"İdari yetkililerle pazarlık yapılmış"

ANKARA (İHA) - Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal, Van'da polis merkezine yapılan baskının iktidar tarafından 'dikkatsiz ve laubali' bir şekilde ele alındığını söyledi.

CHP'li milletvekillerinin olay sonrasında Van'da yaptığı incelemeler ışığında hazırladığı raporu kamuoyuna açıklayan CHP Lideri Deniz Baykal, yaşanan olayın hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunu, Türkiye'nin güvenlik açısından en kritik yerlerinden biri olan Van'daki bir polis merkezinin bu kadar rahatlıkla, yaptırımsız olarak basılabilmesinin, gözaltına alınmış bir sanığın elinden tutularak çekilip alınabilmesinin ve bu olaydan sonra hiçbir meşru tepkinin ortaya çıkmamasının, görmezlikten gelinemeyeceğini söyledi. Baykal sözlerini şöyle sürdürdü:

Reklam
Reklam

"Bu manzara bizce ağır bir tabloyu ortaya koymaktadır. Herkesin bunu çok iyi değerlendirmesi lazımdır. Eroin ticareti içinde yer alan ve polis merkezini basan insanların bir emniyet müdürlüğü üzerinde böylesine etkin olabilmelerini sessiz karşılamak mümkün değildir. 'Hayır böyle bir etki yok' demek mümkün değildir. Gerçek açıktır. Hiçbir tepkiye muhatap olmadan eroin kaçakçıları polis merkezinden sanığı alıp çıkmışlardır. Bu olayın birinci boyutudur. Bu oraya özgü bir durum mudur diye sormak gerekiyor. Başka yerlerde de böyle bir tablo var mıdır? Bu neyi ifade etmektedir? Orada bir etkinliği mi yansıtmaktadır? Bu etkinlik hangi kanalla ortaya çıkmıştır ve ne düzeydedir? Bunların anlaşılması lazımdır. Bir başka boyutta ise, bu manzara karşısında idari yetkililerin bu durumu toparlamak için baskını düzenleyenlerle pazarlık yapmış olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasıdır. Bu baskını gerçekleştirenlerle bölgedeki en yüksek idari yetkililer karşılıklı bir mutabakat arayışı içine girmişlerdir. Bu mutabakatın idare bakımından amacı, alınıp götürülen kişinin iade edilmesini sağlamaktır. Onun iadesini amaçlayan bir pazarlık yapmışlardır. Bu pazarlığın yaptırımı olarak da eğer alınıp çıkarılan kişi iade edilmezse, iade etme gücüne sahip olduğu düşünülen polis merkezini başmış olan eski milletvekili konumunda olan kişinin kendisinin tutuklanacağı tehdidinin ortaya atılması ile bu bekleyiş ve umut bir müeyyideye bağlanmak istenmiştir. 'Alıp götürülen oğlunu iade et. Etmezsen seni tutuklarız' diye alınıp götürülme işlemi tamamlandıktan sonra iade gerçekleşmemiştir. Gözaltına alınan kişi kayıptır. Bu pazarlık işlememiştir. Pazarlığın yaptırımı diye düşünülen konunun hiçbir ciddiyeti olmadığı görülmüştür. Polis merkezini basma işini organize etmiş olan kişi hakkında tutuklama sağlayabilmek için polise aktif mukavemet iddiası ile dava açılmıştır, o dava çerçevesinde gözaltına alma ve tutuklama işlemi gerçekleşmiştir. Ama bu tutuklama işlemi bir hafta sürmüş, daha sonra mahkeme, polise aktif mukavemetten tutuklanan bir kişiyi daha uzun bir süre tutuklu tutmanın uygun olmayacağını değerlendirerek 30 milyar Türk lirası karşılığında kefaletle tahliye etmiştir. Şu anda polis merkezini basma işini organize eden kişi eli kolu serbest dolaşmaktadır. Polis merkezinde gözaltına alınmış olan sanık elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşmaktadır. Şu anda polis merkezinde baskın sırasında dövülmüş ve yaralanmış polisler yaşadıkları bu acıyla başbaşa bırakılmıştır."

Reklam
Reklam

"PAZARLIKTA ANKARA'NIN PAYI NEDİR?" Sorulması gereken önemli sorular olduğuna işaret eden CHP Lideri Baykal, "Bu pazarlık hangi düzeyde yapılmıştır? Bu pazarlığın düzeyi var mıdır? Ankara mıdır? Eroin kaçakçılığı işinin içinde yer aldığından dolayı gözaltına alınmış olan kişiyi baskın organize ederek çıkaran eski milletvekiliyle idarenin yaptığı pazarlık bir Van pazarlığı mıdır Ankara pazarlığı mıdır? Van'da yapılan bu pazarlık Ankara'nın bilgisi dışında mıdır? Van'daki idari otorite kendi insiyatifi ile mi bu pazarlığı gerçekleştirmiştir yoksa böyle bir pazarlığa teşebbüs edeceğini Ankara'ya bildirerek mi bunu yapmıştır? Bütün bu suret içinde Ankara'nın anlamlı sükutu, sanki Türkiye'nin sınırları içinde böyle bir olay yaşanmıyormuş gibi rahat, vurdumduymaz tavrı sorgulanmalıdır. Bu pazarlık işlememiştir ve bugün sanki hiçbir şey olmamış gibi bu tablo devam etmiştir. Bu, olayın üzerinde önemle durulması gereken temel boyutudur. Bu olayı incelemek için Ankara'dan gönderilen müfettişlerin yaptıkları araştırma ve incelemeler sonucunda hazırladıkları raporun ortaya koyduğu tablo da olayın bir başka boyutudur. Tam bu sırada Van'da disiplin cezasına tabi tutulması gerektiğinin müfettişlerin bile kabul ettiği kişilerin, terfiyen Ankara'da yine uyuşturucu ile mücadele birimlerinde etkin konumlara atanmış olduklarının ortaya çıkması, Türkiye'de bugünkü iktidar altında bu konuların nasıl laubali, nasıl dikkatsiz ve nasıl ciddiyetsiz bir şekilde ele alınmış olduğunun bir somut kanıtını ortaya koymuştur. Dikkatsiz ve laubali diyorum, bunu söylemezsem daha ileri ve başka bir şey söylemem gerekir" diye konuştu.

Reklam
Reklam

CHP'NİN VAN RAPORU
Baykal'ın bu açıklamalarının ardından, toplantıda hazır bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Selvi tarafından 10 sayfalık rapor okundu. Olayın geniş bir şekilde ele alındığı raporun giriş ve sonuç kısmında şu satırlar dikkat çekiyor: "'Eski bir milletvekili ve adamlarının Van'da bir polis merkezini uzun namlulu silahlarıyla basarak, içerideki polisleri darp etmeleri ve polislerin elindeki biri oğlu iki zanlıyı alarak götürmeleri' olayını inceleme ve yerinde araştırmak üzere CHP Genel Merkezi'nce görevlendirilen heyetimiz çalışmalarını tamamlamıştır. Heyetimiz, bu çalışmalarda üç temel noktanın altını önemle çizmektedir.
1- Bir uyuşturucu operasyonunda bir polis merkezinin eski bir milletvekili tarafından basılarak oğlunun ve ortağının kaçırılması olayı AKP hükümeti tarafından sıradan, basit bir olaymış gibi kamuoyuna sunulmak istenmiştir. Aşağıda ayrıntılarını sunacağımız olay sıradan bir olay değildir. Hele hele bir İçişleri Bakanı'nın sessiz kalmasını gerektirecek boyutta hiç değildir. İçişleri Bakanı ve hükümet bu tutumuyla uyuşturucu baronlarını cesaretlendirmiştir. Hele hele iki müfettiş görevlendirerek, sadece bazı polislerin idari açıdan cezalandırılmasını istemek uyuşturucu baronlarını daha da cesaretlendirecek, polislerde moral yıkıntıya yol açacaktır. Dileriz ki, hükümetin bu yanlış tutumu uyuşturucu baronlarına siyaseti yönlendirme, bürokrasiyi ve güvenlik güçlerini baskı altına alma cesareti vermez.
2- Uyuşturucu tacirlerinin cesaretlendirilmesi bir süre sonra bunların yerel yöneticiler ve politikacılar üzerinde etkin olmalarına yol açacaktır. Ellerindeki kara para gibi, bürokrasinin ve siyasetin yönlendirilmesinde kullanılabilecektir. Bu sadece Türkiye'nin değil, uyuşturucu ticaretinin yaygınlaştığı tüm ülkelerin sorunudur. Önlem alınmayan ülkelerde, siyasetin ve bürokrasinin uyuşturucu baronlarınca satın alındığı ve faturanın da yoksul halk kitlelerine çıkarıldığı görülmüştür. Böyle bir olumsuz tabloyla karşılaşmamak için iktidardaki siyasal partiler hukuku egemen, siyaseti saygın ve bürokrasiyi etkin kılmak için özel önlem almak ve sorunu ivedilikle kaynağında çözmek durumundadırlar. Van olayında maalesef hükümet bu duyarlılığı gösterememiştir. Bir polis merkezini basıp devletle pazarlığa oturanlara açıkça ödün verilmiştir. Bu ödün Van'da bazı çıkar odaklarının gücünü devletin gücünü gölgeleyebilecek boyuta ulaştığını göstermektedir.
3- Hükümeti uyarmayı görev bildiğimiz bir diğer temel nokta ise, bütün dünyanın büyük bir dikkatle özenle izlediği uyuşturucu ticaretinde hükümetin gösterdiği duyarsızlıktır. Bu duyarsızlığı kanıtlayan temel unsur da Van olayıdır. Afganistan ve İran'ı aşarak Türkiye'ye giren uyuşturucuda Van önemli bir geçiş merkezi konumundadır. Örneğin son iki yılda sadece Van'da ele geçirilen uyuşturucunun miktarı 2 tonu aşmıştır. Dolayısıyla Van'da bir polis merkezinin basılarak uyuşturucu tacirlerinin kaçırılması olayının hükümetin ve özellikle de İçişleri Bakanı'nın özel olarak mercek altına alması gerekiyordu. Maalesef bu konuda tam bir sorumsuzluk örneği sergilenmiş, olayın üzerine gitmek bir yana olay kapatılmak istenmiştir. Hatta halen AKP'li olduğu söylenen eski bir milletvekili yaptığı basın toplantısında bu olay için 'Türkiye'de özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, cumhuriyetin ilanından beri devam eden olaylardır' diyerek hükümetin ve İçişleri Bakanı'nın sessizliğine açıkça destek vermiştir. Bu ifadeyle Türkiye'nin açık bir uyuşturucu pazarı olduğu izlenimi verilmiştir. Ülkemize ve bölgeye yapılan bu kadar ağır haksızlık karşısında İçişleri Bakanı ve hükümet neden suskun kalmıştır? Uyuşturucu baronlarının gücünü simgeleyen bu söylem karşısında sessizliğini koruyan hükümet kimlere destek verdiğinin farkında mıdır? Cumhuriyetin ilanından bu yana Doğu ve Güneydoğu'da uyuşturucu baronları güvenlik merkezlerini basıp zanlıları kaçırıyorlardı da biz mi farkında değildik. Hükümetin de özellikle de İçişleri Bakanı'nın suskunluğu, uyuşturucu baronlarının siyasal iktidar üzerindeki etkinliğinden mi kaynaklanıyor? Hükümet, ülkemizin ve bölgenin haksız bir biçimde uluslararası kamuoyunda uyuşturucu pazarı olarak (ya da uyuşturucunun ana geçiş noktası olarak) nitelenmesinin ülkemiz açısından ve bölge insanı açısından doğuracağı vahim sonuçları görmüyor mu? Görüyorsa neden harekete geçmiyor? Ne yarar bekliyor? İktidarın elini kolunu bağlayan nedir? Hatta bu eski milletvekili daha da ileri giderek, 'Van'da olsaydım Baykal'ın buraya göndermiş olduğu heyeti çalıştırmazdım. 'Haydi arkadaş güle güle' derdim. Onları burada bir saat bile durdurmazdım' deme cüretini göstermektedir. Böyle bir söylemin hukuk devletine karşı açık bir saldırı olduğu açıktır. Çıkar çevrelerinin taşeronluğuna soyunan bu eski politikacılar acaba hangi iktidardan destek ve güç alarak bunları söyleyebiliyorlar? Hukukun değil de orman kanunlarının yürürlükte olduğu bir ülkede miyiz? Bu tehditlere CHP'nin pabuç bırakmayacağı açıktır. Ama bu ülkenin siyasal iktidarı nasıl oluyor da bu tehditler karşısında suskunluğunu ısrarla koruyor? Sözde CHP'ye gözdağı vermek için yapılan bu tehditler aslında doğrudan devleti hukuku ve demokrasiyi hedef almaktadır Bu da iktidarın acz içinde olduğunun açık ifadesidir. Bu ülkede bu konuda konuşması gereken İçişleri Bakanı neden konuşmuyor? Hükümet neden suskun? Aslında bu soruların yanıtı çok açık. Bu olayda AKP'yi rahatsız edici unsurlar var.

Reklam
Reklam

SONUÇ Yaptığımız araştırma sonucu, medya olmasaydı Van olayı belki gündeme dahi gelmeyecekti. Van gibi küçük bir yerde, bu kadar büyük bir olayın yerel medyadan gizlenebilmiş olması olayın büyük bir gizlilik içinde götürülmesi iktidardaki zihniyetin siyasal ilişkileri nasıl kullandığının açık bir göstergesidir. Silahlı 25-30 adamıyla polis merkezini basan, polisleri döverek uyuşturucu pazarlamak isteyen oğlunu kaçıran bir eski milletvekilinin 15-20 dakika sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi emniyet müdürlüğüne gitmesi pazarlığa oturması ve daha sonra elini kolunu sallayarak çıkıp gitmesi ancak ve ancak politik destekle olabilir. Hükümetin suskunluğu da bu olayın arkasındaki politik desteğin en önemli kanıtıdır. Bu noktada olayın başlangıcından raporumuzun sunulmasına kadar İçişleri Bakanı'nın suskunluğunu, soruşturmanın devam ettiği gerekçesine bağlama olanağı yoktur. Silahlı baskınla kaçırılan zanlılar, korumasız herhangi bir yerden kaçırılmış değillerdir. Bir polis merkezinden kaçırılmışlardır. Dünyanın her ülkesinde polise karşı işlenen suça İçişleri Bakanları anında tepki gösterir bu tepki devleti etkin kılmanın, hukuk devletinin ve kamu düzeninin de bir gereğidir. Sayın Bakanın böyle vahim bir olay karşısındaki suskunluğu ise anlamlıdır. Bu olayı yerinde incelemek için Van'a giden CHP heyeti, hükümeti, uyuşturucu tacirlerini, bunlarla bağlantılı bazı çıkar odaklarını ve basın toplantısı yaparak bunlara arka çıkan taşeronları rahatsız etmiştir. Oysa CHP kimseyi suçlamadan herhangi bir ön yargıya kapılmaksızın doğruları saptamak amacikıyla yola çıkmıştır. Bu olay, aysbergin su üstünde kalan bölümünün sadece bir kısmıdır. Hükümet ne kadar küçümserse küçümsesin, olayın daha büyük boyutlarda ve daha karmaşık olduğunu hepimiz biliyoruz. Van'da ortaya çıkan bu olayın sadece emniyetle sınırlı kalmayacağı, başka birimlere de yansıma olasılığı çok yüksektir. CHP olarak bu olayın takipçisi olacağız. Nereye ve kimlere kadar uzanırsa uzansın, soruşturmanın derinleştirilmesini isteyecek ve sağlıklı sonuçlandırılmasını sağlayamaya çalışacağız. Bu araştırmanın amacı, yurttaşların güven içinde yaşayabilecekleri bir ülkede güvenliği sağlayan kamu görevlilerine saldıran güçleri ve o güçlerin arkasındaki politik iradeyi ortaya çıkarmaktır. O irade bugün ortaya çıkmıştır. O irade bütün bu olaylara büyük ölçüde seyirce kalan AKP'dir."

Reklam
Reklam