İş yaşamı insanlığın hayatını idame ettirebilmesi için yapmaya başladığı etkinlik olarak karşımıza çıkar. İlkel dönemde çalışmak hayatta kalmanın en temel aktivitesiydi. Barınma ihtiyacının karşılanması, beslenme ve avlanma konuları aslında tarih önce çağların en kritik noktalarıydı. Coğrafi keşifler dünya ekonomisinin gelişmesine neden oldu. Bu durum çalışma hayatını ve prensiplerini tamamen değiştirdi. Sanayi Devrimi’nden sonra işçilerin çalışma koşulları gündeme gelmeye başladı. Boş zaman ve tatil gibi kavramlar işçiler arasında sürekli konuşulan talepler arasında yer almaya başladı. Modern bir olgu olan hafta sonu tatili, sendikaların gelişmesi ve işçilerin taleplerini daha yüksek sesle duyurmaya başlamasıyla gelenekselleşti.
Sanayi Devrimi’nin beraberinde getirdiği şehirleşme ve çalışma hayatı tüm yenilikler, insan ihtiyaçlarının dçnüşüm sürecine girmesine neden oldu. Emeğin mal ve hizmet üretimde karşımıza çıkması dinlemeye olan ihtiyacı arttırdı. 18. ve 19. yüzyılda yaşanan teknolojik gelişmeler, fabrikaya dayalı üretim sürecini yaygınlaştırırken insan emeğine olan ihtiyacı, dolayısıyla çalışma sürelerini fazlalaştırdı. Bu dönemde “emek” üretimin ve hizmetin en temel unsuruydu. Özellikle gelişmiş sanayisi bulunan İngiltere gibi ülkelerde insanlar haftanın yedi günü, günde 14-16 saat aralığında çalışmak zorundaydı. Bu süreçte Almanya ve İngiltere’deki işçiler sendika etrafında birleşerek hem işverenlere hem de devlette karşı seslerini duyurmaya başladı. Böylece çalışma hayatında, hafta tatilinin önemi sosyal politikalar kapsamında değerlendirilmeye başladı.
Günümüzde hafta sonu tatili olarak isimlendirilen dinleme günleri ilk başlarda her ülkede farklı olarak uygulandı. Dini ve milli anlamda özel günler tatil günlerini belirlemede etkili oldu. Osmanlı Devleti’nde resmi bir düzenleme bulunmazken, Cumhuriyet döneminin ilk 20 yılında hafta tatilleri çeşitli kanunlarla düzenlendi.
Sanayi Devrimi’nin ilk çıkış noktası olan İngiltere’de zanaatkarlar kendi çalışma düzenlerini kendileri şekillendirmişti. Pazar günleri Hıristiyanlık inancından kutsal gündü. Bu nedenle zanaatkarlar Pazar günleri atölyelerini açmıyordu. Ancak emek yoğun bir üretim sürecine girildikten sonra “Kutsal Pazartesi” kavramı oluşmaya başladı. İnsanlar Salı gününden Cumartesi akşamına kadar çalışır, Pazar günleri dini ve hatta resmi tatillerini yapar, Pazartesi günleri de dinlendikten sonra tekrar mesaiye başlardı. Bu gelenek 19. yüzyılın ortalarına kadar sürdürüldü. İşverenler, bu tatil günlerinin üretim sürecine zarar verdiğini düşünmekteydi. Ancak işçiler ve zanaatkarlar Pazar ve Pazartesi günleri tatil yapma konusunda ısrarcıydı. Sadece işçiler değil, dini kurumlar ve sendikalar da tatil günlerinin çalışma verimini artıracağını iddia ediyordu.
1842 yılına gelindiğinde “Erken Kapanış Derneği” ismiyle lobi faaliyetleri yürüten bir kampanya grubu kuruldu. Bu dernek Pazartesi tüm gün çalışma karşılığında Cumartesi öğleden sonrasının resmi tatil olması için uzun bir süre mücadele verdi. Cumartesi gününün bir diğer önemi Yahudilerin Şabat günü olmasıydı. Cuma güneş battıktan Cumartesi akşamına kadar olan Şabat gününde çalışmak yasaktı. Cumartesi günleri; yemek pişirmek, odun toplamak, ateş yakmak ve hatta günümüzde tuvalet kağıdı koparmak dahi yasak kabul ediliyor. Avrupa’nın geneline yayılan Yahudi nüfus için, Cumartesi günlerinin tatil olması son derece makul karşılandı. Derneklerin, sendikaların ve işçilerin desteğiyle kısa bir süre sonra Cumartesi ve Pazar günleri tatil olarak benimsenmeye başladı.
Öte yandan, modern dönemde futbol maçları Cumartesi günü öğleden sonra düzenlenmeye başladı. Bu durum işçi sınıfı için Cumartesi tatillerini daha cazip hale getiriyordu. 19. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Cumartesi öğleden sonra ve Pazar tam gün tatili dünyanın pek çok bölgesinde uygulanmaya başladı. Bu durum şu an için geçerli olan 48 saatlik tatil süresinin zeminini oluşturdu. Günümüzde hafta sonu tatilinin iki değil üç gün olmasına yönelik çeşitli çalışmalar sürüyor.
Osmanlı Devleti’nde çalışma hayatı genellikle tarlalarda ve küçük zanaat işletmelerinde sürüyordu. Nüfusun önemli bir kısmı kırsal kesimde hayvancılık ve tarımla uğraşıyordu. Sanayi gelişmemişti. Bu nedenle erken dönemde bir işçi sınıfı oluşmadı. Zanaat işletmelerinde ise usta-çırak ilişkisi devam ediyordu. Büyük işletmelerde çalışanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Avrupa’da olduğu gibi işveren ve işçi ilişkisinin tanımı tam olarak yapılmamıştı. Fabrika gibi büyük işletmelerin bulunmaması Cumhuriyet’in ilan edilene kadar usta-çırak ilişkisinin devam etmesine yol açtı. Bu durumda ise hafta tatilleri tamamen ustanın insiyatifindeydi. Ölüm, evlenme ya da hastalık gibi durumlarda ustalar çıraklarına izin verirdi. Bunun dışında Cuma günü gibi dini açıdan önemli günlerde çalışılmazdı. Osmanlı İmparatorluğu çok uluslu bir imparatorluktu. Müslümanların Cuma, Yahudilerin Cumartesi, Hıristiyanların ise Pazar günü dini günüydü. Bu durum imparatorluk genelinde standart bir tatil uygulamasının gerçekleştirilmesini engelledi. Ancak dünya büyük bir hızla değişiyordu. Bu değişimden Osmanlı halkının etkilenmemesi mümkün değildi. 1908 yılında Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle ülke genelinde sosyal politikalar gündem olmaya başladı. Düşük ücret, ağır çalışma koşulları, çocuk işçi gibi konu başlıkları dile getirildi. Ancak Cemiyetler ve Tatil-i Eşgal Kanunu gibi düzenlemelerle çalışanların sesleri kesildi. Cumhuriyet dönemine kadar ise devletin işçilere karşı olumsuz tutumu devam etti.
Cumhuriyet’in ilanı her alanda olduğu gibi çalışma düzeninde de köklü değişikliklere neden oldu. Henüz rejim ilan edilmemişken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu İzmir İktisat Kongresi’ni topladı. Çalışanların haklarının korunabilmesi için çok önemli bir adımdı. Anadolu işgal altındaydı, ancak o ortamda bile ülke ekonomisini düzeltmek için ince hesaplar yapılmaktaydı. Bu kongrede sadece erkeklerin değil kadın çalışanların da söz hakkı vardı. Cumhuriyetin ilanının ardından 1924 yılında “Hafta Tatili Kanunu”yla haftanın Cuma günleri tatil olmasına karar verildi. Bu kanun ilk defa Türkiye’de çalışanların tatilini yasal bir çerçeveye oturtuyordu. Ancak kanunun kabul edilmesinin ardından birtakım sorunlar ortaya çıktı. Ülkede hala gayrimüslim nüfus fazlaydı. Yahudiler Cumartesi günleri çalışmıyordu, Hıristiyanlar ise Pazar. Böylece bu durum 3 günlük işgücü kaybına yol açıyordu. Ancak 1935 yılına kadar Cuma günleri resmi tatil olmaya devam etti.
Türkiye yeni kurulmuş bir ülke olarak komşularıyla ve Avrupa ülkeleriyle arasındaki ticarete büyük önem veriyordu. Avrupa’da hafta tatili Cumartesi ve Pazar günleriydi. Bu nedenle ülkeler arasındaki yazışmalar ve ticaret devamlı sekteye uğruyordu. Bu ise ekonomisini güçlendirmek isteyen Türkiye’nin kabul edemeyeceği bir durumdu. Avrupa ülkeleri, yeni bir ülke için hafta tatilini değiştirmezdi. O halde geriye sadece bir çözüm kalıyordu. 1935 yılında “Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Kanunu”yla tatil günleri tekrar düzenlendi.
Türkiye’de hafta tatili artık Cuma günü değil Pazar günüydü. Bu kanuna göre, Ramazan ve Kurban bayramları dini açıdan önemli olduğundan tatil günü ilan edildi. Bunun dışında Cumhuriyet, Zafer, Ulusal Egemenlik gibi milli bayramlar da tatil günü olacaktı. Kanuna göre hafta sonu tatili Cumartesi öğlen 13.00’den Pazartesi günü sabahına kadar devam edecekti. Türkiye’nin her yerindeki işletmeler için kanun geçerli olacaktı. Bu durum hem işgücü kaybını engelledi hem de ticaretteki uyuşmazlıkları ortadan kaldırdı. Tatil gününün değiştirilmesi Türkiye’nin Batı ülkeleriyle iktisadi yönden bütünleşmesine katkı sağladı. 1930’lu yılların şartlarında düzenlenen yeni kanun çok fazla bir değişikliğe uğramadı. Günümüzde benzer uygulama hala devam ediyor.