Hasbihâl

Pençeleriyle ruhumuzu parçalayan siyâsetin elinden hiç firâr ediyor muyuz?!

Bugünkü yazımızda, daha çok siz değerli okurlarımızla bir hasbihâl edelim istedik. Kendimizi de dâhil etmek üzere; acizâne sorularımızı hep beraber sorup, hep beraber kendi benliğimizdeki yerlerini sorgulayıp cevaplandırabilelim istedik...

Meselâ...

Pençeleriyle ruhumuzu parçalayan siyâsetin elinden hiç firâr ediyor muyuz?! Eğer ediyorsak, ruhumuzda bir dinginlik hâli olduğunu da anında fark ediyoruzdur mutlaka... O ruh dinginliği içinde elimizi rafa uzatarak bir kitap çıkarıp okumak, başkalarının dünyasına dalmak, satırların arasında sükûta yolculuk etmek isteğimiz olmuyor mu hiç?!

Reklam
Reklam

Yutar gibi okuduğunuz satırlardan bir benzerlik nedeniyle kendi geçmişinizdeki bir hatıraya daldığınız, gözleriniz sözcükleri birer birer takip ederken; aslında okuduğunuzda değil, hatıranızla baş başa olduğunuzu çok sonra fark ederken aynı satırlara yeni baştan döndüğünüz olur mu hiç? Sizi bilmem ama bendenizde sık sık olur bu...

Çoğunlukla, her birisi bir hayâl ürünü olan romanlarda kendi küçük dünyamızı bulmaz mıyız?! Ya da kendi hayâl dünyamızı o romanla harmanlayıp, kurgulamaz mıyız?!

Elbette ki daha önemlisi: Edebiyata ilgi duyar mıyız? Roman, şiir, hikâyeler, denemeler, anılar, mektuplar ilgimizi ne kadar çeker?!

Bendeniz hep, “iyi bir romancı, roman kahramanını evin sofasından bahçeye üç sayfa doldurmadan çıkarmaz” derim... Bunu iki şekilde cevaplamak mümkündür. Öncelikle çok yüksek bir hayâl gücüne sâhip olmanız gerekir. İkinci olarak da o yüksek hayâl gücünü yazıya dökme kabiliyetine sâhip olmak... Bendenizde böyle bir yüksek hayâl gücü de, -olsa bile- onu yazıya dökme kabiliyeti de yok... Onun içindir ki okur olmaktan öteye gidemedik bir türlü...

Reklam
Reklam

***

Felsefe ile aramız nasıl?

Kant, Hegel, Nietzche, Rousseau, Voltaire, Sartre vb feylesoflar ilgimizi çeker mi?

Her Allah'ın günü lümpen gıdıklayıp prim yapma peşinde olacağımıza, hiç olmazsa arada sırada felsefenin ummanına dalmayı seçer miyiz?!

Lev Tolsytoy, Fyodor Dostoyevskiy, Aleksandr Puşkin, Maksim Gorkiy, Jack London, Edgar Allan Poe, Honore De Balzac ve benzerlerinin eserlerine şöyle bir göz atıyor muyuz? (Geçtiğimiz günlerde, birisinin yazdığı bir yorumu gördüm: “... biliyor musun, Andrey Puşkin Erzurum’a geldikten sonra bizim Kars’ta falanca hamamda yıkanmış!” Açsa okusa, şöyle bir göz dahi atmış olsa koca şairin adının Andrey değil, Aleksandr olduğunu bilecek en azından!)

Olmadı, kendi dünyamızdan: Mevlana'dan, Şems'ten, Fuzûlî'den, Sâdî'den, Hâfız'dan hiç olmazsa günde bir katre tasavvuf bâdesi içer miyiz?!

Pekiyi, dünya devleri çıkardığımız Divan Şiiri ile aramız nasıl?!

Nedim'i, Bâkî'yi, Nef'î'i, Şeyh Galib'i, Taşlıcalı Yahya'yı, Nâbi'yi, Şeyh-ül İslâm Yahya'yı, Ziya Paşa'yı ve daha yüzlercesini biliyor, okuyor, anlıyor muyuz?!

Reklam
Reklam

Arûz denince aklımıza Arzu, Nâzım' denince de Nâzım Hikmet mi geliyor sadece?!

(“Efendim, bunların çoğu eski Türkçedir. Okusak da anlamıyoruz!” Anlamadığınız metinleri e mail adresime gönderin, ben size tercüme ederim...)

Tamam, anladık; Hanım'ın Çiftliği'nden Orhan Kemal'in, Aşk-ı Memnu'dan da Halid Ziya'nın adını öğrendik... Ya diğerleri?

Şemseddin Sami, Hüseyin Rahmi, Mahmut Yesari, Ahmet Rasim, Reşat Nuri Güntekin, Mehmet Akif Ersoy, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Peyami Safa, Yaşar Kemal, Kemal Tahir ve gene daha yüzlercesi...

Bütün bunları tenezzül buyurup okuyor muyuz diye sormak halt etmektir... Okumadığımız, okumadığımız için de her Allah'ın günü o site senin bu site benim dolaşarak ona buna ağzımızdan tükürükler saçarak küfrettiğimiz çok belli olmuyor mu?

Kendimizi, câhil iken ârif, dallama iken de âllame sandığımız da bundan dolayı değil midir?

Nezaketimizi, nezahatimizi, letafetimizi, zarafetimizi, bilgimizi, görgümüzü artırmak istiyorsak: Yukarıda adı yazılanların, yazılmayanların; onların ardıllarının, öncüllerinin kapılarını çalacağız... Bu kapıların hepsinin üstünde "Tıkla ve Destursuz Gir" yazıyor...

Reklam
Reklam

Bakınız, atalarımız ne güzel özetlemişler:

“Arif ile sohbet etmek; Lâl-ü Mercan, İnci'dir.

Câhil ile ülfet etmek; âkibet can incidir (incitir)...”

Not: Eski bir yazımdır. Henüz güncelliğini yitirmiş değil, uzun süre de yitireceğini sanmıyorum.

cahitkilic54@mynet.com

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz