Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Sibel Temür, sadece bağışıklığı zayıf kişilerin değil, sağlıklı kişilerde de enfeksiyon odağı tedavi edilmediğinde kan yolu ile tüm vücuda yayılan organ yetmezliği geliştiren sepsisin, septik şoka neden olabileceğine işaret etti.
Sepsisin tanı ve tedavisinin de oldukça zor bir sorun olduğunun ve hastalığın görülme sıklığının da her yıl yüzde 9 oranında artış gösterdiğine işaret eden Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Sibel Temür, konuyla ilgili şu bilgileri verdi:
“Sepsis, herhangi bir enfeksiyona karşı konağın oluşturduğu anormal ve aşırı immün yanıta bağlı oluşan hayatı tehdit edici organ fonksiyon bozukluğudur. Enfeksiyon ve organ yetmezliğinin birlikteliğidir. Vücutta odak olarak başlayan bir enfeksiyon tedavi edilmediğinde ilerleyerek kan sistemi ile yayılarak tüm vücudu içine alan bulgular ile çeşitli organ sistemlerinde hasarlanma ve organ yetmezliği tablosu oluşturabilir. Dolayısıyla her enfeksiyonunun sepsise dönme riski bulunur.”
Hastalığın tanısının klinik ve laboratuvar bulgularıyla konulabildiğini söyleyen Prof. Dr. Sibel Temür, sözlerine şöyle devam etti:
“Sepsiste organ yetmezliği ve enfeksiyon bir arada olduğu için bulgular da değişebilir. Bazı durumlarda enfeksiyon, bazen de organ yetmezliğine ait bulgular ön plana geçebilir. Bu nedenle enfeksiyonun ön planda olduğu vakalarda organ yetmezliği olup olmadığı da değerlendirilmelidir. Sepsiste klinik ve laboratuvar bulgular ile tanı konmaktadır. Enfeksiyona ait klinik bulgular; konuşmada bozukluk, bilinç bulanıklığı, ateş, titreme, kas ağrısı, idrar yapamama, şiddetli solunum sıkıntısı, ölüm hissi,ciltte beneklenme ve solukluk şeklinde sistemik bulgular olabildiği gibi enfeksiyon odak noktasına ait bulgular daha ön planda olabilmektedir. Septik şok tablosunda hastanın tansiyonunun çok düştüğü nabzının düzensizleştiği dolaşımın bozularak doku oksijenlenmesinin de hipoksi düzeyine indiğini görüyoruz.”
Prof. Dr. Sibel Temür, hastalığın tedavisinin aciliyet gerektirdiğine işaret ederek, ilk saat içinde yapılacak erken ve etkin müdahaleyle sepsise bağlı hastane ölüm oranının yüzde 60’tan yüzde 20’lere indiğini söyledi. Sepsise neden olan patojenin bakteriyel, viral, mantar, paraziter veya bilinmeyen bir enfeksiyon olabildiğini ve tedavide de spesifik patojene yönelik antibiyoterapinin çok önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Sibel Temür, “Hastanın hem klinik hem laboratuvar değerlendirmesi hızla yapılır iken gerekli sıvı ve antibiyoterapisinin başlanması önceliklidir. Hastanın kan kültürüne göre geniş spektrum başlanan antibiyotik birkaç gün içinde daraltılarak sadece tespit edilebilen patojen mikroba spesifik antibiyotiğe değiştirilir” ifadelerini kullandı.
Tüm dünya için son derece önemli bir sorun olan antibiyotik direnci konusunun sepsis tedavisi için de oldukça önem taşıdığına dikkat çeken Prof. Dr. Sibel Temür, “Basit viral üst solunum yolu hastalıklarında antiviral etkisi hiç olmayan antibakteriyel geniş spektrum antibiyotiklerin bilinçsiz kullanımı vücutta direnç gelişimine neden oluyor. Sadece gereksiz kullanım değil aynı zamanda antibiyotiklerin düzgün zaman aralıklarında ve etkin sürede kullanılmaması da antibiyotik direncinin oluşmasına neden olabiliyor. Bu durumda, sepsis gelişmesi halinde verilen antibiyotikler bu gelişen direnç nedeni ile etkisiz kalıyor ve ne yazık ki tedavi için hasta mikroplara karşı savunmasız duruma düşebiliyor” diye konuştu.
Sepsisin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye açısından da son derece önemli bir sağlık sorunu olduğunun ve önlemek için de toplumsal farkındalığın artması gerektiğinin altını çizen Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Sibel Temür, alınması gereken önlemlerle ilgili şu bilgileri verdi:
“Öncelikle bireysel hijyen sağlanmalı ve özellikle yaşadığımız dönem itibariyle daha da önem kazanan el yıkama alışkanlığı geliştirilmeli. Çocuklarımızda bu kültür oluşturulmalı. Bunun dışında bir diğer önemli nokta, antibiyotiklerin gereksiz kullanılmaması ve antibiyotik direnci gelişmesinin önlenmesi. Antibiyotikler gerekli durumlarda ve sadece hekim kontrolünde reçete edildiği şekilde kullanılmalı. Enfeksiyon önleme ve kontrol programlarının oluşturulması ve toplumsal farkındalığın artırılması da genel anlamda yapılması gerekenler arasında yer alıyor.”
Kaynak: DHA