Telefonum çaldı, bilmediğim bir numara.
Alo ben Batuhan, diye başladı konuşmasına.
Bir cerrahın ekstrem maceralarını filme alıyorlarmış.
Ekstrem deyince sanırım Kanyoning sporunu atlamak olmazdı.
Böylece Kanyoning Türkiye’ye ulaşmışlardı.
Projeyi dinledim çok heyecanlandım, mutlulukla kabul ettim ve macera için bende özel yeri olan Söke, Yamaç köyündeki keşfini de yaptığım kanyonu tercih ettim.
Zaman kısıtlıydı, üç kameraman ve bir doktoru kanyondan geçirecektim fakat yeterli ekipmanımız olmadığı için hemen projeyi Kaya Safety yönetimine sundum.
Cüneyt bey eksiksiz olarak tüm ihtiyaçlarımızı tamamladı ve ne gerekiyorsa yanındayım diyerek ufkumu açtı.
Artık hiçbir engel yoktu.
Benim için bu bir hayaldi, sizin de imkansız bir hayaliniz varsa onun gelip kapınızı çalmasını beklemeyin, gidin onun kapısına, direnin!
Söke söke alın hayattan hakkınızı.
Ekipmanları kişisel çantalara yerleştirirken Uğur ve Hakan da benden ayrı beşer kez daha kontrol ediyordu, kim hangi ekipmanı kullanacak ise tek tek itinayla çantalarına yerleştiriyorduk.
Hakan’ın sel felaketine maruz kaldığı kanyondu burası.
İçerideki diğer inişleri merak ediyor musun? dedim, o an gözlerindeki parıltıyı görmeliydiniz, heyecandan nefesi kesildi evet bile diyemedi.
Hadi sana da bir çanta hazırlayalım dedim, ikimizin ekipmanını tek bir çantaya koyduk.
Tüm hazırlıklar tamamdı. Olası bir kazaya karşı yedek ekipman, portatif sedye ve ipleri de ayarlamıştım.
Tüm ekipmanımızı büyük bir ustalıkla aracımıza yerleştirdik ve sabah erkenden yola çıktık.
Arabada sırayla istek şarkılar çalarak, güle oynaya ve tecrübe aktarımı ile buluşacağımız Söke’ye yakın Doğan Bey köyüne vardık.
Burası mübadele döneminde 1924 de terk edilmiş tarihi bir Rum köyüydü.
Tam da milli parkın göbeğinde yamaca kurulmuş Tarihi ise 1890’lı yıllara dayanıyormuş. Köyün o dönemlerdeki ismi "Domatia" imiş.
Sırtını sarp kayalıklı dağa yaslamış, mimari harikası taş evler aynı zamanda mükemmel deniz manzaralı.
Sokaklar Arnavut kadırımlı, bahçeler ise renkli, renkli çiçekli ve bakımlı.
Tepeden bakınca önünde büyük Menderes Deltası, tüm lagün sanki ayaklarınızın altına seriliyor.
İşte tam da bu köyün meydanında buluşuyoruz.
Bazen bir macera o kadar nefes kesicidir ki insanlara inanılmaz gelir, bazen bir insanın tutkuları o kadar büyüktür ki ona inanmayanları ezer geçer, bazen cesaret o kadar büyüktür ki size mütevazilik verir.
Dikkat edin bu macera her an sizi de harekete geçirebilir.
Kesilmiş, kenara atılmış koca bir ağacın gövdesini kendime seyir koltuğu yapıyorum.
Can dostum köpeğim Sezar kucağımda, lagündeki dalgaların ışıltısını seyrediyorum.
Tam kendimden geçmişken arkamdan bir ses geliyor ‘’Haydar hocam’’ ve büyük buluşma gerçekleşiyor. Doktor ile buluşmuştuk.
Çok enerjik ve güler yüzlü biriydi, biraz sohbetten sonra köy kahvesine gidip kahvemizi yudumlamaya başladık.
O kadar sıcakkanlı ve samimi ki yan masada Yunanistan’dan gelen turistler ile anında samimiyet kurdu. Hatta kahvenin yanındaki küçücük lokumdan bile mutlu olmuştu.
Sokak hayvanlarına olan yaklaşımını görmeliydiniz, takdire şayandı.
Evet dedim kendime, bu macera çok lezzetli olacak, bu doktorun damarlarında maceraperest kanı dolaşıyor.
Tarih kokan sokakları gezerken dükkanlara girip sohbetler ediyoruz, köylülerden detaylı bilgiler alıyoruz.
Köy çıkışındaki eski taş yapı olan ilkokula gidiyoruz, burası boş kalınca Milli parklar tarafından müzeye çevrilmiş ve mutlaka görülmeye değer. Tam müzeden çıkacakken jandarma kapıda karşılıyor bizi ve çekim yapamazsınız diyorlar
Kameralarımızı kapatıyoruz, ne kadar anlatsak da dinlemiyorlar.
Tabii ki hiçbir şeyin modumuzu düşürmesine izin vermeyeceğiz.
Oradan ayrılıp lagüne iniyoruz. Sahil muhteşem. Adeta büyülenmiştim, yemeğimizi yerken ertesi gün için planlar yapıyoruz.
Belediyenin bize tahsis ettiği konağa geçiyoruz, Cumhuriyet kurulmadan önce yapılmış hala dokusunu koruyan bir konak. Konağı incelemekten uyumayı unutuyorum.
Saat 03:30 olmuştu bile artık uyumamız lazım, sabah 06:00 da hazır olmalıydık. Sıkı bir kahvaltıdan sonra 08:00 de buluşup kanyon girişine geçecektik.
Artık büyük an gelmişti harika bir lokantada sıkı bir kahvaltı yaptık, atıştırmalıklarımız ve içeceklerimiz tamdı.
Yamaç köyüne hareket ederek yarım saat sonra kanyon girişine vardık fakat köy içindeki çekimlerden dolayı saat 10:00 olmuştu.
Artık girişe geç kaldığımız için B planı ile hareket edecektik.
Çantaları tek tek çıkararak hızlıca ekipmanları dağıttım, Batuhan, Furkan ve Ender kameralarının ayarlarını yapmış geçiş için hazırlardı.
Doktor Deniz ekipmanları tanıdığı için bir çırpıda giyinmişti kemerini.
Hakan da benimle birlikte giyinerek hazırlanmıştı.
Küçük bir brif vererek kanyona doğru ilk adımlarımızı atmaya başladık.
Köpeğim Sezar ekip liderimizdi, önden giderek bize yol gösteriyordu.
Bunun bağımlılık yaratan bir spor olduğunu, içeriden çıktıktan sonra karaktere yansıyan bir ışık olduğunu yine bu ekibe de hatırlattım.
Daha önce Kanyoning Türkiye dernek merkezimizde eğitim verdiğimiz için hazırlığımız sorunsuz ve eksiksizdi.
Zaten yeni Kaya Safety ekipmanları hepimizde apayrı bir güven yaratmıştı.
Kanyon girişi çok fazla çalı çırpı ile dolu olduğundan ilerlerken dikenli örtü bizi çok yavaşlatıyordu.
Kameralar ile ilerlemek B planımızı da tehlikeye sokmuştu.
Bir süre bu mücadeleye devam ettik ama gücümüz yetmiyordu, çok yavaş kalmıştık.
Kameraman arkadaşların iyi görüntü alabilmelerini sağlamaya çalışıyordum.
Kanyon efsaneydi, geçiş görüntüleri de öyle olmalıydı.
İki saat geçmiş olmasına rağmen hala kanyon girişine gelememiştik.
Tüm ekibi bir araya topladım. Bu hız ile ilerlersek geceyi kanyon içinde geçirmek zorunda kalacağımızı belirttim.
Tek kamera ile ilerlememizin daha sağlıklı olacağını, aksi takdirde C planına geçiş yapacağımızı belirttim.
C planı asla tercih etmeyeceğimiz bir yoldu.
Aksi bir durumda geceyi içeride domuz yataklarının dibinde, minik bir ateş yakarak geçirecektik.
Her kanyon geçişi mutlu son ile bitmez.
Bazı kanyonlar masal gibidir, büyüsüne kapılır içinden geçemezsin.
Bazı kanyonlar ise ızdırap gibidir çıkabilmek için zihinsel savaşa girersin, benden söylemesi ‘’kesin bilgi, kaybedersin’’.
Kanyonda sevdalar ıslak ve kayalıktır. Üşütürse donarsın, zaman geçmez olur, orada hançer gibi keskindir gece ayazı…
Kanyonun barındırdığı yüksek ısı geceleri dondurucu soğuk ile yer değiştiriyordu.
Kanyonu nasıl geçerim diye asla düşünmem, kanyonu geçerken neler engel olabilir diye düşünürüm. Bu geç kalış hiç aklımın ucundan dahi geçmeyen bir engeldi.
Çıkış zamanı gelmişti ama biz daha yeni kanyon girişine gelebilmiştik.
Öğlen oldu, güneş tam tepede ve biz ilk kayalık bölgesindeki yüksek inişe geldik.
Buradan inerseniz artık geri dönüş imkansız diye son konuşmamı yaptım.
Tek tek tüm gözlere baktım, herkes kendinden emin haydi devam dediler.
İlk inişi Batuhan yaptı. Kullandığı ekipman sayesinde emniyetçiye gerek yoktu. İner inmez kamerasını ayarlayarak doktorun inişini kaydetmeye başladı, ardından Hakan ve diğer kameraman arkadaşlar indiler. Ben iniş istasyonumuzu kendime göre ayarlayarak iner inmez ipimizi topladım.
Kayalık ve patlatma yapılan maden bölgesine giriş yapmıştık.
Daha iki ay önce buradan geçiş yapmış olmamıza rağmen tüm kayalar yer değiştirmişti.
Hayretler içindeydim, kim bilir kanyon içi nasıl değişmiştir.
Ekip bitki örtüsü sınavını daha yeni aşmışken şimdi de patlatılmış kaya sınavı başlamıştı.
Tüm kayalar üzerine basınca yerinden oynuyordu.
Saat 14:00 aslında normal şartlarda bu saatte çıkış yapmış olmalıydık, giriş öncesi köy içi çekimleri çıkış saatimizi çok zora sokmuştu.
Ve kayalar üzerinde seke seke iniş istasyonumuza gelmiştik.
Burada yüksek, negatif olan bir iniş olmalıydı ama yok! Dev gibi bir kaya geçiş yolunu kolaylaştırarak yolumuzu açmıştı.
Kameraman arkadaşların alınlarından ter oluk oluk akıyordu, her fırsatta yudum yudum su içmelerini hatırlatıyor hızımızı onlara göre ayarlıyordum.
Doktor Deniz sanki yıllardır Kanyoning sporu yapıyor gibi rahattı, daha önce deneyimlediği mağaracılık sporu ona çok şey katmıştı.
Zakkum çiçeklerinin arasından ilerleyerek iki inişi daha tamamladık ekip şahaneydi, her bölgeden geçerken orası ile ilgili bilgiler veriyordum.
Artık kanyon içinde kalacağımız garanti gibi gözüküyordu. Furkan, “Hocam ne zaman mola vereceğiz” dediğinde anlamıştım, artık ilk mola verme zamanı gelmişti.
Oysa mola alanımıza daha vardı. Benim de omuzum dayanılmaz derecede ağrımaya başlamıştı.
Çantamda Bold takımı, bold, ilk yardım çantası, delici hilti takımı ve ekstra yedek uzun yardımcı ip vardı yaklaşık ağırlık da 40kg.
Bu ekipmanları normal şartlarda en az üç kişi taşımalıydı.
Her inişte omuzlarımdaki ağrı dayanılmaz hale geliyordu, Hakan’da da yük çok fazlaydı ama sorunsuz bir geçiş için kameraman arkadaşların yüklerini almalıydık.
Sel’e yakalandığımız bölgeye geldik tüylerim diken diken, art arda iki inişten sonra benim mahsur kaldığım bölgeye geliyoruz.
Doktor Deniz sorunca anlatmaya başlıyorum nasıl ateş yaktığımı.
Hipotermiye girmedin mi diyor.
Gözlerimden yaş istemsizce dökülüyor ve o anı tekrar yaşıyorum.
Hava artık iyice kararmaya başladı burada kalabiliriz dedim.
Batuhan gece geçişi nasıl oluyor acaba diye sordu. Doktor Deniz de neden gece devam etmiyoruz diyince, uzun bir yemek molasından sonra geçişe devam kararı aldık.
Size güveniyorum arkadaşlar diyemeden Batuhan ‘’Hocam sizinle her kanyona saate bakmaksızın gireriz dedi.’’ Ben de bu güveni boşa çıkaramazdım.
Ekipmanlarımız Kaya Safety’den ve tam profesyonel iniş aletleriydi.
Cüneyt Bey eksiksiz tam destek sağlamıştı, ben de ekipmanlara güveniyordum.
Toplam dört inişimiz kalmıştı ama her biri yüksek dört iniş.
Hava tam zifiri karanlık olmuştu, göz özü görmez, el eli bulamaz durumdaydık.
Ortak karar ile gece geçiş deneyimini yaşayacaktık, bu bambaşka bir heyecandı.
50m yüksek inişin başına gelmiştik aşağısı dipsiz bir kuyu gibi görünüyordu.
Kafa lambam çok kuvvetli olmasına rağmen kayaların girinti çıkıntısı görüşümüzü kesiyordu.
Doktor deniz ilk inişi yapmak istediğini söyledi ve yerini aldı. İstasyonu kurdum ve yaklaşık 70m ipi aşağıya sarkıttım. Ay yeni doğmuş sarı sıcak ışığı içimize sızıyordu.
Doktor ipe girdi, inişe başladı. Arkasına baktığında kocaman bir karanlıktan başka bir şey göremiyordu. Onun cesareti tüm ekibe ilham oluyordu.
İndiği yerin son derce güvenlikli olduğunu ve inerken sadece inmeyi düşünmesi gerektiğini söyledim.
Arkana bakma! Kaybolursun… oldu son sözlerim.
Zaten ne zaman geriye bakarsan atacak adımın kalmaz ve varacağın yeri de kaçırırsın.
Düşünce kalkmayı en iyi öğreneceğin yerdir kanyonlar.
Oradan gece geçerken iyi bir plana ihtiyaç yoktur, bazen derin nefesler alarak ellerini gök yüzüne uzatmak istersin, Ay’a ulaşmak istersin.
Sen ekip liderine güven, kendini bırak ve neler olduğunu o zaman gör…
Hayallerime bir adım daha yaklaşmıştım, son üç iniş kalmıştı.
Doktor inişini tamamlarken ben de arkadaşlara gece kanyon geçişi yapan bir avuç insandan birileri olduklarını anlatıyorum. Yüzlerde haklı gurur…
Gece olunca mekan artık akreplerin. Akrep deyince Furkan birden ayağa kalkıyor ve aşağıdan beklediğimiz o gür ses geliyor ‘’İp booooşş!’’
Furkan hemen inişe başlıyor. Ardından Batuhan ve Ender inişlerini tamamlıyor, Hakan da ikinci kez son kontrollerini yaparak inişe geçiyor.
Yukarıda karanlıkta unutulan tüm ekipmanları da üzerime bağlayarak Ay ışığında Söke vadisine doğru inişimi tamamlıyorum. Yağ gibi akarak spotif inişim 5 saniye sürüyor, yüzlerdeki heyecan ve adrenalin görülmeye değer.
Ay tam tepemizde sanki bize çıkış yolunu göstermek için ışıl ışıl parlıyor. Saat 23:00, daha önce bu saatte kanyonda olan ve geçiş yapan insan sayısını düşünüyorum da, sanırım 10 kişiyi geçmez.
Tüm ekip çok yorgun, ben ise tamamen bitkin durumdayım ama daha çok zorlu yolumuz var.
Bir kez daha hatırlatma yapıyorum kazaların çoğu kendini en güvende hissettiğin zamanda ve bir anlık boşlukta olur diye uyarıyorum.
50m inişten uzun ipi toplamaya başlıyorum, çekiyorum çekiyorum ip gelmiyor, kendimi kasarak zorluyorum ve küçük küçük mesafelerle ip akmaya başlıyor.
İpi toplamamız uzun sürüyor ve 15 metrelik sonraki inişi de sorunsuzca tamamlıyoruz.
Artık son iki 30m’lik inişe gelmiştik. Aşağıya baksan sanki 300 metre gibi bir etki yaratıyordu.
Buradan her geçişte bacaklarım tir tir titriyordu. Yine öyle oldu.
Hasan Gedikli abim her zaman derdi ki ‘’Dizlerin titremiyorsa bir sorun var demektir.’’
Ne demek istediğini şimdi daha iyi anlamıştım. Bu heyecan ve adrenalin patlamasıydı.
İniş için istasyonu kurdum Doktor öncü inişini yaptı ve ardından tüm ekip minik bir balkonda koyun koyuna beni beklemeye başladı.
Sırt çantam omuzlarımı kanatırcasına yara yapmıştı. Kendi çantamı taşımakta bile zorlanıyordum, tam kırk kilo yük beni geri geri çekiyordu.
O ağırlıkta sırtımda altın olsa tereddüt etmeden geri boşaltırdım ama o çantada ekip için yedek ekipman vardı, gözüm gibi koruyarak taşıyordum çantayı.
Kendimi o ana kadar çok kasmıştım, inişimi yaptım ve ayaklarım yere değdiği anda sol koluma büyük bir sancı ile kramp girdi.
Yorgun vücudum artık dayanamamıştı, 50m çektiğim ip tüm enerjimi çekip almıştı benden.
“Ahh” diye öyle bir acı acı inleyişim vardı ki anlatamam. Kolum çelik gibi kasılmıştı ve iniş yarım kalmıştı.
Vücudum artık tamam durmalısın diye beni uyarıyordu.
Son bir iniş kalmıştı, duramazdım.
Uzun bir moladan sonra 30m inişin ortasındaki balkonda olduğumuzu anladım.
Burada iniş için istasyon yoktu, gündüz geçişlerimizde sürekli burayı pas geçiyorduk.
Hepimiz güvendeydik, burası doktorun ilk kez istasyon kuracağı yerdi.
Çekiç ile Bold çakacağımız yeri tespit ettim. Bold takımını hazırlayarak doktora verdim.
Hilti ile ikili istasyon deliğini açarak geçişi hazır hale getirdik. Küçük balkondan sıra ile tek tek aşağıya inmeye başladık yine ilk inişi doktor yapmıştı. Ardından tüm arkadaşlarım son iniş yapacağımız yere vardılar.
Kolumun ağrısından duramıyordum ama bunu arkadaşlarıma hissettirmemeliydim.
İniş yapan arkadaşlarıma kafa lambam ile yol göstermeye çalışıyordum, inişe başlayan arkadaşım birkaç adım sonra karanlığın içinde kayboluyordu.
Her inişe başlayan arkadaşım sanki derin bir bilinmezliğe gidiyordu.
Hayatta iki türlü acı vardır: hiçbir şey yapmadan beklemenin acısı ve hayallerin için çalışırken çektiğin acı. İkisi de seni olgunlaştıran acılardır, zeki davranırsan acıyı bal eyleyebilirsin.
Zafere bir adım kalmıştı. Çektiğim acı zerre kadar umurumda değildi.
Ender bu inişte ipe girdi ve dedi ki:
“Hocam, adım atacağım yeri de görmüyorum ne yapmalıyım?”
Göz göze geldik, on saniye sessizlikten sonra sen gidince ben burada yalnız kalacağım.
Sen ilk adımını geri geri at devamı gelecek dedim, öyle de oldu.
“Anladım” dedi ve tam profesyonel bir kanyoncu gibi son inişine başladı.
İnerken “Burayı ilk fırsatta sportif olarak geçmeliyiz” dedi. Şu halinden bile mutluydu.
Nasıl bir hayaliniz varsa asla vaz geçmeyin, onun için bedel ödeyin, mutlaka onu deneyin.
Daha önce kanyon geçmek ejderhalar ile savaşmak gibi bir şey demiştim, orada her zaman çok güzel esinti olur, tüm dertlerinizi alır götürür.
Ejderhalar uyurken kanyondan geçersen güvende olursun. Tam da öyle bir sessizlikte ilerliyorduk.
Zifiri karanlığın geçişimizi zorlaştırması yetmez gibi tüm kanyon duvarlarında ilginç böcekler vardı. Onlara zarar vermemek için her birimiz çok hassas hareket ediyorduk.
Artık son inişe gelmiştik. Burası kanyonun en riskli bölgesiydi. İstasyonun nerede olduğunu iyi bildiğim için oraya güvenlikli geçmeliydim.
İstasyon uçurumun kenarında dar bir boğazın sonundaydı.
Doktor Deniz güvenliğimi alarak beni aşağıya sarkıttı.
Hemen kendi güvenliğimi aldım ve istasyonu kurdum.
Başarının bedelini ödemeyenler, başarısızlığın bedelini ömür boyu öderler, eğer başarılı olmak istiyorsan kazanma arzun kaybetme korkunu ezerek yenmelisin.
Zifiri karanlıkta 6 kişilik bir ekip ve uçurumun kenarı, bu tehlikeli kombinasyon karşısında durumu maceraya çevirecek bir ekibe sahiptim.
Kanyon çok şey öğretiyor insana, her iniş yaptığında bazı şeylere boşu boşuna üzüldüğünü anlıyorsun, alışmayı ve kabullenmeyi anlıyorsun sonra bir bakıyorsun ki seni acıtan ne varsa hepsi uçup gitmiş.
Her insanın içinde kanyonlar gibi keşfedilmeyi bekleyen bir yanı vardır, belki de o kişi sensin, tüm güvenliğini alarak sorumluluğa girmelisin ve emin ol ki kendini orada daha iyi tanıyacaksın.
İşte bundan sonra mucizelere hazır olmalısın.
Kanyonları dinlemek çok önemlidir. Ne dediğini anlamak kadar ne demediğini anlamak da önemlidir, çok sıcakta sana gelme der mesela ya da normal zamanda tüm arkadaşlarını toplayıp kalabalık gelme de der.
Ev sahibi gibi kalabalığı hiç sevmez.
Ay artık gecenin karanlık koynuna saklanmış parlak yüzünü bizden saklıyordu.
Artık istasyon hazırdı ve kafamı yukarı kaldırınca Batuhan ile göz göze geldik.
Ben ilk inerim hocam dedi ve yanıma geldi. İneceği yerin tarifini yapıyorum, tertemiz bir zemine ineceksin ayağına dolanan küçük çalılar seni tedirgin etmesin dedim.
İpe girdi ve ilk adımını attı.
Bu zafere giden en büyük adımdı. Kanyonu neredeyse bitirmiştik. Yağ gibi kaydı gitti.
Minik lambası sadece ayak uçlarını aydınlatıyordu. İp boş diye bağırdı.
Aşağıda yalnızdı ama sağda solda başka ışıklar da görmeye başlamıştım. Oysa başım da dönmüyordu gayet de iyi hissediyordum.
Gözlerimi her ovaladıkça ışık sayısı artıyordu, ne olduğunu anlayamadım. Şaşkındım.
Sıradaki sporcu da inince aşağıda kalabalık sesler gelmeye başladı. Bu hiç normal değildi, zihnim yoksa bana oyunlar mı oynuyordu bilmiyorum.
Ayşe Teoman sel felaketinden sonra bir gün bana “Sen Kanyoning sporunda ne kadar çok hırslı bir adamsın” demişti, tebessüm ederek gözlerindeki benim için hissettiği endişeye baktım çünkü ona katılmıyordum.
Ben hırslı falan değilim. Sadece inandığım ama gerçekten yürekten inandığım hayallerimin peşinden koşturuyorum. Hepsi bu.
Bu spor benim hayatımın merkezi olmuştu.
Hayallerimin gerçek olması için mücadele veriyorum.
Bunu adı hırs ise evet o zaman ben hırslı bir adamım.
En son Hakan da inişini yaptı ve ben istasyonu artçı pozisyonuna getirerek inişimi yapacaktım, ipi yukarı toplayarak çiftli şekilde istasyonumu kurdum.
Topladığım ipin fazlalığını aşağı atıyordum ama ip bir yerlere takılarak aşağı varamıyordu. Üçüncü denemede de hala ip aşağı ulaşmıyordu. Enerjim neredeyse bitmişti. Sakince ipi topladım ve var gücümle ileriye attım, şimdi iki uç da aşağı ulaşmıştı.
Artık sıra bendeydi, sonuncu istasyondaydım.
Kanyon ile veda konuşmamı yaptım ve benim inişimi sağlayacak olan boldu öptüm.
Eldivenimi çıkararak parmak uçlarımla kanyon duvarlarına dokundum.
Bu beni çok heyecanlandırmıştı bir o kadar da içim hüzün ile kaplanmıştı.
Geçişimize izin verdiği için teşekkür ederek inişime başladım.
Aşağıya vardığımda gördüğüm ışıkların hayal değil jandarmanın ışıkları olduğunu anladım.
Ekip olarak bizi kanyon çıkışında karşılamışlardı. Gelmeleri ve bize yol açmaları güvende olduğumuzu hissettirmişti.
Kendi kendinize yüksek sesle sorun bakalım, başkasının hayallerini yaşayacak kadar zamanınız var mı?
Zamanınız kıymetliyse kendi hayallerinizi zorlayın, geride bıraktıklarınıza değil içeride sizi bekleyen güzelliklere odaklanın.
Ben içerde ruhsal bir güç olduğuna inanıyorum, bu güç senin içinde var olan gücü de açığa çıkarır sen sen olursun. Bunu anlamak için başka insanlara bakmana gerek yok.
Başkalarının ne dediğine odaklanma, onay aradığını anladığın an çöküşün başlar, komik, eğlenceli ve neşeli hissediyorsan tek eksik olan adrenalindir.
Desinler diye, derler diye yaşamayı bırak! Dans mı etmek istiyorsun?
Çantanı alıp yollara mı çıkmak istiyorsun? Ne yapmak istiyorsan onu yap, saniye bile tereddüt etme çünkü mutlu olamamanın, hayattan keyif alamamanın, zevk alamamanın, gülümseyen bir yüze sahip olamamanın tek sebebi eylemsizliktir.
Ortaya bir şey koyamazsanız kendinize en büyük cezayı vermiş olursunuz.
Başka kanyonlarda görüşmek üzere…
KADAK
Kanyoning Türkiye
Kanyon ve Doğa Sporları
Arama Kurtarma Derneği Başkanı
Haydar DAŞTAN