İşte Bugün Gazetesi'nden Adem Yavuz Arslan'ın yazısı:
**Gazeteci koğuşu büyük mü bari?**
Hükümet ilginç bir adım attı ve Türk Ceza Kanunu’ndaki 4 maddenin yeniden düzenlenmesine karar verdi.
Bunlar TCK 132. 133.134 ve 285. maddeleri. Görünüşte rutin bir işlem. Hatta birçokları için bir anlam da ifade etmeyebilir.
Ama kazın ayağı öyle değil. Bu rutin işlem sonuçları itibariyle Türkiye'de olayların seyrini bile değiştirebilir.
Konu teknik ve karmaşık. En basit haliyle anlatmaya çalışalım... Malum olduğu üzere neredeyse iki haftadır 'yargıda telekulak' tartışmasının içindeyiz. İşin iç yüzünü bilenler, çıkan gürültüye hayret ediyorlar. Çünkü ortada mahkeme kararıyla yasal olarak dinlenen birkaç hakim ve savcı var. Ama hükümet kulağını dayamış tüm yüksek yargıyı dinliyor havası estiriliyor. En yetkili merciler 'Yok öyle bir şey' dese de yüksek yargı tartışmaya girdi ve iş krize döndü.
Bir bakıma Ö. Faruk Eminağaoğlu ve Osman Kaçmaz bireysel hikâyelerini tüm yüksek yargıya mal etmeyi başardı.
Tepkiler üzerine hükümet harekete geçti ve Ceza Kanunu'ndaki 4 maddede değişiklik yapmayı kabul etti. Bu dört madde de yasa dışı dinleme ve gizliliği ihlali kapsıyor. Yasa dışı dinleme düzenlemesi o işle ilgili olanların gündemi ama TCK 285 doğrudan gazetecileri ilgilendiriyor.
Mevcut yasalarda 'TCK 285' diye kimsenin tanımlayamadığı bir madde var. "Gizliliği ihlal" olarak biliniyor. Ama hiçbir hukukçu 'gizliliği ihlalin' ne olduğu ve neleri kapsadığını tam olarak tarif edemiyor. Her hukukçunun yorumu farklı. Aynı haberle ilgili bir gazeteci beraat ederken bir başkası mahkum olabiliyor.
Eğer bu madde uyarınca 'gizliliği ihlal' ettiğinize hükmedilirse 1 yıl ile 3 yıl arasında hapse çarptırılıyorsunuz. Fakat bu ceza denetimli serbestlik hükmünce 5 yıl erteleniyor. Ama eğer aynı suçu bir daha işlerseniz doğrudan cezaevine gidiyorsunuz. Bu şu demek 'Bir gazeteci bu maddeden ceza alırsa takip eden 5 yıl süreyle netameli hiçbir konuya giremez.' Çiçek böcek yazar. Böylece kesin olarak susturulmuş olur.
Bu muğlâk madde yüzünden gazetecilerle ilgili 3 binden fazla soruşturma açıldı. Hatta eski Bakırköy Savcısı Ali Çakır bir ayda 1600 soruşturma açma başarısını gösterdi. Yarısı davaya dönüştü. Halen yüzlerce dava var. Hatta Şamil Tayyar örneğinde olduğu gibi ceza almış gazeteciler de var. Önümüzdeki günlerde onlarca gazeteci mahkûm olursa şaşırmamak lazım.
Gazetecilerin beklentisi de bu muğlâk ifadenin düzeltilmesi, hatta kaldırılmasıydı. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde 'gizliliği ihlal' soruşturması gazeteciye açılmıyor. Haber doğru olduğu sürece gazeteci yargılanamaz. Ama burası Türkiye. Darbenin belgesine imza atan serbest kalır, onu haberleştiren gazeteciye dava üstüne dava açılır.
Hükümet 4 maddeyi yeniden düzenliyor ve cezaları iki kat arttırıyor. Gizliliği ihlalin alt sınırı da 2 yıla çekiliyor. Böylece cezanın ertelenmesi yolu kapanıyor. Doğrudan hapse gidiyorsunuz. Aynı şekilde 132, 133 ve 134. maddelerde cezalar iki katına çıkıyor.
Hükümet bu düzenlemeye neden ihtiyaç duydu bilmiyoruz ama Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ sıklıkla 'gizliliği ihlal'den rahatsızlığını dile getirmişti.
Eğer cezaların iki kat arttırılmasına yönelik düzenleme Meclis'ten geçerse ne olur? Hiçbir gazeteci Ergenekon başta olmak üzere faili meçhuller, çete ya da cunta soruşturmaları ile ilgili tek kelime yazamaz. Bir şekilde internet sitelerine düşmüş ses kayıtlarına yer veremez. O ses kayıtlarında skandal bilgiler olsa bile.
Ya da ihbarcı subay yarın bir gün çok daha çarpıcı bilgilere yer verdiği bir mektup yollasa. Hatta darbe toplantısının sesli görüntülü kaydını yollasa bile kimse yayınlayamayacak.
Zaten medyanın bir kısmına göre Ergenekon fasa fiso. İhbarcı bir subay ya da cunta oluşumu yok. Meseleye ciddiyetle yaklaşan öteki medya da hukuken susturulmuş olacak. Bugüne kadar iddianamede olan bölümleri yazdığımız için bile yargılanıyoruz. Bundan sonra ne olur kestirmek bile zor. Muhtemelen cezaevlerinin müdavimleri arasında çok sayıda gazeteci olur.