ANKARA (İHA) - Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) tarafından hazırlanan "Türkiye'de İnsan Hakları Raporu-2004", 4 Şubat günü Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'e sunuldu.
1 Ekim 2004'te gerçekleştirilen İHDK toplantısında kabul edilen ve daha sonra ilgili kuruluşların görüşleri alınarak olgunlaştırılan rapor, bugün İHDK Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu'nun, görevinden çekildiğini açıkladığı basın toplantısının ardından basın mensuplarına dağıtıldı. 88 sayfalık rapor 'Hukuk Devletinde 3 Dönem; Kuruluş, Sapma ve Onarım', 'Sorunlar' ve 'Çözümler' başlıklı 3 ana bölümden oluşuyor. Görevinden çekildiğini açıklayan İHDK Başkanı Prof. Dr. Kaboğlu'nun kaleme aldığı raporun sunuş bölümünde Türkiye'de son yıllarda özellikle yasa yoluyla insan hakları alanında olumlu ve kayda değer birçok düzenleme gerçekleştirildiği, buna karşın insan hakları sorunları ve ihlallerinin devam ettiğinin görüldüğü kaydedildi. Bu yöndeki olumsuz uygulamaların 2004 yılında birçok alanda görüldüğü ifade edilen raporda söz konusu ihlallerin sadece uygulamadan kaynaklanan aksaklıklar olmayıp çoğu zaman kurumsal yapılarla, bazen de yasal düzenlemeyle ilgili olduğu belirtildi.
Raporda özellikle hükümete ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik eleştiriler ön plana çıktı. TBMM'de sadece yasa tasarılarının kanun haline gelmesinin söz konusu olduğu, yasa önerilerinin yasalaşma olanağının hemen hemen hiç bulunmadığı kaydedildi. Muhalefet partisi mensupları tarafından verilen değişiklik önergelerinin kabul edilme ihtimalinin bulunmadığı ifade edilen raporda "İnisiyatif hükümetten de gelse yasa yapma yetkisi yürütme organına değil, yasama erkine aittir" denildi. Başbakan Erdoğan'ın AK Parti Grup toplantısında milletvekillerini, bazı davranışları sebebiyle azarladığı ve 'bizim sevkettiğimiz kanunları birtakım önergelerle değiştirmeye çalışıyorsunuz, biz bunları okuyarak hazırlamıyor muyuz?' dediği kaydedilen raporda, milletvekillerinin dokunmadıkları tasarıların sevk edenler tarafından her zaman titizlikle okunarak hazırlanmadığının, bu tasarılar cumhurbaşkanı tarafından okunduğunda ortaya çıktığı kaydedildi.
TBMM'de 'yasa imalatı' şeklinde bir yasama mühendisliğinin söz konusu olduğu, hükümetin pusula yazar gibi tasarı yaptığı ve tasarıların mecliste hükümetin istediği doğrultuda onaylandığı bildirilen raporda, tanık olunan yasa fetişizminin, insan hakları alanında ne getirdiği sorusu yöneltildi.
"HÜKÜMET, DİYALOG DEMOKRASİDEN UZAK" Hükümetin diyalog demokrasisi kavramına ve uygulamasına kapalı bir tavır sergilediği öne sürülen insan hakları raporunda, Anayasa ve yasaların ihlali pahasına bu tavrın sürdürüldüğü kaydedildi. Raporda şu ifadelere yer verildi:
"Yasamanın hükümet tarafından emildiği bir uygulama, rejimi Anayasa'da yazılı olan demokratik devlet konumundan belli ölçülerde uzaklaştırmaktadır. Erkler ayrılığına göre Anayasa'nın öngördüğü parlamenter rejim, önce 'hükümetçi parlamenter rejim' uygulamasına, 2004 yılının 2. yarısında ise adeta bir 'başbakancı parlamenter rejim'e dönüşmüştür."
Çıkarılan yasaların uygulayıcıları olan kolluk güçlerinin henüz genel ve yaygın bir insan hakları formasyonuna tabi tutulmadıkları kaydedilen raporda, bu nedenle kolluk güçlerinde devletin bekçisi oldukları şeklindeki 12 Eylül anlayışının devam ettiği, henüz insan hakları koruyucusu oldukları bilincinin yerleşmediği ifade edildi.
Raporda Mardin-Kızıltepe'de Ahmet Kaymaz ve 12 yaşındaki oğlu Uğur Kaymaz'ın öldürülmesi olayına da değinildi. Olaya yoğun bir tepki gösterilmiş ve yaptırım mekanizmasının harekete geçirilmiş olmasının işin olumlu yönü olduğu kaydedilen raporda, olayın esef verici boyutunun ise 12 yaşındaki çocuğun terörist olup olmadığının tartışılması ve terörist olduğu varsayımı ile öldürme olayına meşruiyet zemin kazandırılması çabaları olduğu bildirildi.
Raporda, yürürlüğe konan yeni Basın Kanunu'nun, bir yandan dergileri kapatmaya devam ettiği belirtilirken, öte yandan da öngördüğü iftira suçunun tehlikeli yönlerine dikkat çekildiği vurgulandı. 2004 yazına damgasını vuran basın özgürlüğü sorununun ise Başbakan Erdoğan'ın, hızlandırılmış tren kazası sonrasında bir gazetecinin kendisine yönelttiği, 'Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?' sorusuna verdiği, 'Soru sorarken haddinizi bilin' cevabı olduğu belirtildi.
DİN ÖZGÜRLÜĞÜ Din özgürlüğü ve laiklik ekseninde çok sayıda hüküm öngören Anayasa'nın kendisinin, din özgürlüğünü zedeleyici hükümler koyduğu kaydedilen raporda, bunlardan birinin ilk ve orta öğretimde zorunlu din derslerine ilişkin hüküm olduğu belirtildi. Din-laiklik ilişkisinin tartışma yaratan yönünün, dünya görüşüne göre iki görünümlü olduğu belirtilirken, birincisine göre demokratik olmayan laiklik uygulamaları dolayısıyla din özgürlüğü alanındaki kısıtlamaların devam ettiği kaydedildi. Bu görüşün belli bir statü içinde yer alan kişilerin söz konusu statünün gerekleriyle sınırlı kalmak kaydıyla başörtüsüne ilişkin kayıtlamalara tabi olmalarının din özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına kadar uzandığı, buna karşılık başörtüsüne ilişkin kısmi sınırlamaların, ulusal yargı organlarına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) göre din özgürlüğünü zedelemediği ifade edildi.
Üniversite öğrencisi kızlarla ilgili başörtüsü yasağının yargı kararlarıyla meşru ve haklı görüldüğü hatırlatılan raporda, sorunun yükseköğretim kurumlarında serbestliği savunanlar açısından çözümsüzlüğünün iki etmenle açıklanabileceği kaydedildi. Raporda, "Bunlardan birincisi sorunun hukuk alanfEMOKRASİDEN UZAK"
Hükümetin diyalog demokrasisi kavramıından çıkarılarak daha çok siyasal bir görünüme büründürülmüş olması, diğeri ise konuya üçlü mekan ayrımı açısından yaklaşım yerine 'kamusal mekan' gibi genel geçer ve kaygan bir zemin üzerinde tartışılıyor olmasıdır" denildi. Raporda 2004 Türkiye'sinde dinsel inancı yaşam hakkı üzerine çıkarma derecesinde yasaklara bürüyen eğilimlere rastlanıyor olmasının, din özgürlüğü ve laiklik arasında denge kurulamadığını ortaya koyduğu vurgulandı.
Raporda yasama ve yürütme arasındaki işbirliğinin, parlamenter rejimin ilkesi olduğu; ancak yasama organının hükümetin güdümünde işlemesinin bu rejime yabancı olduğu belirtildi. Yasama ve yürütme organlarının görev ve yetki alanının Anayasa ile çizildiği; ancak gerek anayasal düzenlemelerin yetersizliği, gerekse demokratik olmayan yasal hükümlerin varlığının, her iki organın rasyonel işleyişini engellediği ifade edildi. Raporda Türkiye'de demokrasinin bir yaşam tarzı olarak henüz benimsenmediği, gerek devlet organlarında gerekse vatandaşlar arasında insan haklarının temellenmesini engelleyen davranışların oldukça yaygın olduğu kaydedildi. Yetki, görev ve sorumluluk sahibi kişilerin, daha çok yetkilerini ve bunun sağladığı gücü öne çıkarma eğilimine sahip bulundukları öne sürülen raporda, bu nedenle devlet-yurttaş ilişkilerinde yetki aşımından kaynaklanan insan hakları ihlallerinin oldukça yaygın olduğu belirtildi. İnsan haklarına yönelik daha genel tehditlerin de oldukça yaygın olduğu vurgulanan raporda, bunların dikkat, dinleme ve duyarlılık eksikliği olarak açıklanabileceği ifade edildi.