İSTANBUL (AA) - Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, siyer hocası olarak son zamanlarda Türkiye'de sünnet, siyer ve hadis üzerinde ifrat ve tefrite giden tartışmaların yapılıyor olmasının kalbine çok ağır geldiğini belirterek, "Bu tartışmalar, bu yüzyılın başında Hindistan Müslümanlarını bölmüş, parçalamıştır. 1950'li yıllarda Mısır'a intikal etmiştir. Ama bu topraklarda Resul-u Ekrem üzerinde ittifak etmiş milletimizin tarihinde, sünnet ve Siyer-i Nebi üzerinde ifrat ve tefrit tartışması yapmak bize yakışmıyor." dedi.
Siyer Vakfı, İslam Tarihçileri Derneği ile 160 araştırmacı ve akademisyen desteğiyle 5 yılda hazırlanan 15 ciltlik "İslam Tarihi ve Medeniyeti" kitabının tanıtımı için sempozyum düzenlendi.
Görmez, Fatih'teki Ali Emiri Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen ve aynı ismi taşıyan sempozyumda yaptığı konuşmada, kitabın ortaya çıkmasına öncülük eden Prof. Dr. Mehmet Şeker'in projeyi hayata geçirmek için Diyanet İşleri Başkanlığı'na da teklifte bulunduğunu ancak bürokrasinin hantallığı nedeniyle yayın işinin Siyer Vakfı'na nasip olduğunu söyledi.
- "Kur'an bize tabiat ve tarih okumayı emrediyor"
Siyer-i Nebi'nin hem Kur'an'ın inşa ettiği hayat hem de Kur'an'ın varlığının sebebi olduğunu aktaran Görmez, "Hiçbir Müslüman, kendi hayatını tanzim ederken Hazreti Peygamberin muhteşem hayatını ve o hayatın en ince noktasını göz ardı edemez. Kur'an-ı Kerim, bizi kendisinin dışında iki dünyaya yönlendirir. Bunları okumamızı emreder. Birisi tabiattır, diğeri tarihtir. Tabiat, Ayetullah, yani kainata yerleştirdiği ayetlerdir. Diğer tarihtir. Tarih içinde ise Sünnetullah vardır. Kur'an'a göre, tarih; ibrettir, zikirdir ve ayettir. Tarih Kur'an'da nakli ilim olarak geçer ama bir açıdan akli ilim olarak ifade edilir. Kur'an bize bu iki kaynağı okumamızı emreder." diye konuştu.
"Akleden kalbe sahip olmak için tarihe yolculuk yapmak gerekiyor" diyen Görmez, şöyle devam etti:
"Bulunduğumuz yerde manaya ve hakikate götüren köprü, eğer bir ifade ve nakil ise biz, ona ibare diyoruz. Eğer bizi manaya ve hakikate götüren köprü, akıl ise biz ona ibret diyoruz. İbret ile ibareyi birleştirdiğimizde ortaya 'ibar' çıkar. Onun için İbn-i Haldun, boşuna tarihin adına 'Kitabül İbar' koymamıştır. İbn-i Haldun, Mukaddime'sini ve Mukaddime'sini dayandırdığı kitaba 'İbar' yani ibretler kitabı adını verir. Çünkü, tarih ibretlerden ibarettir. Ve ancak o ibret alındığı zaman istifade edilir. İbret alabilmek için de aklı kullanmak gerekiyor. Takdis ve tağbisten vazgeçmek gerekiyor. Geçmiş ümmetlerin tecrübelerinden istifade etmek gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda Kur'an-ı Kerim, tarih ilmini sadece nakli bir ilim değil, aynı zamanda üzerinde akletmemiz, tefekkür etmemiz ve ibret almamız gereken bir ibretler manzumesi olarak okumamızı emrediyor."
Görmez, tarihçilerin 'İslam Tarihi' ve 'Müslüman Tarihi' tartışması yaptıklarını ancak her iki zaviyeden bakılmasını uygun gördüğünü aktararak, "Bu tartışmanın bitip bitmediğini bilmiyorum. Ancak her ikisin de doğru olduğunu düşünüyorum. Ortak İslam idrakimizi ele aldığımızda, sadece 1440 yıllık değil, Hazreti Adem ile başlayan insanlık tarihinin, bir İslam tarihi olduğunu düşünüyorum. Ama aynı zamanda hatalarımız, yapıp ettiğimiz yanlışlarımız, ızdıraplarımız, sevinçlerimiz var. Bu açıdan baktığımızda da aynı zamanda bir Müslüman Tarihi olarak görüyorum." ifadelerini kullandı.
- "İkisi de yanlış"
Siyer konusunun tarihin çok önemli bir parçası olduğuna dikkati çeken Görmez, şu değerlendirmede bulundu:
"Doğrusu bir siyer hocası olarak son zamanlarda kalbime en ağır gelen konulardan birisi Türkiye'de; sünnet, siyer, hadis üzerinden ifrat ve tefrit noktalarına giden tartışmaların yapılıyor olması olmuştur. Bu tartışmalar, bu yüzyılın başında Hindistan Müslümanlarını bölmüş, parçalamıştır. 1950'li yıllarda Mısır'a intikal etmiştir. Ama bu topraklarda Resul-u Ekem üzerinde ittifak etmiş milletimizin tarihinde, sünnet ve Siyer-i Nebi üzerinde ifrat ve tefrit tartışması yapmak bize yakışmıyor. Bu tartışmaları bir yana bırakmanın, ifrat ve tefrit tartışmasından kurtulmanın yolu, ilimden geçiyor. Bu tür eserler ortaya koyarak her insanımızın en güzel, en doğru bilgiye sahip olmasını sağlamak gerekiyor. Bir tarafta risalet ve nübüvveti sadece vahyi bize getiren aracı olarak gören yanlış bir düşünce, diğer tarafta ise karikatür krizlerine malzeme taşıyan bir peygamber tasavvuru. Biri ifrat, biri tefrit. İkisinin de adalete uzaklığı ve yakınlığı eşittir. Bir tarafta sünneti, İslam'ın Kur'an'dan sonraki en büyük kaynağı olduğunu ret eden yanlış bir düşünce, bir tarafta ise Resul-u Ekrem'in gönderildiği toplumun örfünü, adetini, geleneğini, evrensel bir sünnet olarak kabul eden yanlış bir düşünce. Yine biri ifrat, diğeri tefrit. Bir tarafta her biri peygamberi bir hikmet hazinesi olan hadis külliyatımız ve bütün bu külliyatı itibarsızlaştıran yanlış bir anlayış, bir taraftan da Resul-ü Ekrem'e bazen de iftira olarak uydurdukları yalan yanlış haberleri peygambere isnat etmekten çekinmeyen, O'nun ifadesiyle 'cehenneme giden yerine hazırlayan' yanlış anlayış. Her iki tarafta, selefi salihin büyük emekler sarf ederek ortaya koyduğu hadis, isnat ve tadil ilmini yok sayıyor. İslam tarihi hocalarımızın tarih içerisinde ortaya koydukları emekleri yok sayarak bu ifrat ve tefrit tartışmalarına girmek bize yakışmıyor. İlim ile bunları aşmalıyız. Kıt ve yanlış bilgi bu tartışmalardan bizi çıkarmaz. Ancak doğru bilgiyle bunların üstesinden gelebileceğimize inanıyorum."
İslam Düşünce Merkezi Başkanı Görmez, eserin ortaya çıkmasında emeği geçenlere teşekkür ederek sözlerini tamamladı.
- "Müsteşrikler tarihimizi tahrif etti"
İslam Dünyası Alimler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ali Karadaği ise mevcut tarihin tahrif edilerek ortaya konulduğu, bunu yapanların ise Batılı tarihçiler olduğunu kaydetti.
Müsteşriklerin yalan, yanlış bilgilerle hazırlamış oldukları tarihten kurtulmanın yolunun gerçekleri yansıtan önemli eserleri ortaya koymaktan geçtiğini anlatan Karadaği, "Tarihimiz ve medeniyetimiz hakkında yazan müsteşriklerin çoğu tarihimizi, savaşlar ve olaylar tarihi olarak ortaya koymuşlardır. Yapılan fetihlerin sebeplerini kaydetmemişlerdir. Aynı şekilde tarihimizin medeniyet, insanlık ve ahlaki yönünü de tahrif ederek ortaya koymuşlardır. Gerçekleri göz ardı etmişlerdir. Bu tarihçiler, tarihimizi tarih kitapları açısında da gerçeğe aykırı olarak ortaya koymuşlardır. Batı'da ve Doğu'da ilim talebesi yazılan tarih kitaplarından medeniyetimiz ve ilmimiz ile alakalı hiçbir doğru bilgiyi bulamaz. Yazdıkları tarihi incelediğimiz zaman, tıp, Müslümanlar tarafından geliştirildiği halde, bu konuda İslam medeniyetiyle ilgili hiçbir şey bulanamıyor. Sadece Batı ve Yunan menşeli olduğunu yansıtılıyor. Peki, İslam medeniyetinin katkıları nerede?" diye konuştu.
Sadece yaşanan olayların değil, inanca ilişkin bilgilerin bile Batılı tarihçiler tarafından tahrif edildiğine dikkati çeken Karadaği, şunları söyledi:
"Batılı tarihçiler, müsteşrikler, Allah'ı anlatırken de bunlar tahrifçidirler. Bu tarihçiler, Müslümanların Rabbına, kral(kayser) adını verdiklerini söylerler. Kral denilince akla, zulüm, baskı ve işkence gelir. Batılı bir gencin kafasında kayser (kral) demek baskıcı ve diktatör demektir. Onlar, Allah'dan bahseden ve O'nun rahmeti ve merhametini anlatan yüzlerce ayetten bahsetmezler. Bundan dolayı ortaya konulan bu eser büyük bir sıkıntıyı ortadan kaldıracaktır. Diğer dünya dillerine tercüme edilmesi, özellikle İngilizce, Arapça, Fransızca, İspanyolca, Almanca, Farsça, Urduca, Hintçe ve Malayca'ya çevrilmesi çok isabetli olacaktır. Çünkü medeniyetimiz, insanlığımız, tarihimiz ve kültürümüz ile değerlerimizin tanıtılmaya ihtiyacı var"
İslam Tarihçileri Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Şeker ise eserin nasıl ortaya çıktığı konusunda bilgi verdi. Kitap projesinin 2009 yılında gündeme alındığını, hazırlıklar yapıldıktan sonra eserin 2015'te tamamlandığını, ardından da bunu basacak kurum ve kuruluşların kapılarını çaldığını anlatan Şeker, "15 cildi set olarak görürsem gözüm açık gitmem diye niyet ettim. Ne yazık ki, bu günü görmeyen hocalarımız, meslektaşlarımız oldu. Projeyi Siyer Yayınları'nın bir toplantısında yöneticilerine anlattım. Sağ olsun onlar da ilgi gösterdiler. Çok büyük emeklerin neticesinde 2018'in bugününde projemiz 15 cilt olarak tamamlandı. Aslında buna ek projeler ve ciltler de olur. Ömrümüz olursa belki onu da görürüz." dedi.
Siyer Vakfı Kurucusu Muhammet Emin Yıldırım da Müslümanların kendi tarihlerini iyi okumamaları ve Siyer-i Nebi'yi anlama ve anlatmanın da sadece bazı belli olayların ötesine geçmemesinin üzüntü verici olduğunu vurguladı.
- "İslam ümmeti daha iyisini hak ediyor"
Müslümanların yaşanan olaylardan ibret alarak tarih felsefesini de başka bir açıdan ele alarak yeniden ortaya koyması gerektiğinin altını çizen Yıldırım, şunları kaydetti:
"Siyer-i Nebi içinde ciddi bir metodoloji, usul, rivayetlerin doğruluğuyla alakalı çok kapsamlı çalışmalar yapmamız lazım. Siyer Vakfı, 2010'dan beridir çalışmalarını devam ettiriyor. Birçok proje de yapıldı. Birçok iş de yapılıyor. Ancak bu işin başında olan birisi olarak ifade edeyim: daha emekleme safhasında ve işin daha ilk basamağındayız. Çünkü yapılacak çok iş var. Ne yazık ki, biz biraz yüzeysel işleri seviyoruz, Hızlı ve vitrine ait işleri seviyoruz. Asıl ve köklü işleri daha farklı bir biçimde ele almamız lazım. Tabii ki, onlar da bedel, sabır, maddi anlamda kaynak istiyor. Bütün bunları yapıp daha güzel işleri ortaya koymamız lazım. Çünkü bizim ait olduğumuz bu ümmet yapılan çalışmalardan daha fazlasını hak ediyor. İslam ümmetinin yüzünü ak edecek çalışmalar bizleri bekliyor."
Konuşmaların ardından sempozyum, "İslam'ın Doğuşu ve Fetih Dönemleri: Asr-ı Saadet'te Abbasilere", "İslam Tarihinin Yeniden Yazıldığı Devirler: Ağlebilerden Anadolu Beyliklerine" ve "Osmanlılar ve İslam Medeniyetinin Temelleri-Temsilcileri" başlıklı oturumlarla sona erdi.