yayıldı. İddiaya göre PKK'nın İran kolu PJAK'a yönelik kapsamlı bir askeri operasyon başlatan İran, örgütün iki numaralı ismini, Murat Karayılan'ı yakalamıştı. Normalde -şayet enterne edilmediyse- Karayılan'ın Roj TV'ye çıkıp "Yakalandığım söyleniyor, yakalanmadım, Kandil'deyim," demesi gerekirdi. Ama Murat Karayılan, yakalandığının öne sürüldüğü bir hafta boyunca ortalıklarda görünmedi. Bu durumda Karayılan'ın gerçekten İran tarafından yakalandığı ve sonra Suriye ile NATO'nun füze kalkanı konularında Türkiye ile yürütülen birtakım pazarlıklardan sonra serbest bırakıldığı inandırıcı görünüyor. İstihbarat kaynakları, bu süreçte PKK içinde İran'la ilişkileri bozmamaya özen gösteren kanadın öncüsü Cemil Bayık ve onun kontrolündeki ekibin Karayılan'ı Tahran'a teslim etmiş olma ihtimali üzerinde de duruyor. Eğer bu ihtimallerden biri doğruysa yılan hikâyesine dönen Karayılan olayı baştan sona İran'ın psikolojik operasyonuydu. Ancak istihbarat birimlerinin üzerinde durduğu bir başka ihtimal daha var: Karayılan'ın yakalandığı haberi bir dezenformasyondu ve bu haberi yayan istihbarat kaynağı ile MİT-PKK görüşmelerini deşifre eden kaynak aynıydı: İsrail. İlkinde amaç Türkiye'nin -PKK/ PJAK'la mücadelede Batılı müttefikler de dâhil bütün ülkelerden daha fazla işbirliği içinde olduğu- İran'la arasına terörle mücadele konusunda kuşku tohumları ekmekti. İkincisinde ise amaç hem Hakan Fidan'ı ve MİT'i yıpratmak, hem de Kürt sorununun çözümü sürecine taş koymaktı. Bu değerlendirmeler, birbirine düşman iki ülkenin, İsrail ve İran'ın farklı amaçlarla PKK üzerinden Türkiye'ye karşı nasıl istihbarat operasyonu yürüttüğünü gözler önüne seriyor. Buna bir de Suriye'nin Fehman Hüseyin üzerinden yürüttüğü operasyonları, Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin Koma Civaken Kurdistan (KCK), Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üzerinden yürütmeye çalıştığı siyasi istihbarat operasyonlarını ve İngiliz gizli servisi MI6 ile Amerikan gizli servisi CIA'in Türkiye ile İsrail arasında denge sağlamak için yürüttüğü operasyonları ekleyin. Bu durumda İsrail gizli servisi Mossad, İran gizli servisi Savama , Suriye gizli servisi El-Muhaberat, Alman gizli servisi BND, İngiliz gizli servisi MI6 ve Amerikan gizli servisi CIA'in köşelerine yerleştiği bir altı köşeli yıldız oluşuyor. Yahudiliğin sembolü olan 'Davud'un Yıldızı'nı andıran bu yıldızın merkezindeyse Türk gizli servisi MİT var. Bu yedi servis, gizli istihbarat savaşı oyununu, İran geleneğinde seçkin bir yeri bulunan ve savaş oyunu olarak bilinen satrancın prensipleriyle oynuyor. Bakalım istihbarat satrancında kim kimi mat edecek?
**'CASUS BELLI' DÖNEMİ KAPANDI**
PKK üzerinden yürütülen uluslararası psikolojik savaşın Türkiye açısından olumsuz sonuçlarını bertaraf etme görevi İstihbarata Karşı Koyma (İKK) başta olmak üzere kontr-operasyonlardan sorumlu olan Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait. Emre Taner'in müsteşarlığına kadar Soğuk Savaş döneminin sistematiğiyle faaliyet yürüten MİT, bu dönemden sonra konsept değiştirdi. İstihbarat kaynakları, Soğuk Savaş döneminde İKK faaliyetlerinin günümüze oranla kolay olduğunu, zira hemen hemen bütün istihbarat operasyonlarının büyükelçilik ve konsolosluklar üzerinden yürütüldüğünü belirtiyor. O dönemde İKK faaliyetlerinin görece kolaylığını anlatmak için Latince savaş nedeni anlamına gelen "casus belli" ifadesi kullanılıyormuş. İstihbaratçılar sözgelimi bir konsolosluk kâtibinin gerçekte hangi faaliyeti yürüttüğünü bilir ve kendi aralarında "casus belli" derlermiş. Şimdi turist, öğrenci, arkeolog, akademisyen ve gazeteci gibi kisveler altında faaliyet yürüten yabancı istihbaratçıları deşifre etmek eskisi kadar kolay değil. İstihbaratçılar bu durumu, "Casus belli dönemi kapandı" sözleriyle değerlendiriyorlar.
Anahtar Kelimeler: