Felsefe deyince aklınıza daha çok Sokrates, Platon, Descartes, Kant gibi isimler geliyor, değil mi? Pek çoğumuz felsefe ile lise yıllarında tanışırız ve hep erkek filozofları öğreniriz. Ancak tarihte kadın filozoflar da azımsanmayacak sayıdalar! Aslında filozoflardan bahsederken kadın ya da erkek olarak cinsiyet ayrımı yapmak doğru olmaz. Çünkü temelde önemli olan düşünceleridir. Ancak kişilerin aklına istemsizce “neden kadın filozof yok” veya “kadın filozof var mı” soruları gelir. Sizlere tarihte var olmak için mücadeleyi asla elden bırakmayan kadın filozoflardan bahsedeceğiz.
Krotonlu Theano, kadın filozoflar arasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü o tarihte bilinen ilk kadın filozoftur. M.Ö. 500’lü yıllarda yaşadığı biliniyor. Ancak ne yazık ki Theano’nun nerede doğduğu ve ailesi hakkında net bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Bazı çevreler onun Pisagor’un eşi olduğunu söylüyor.
Theano, Pythagoras öldükten sonra okulun yönetimini üstlenmiştir. Felsefenin dışında tıp ve matematik üzerinde de çalışmalar yapmıştır. Hatta altın oran hakkında yazdığını iddia edenler olmuş ancak bu durum, hiçbir zaman tam anlamıyla netlik kazanmamıştır.
Ona atfedilen birçok eser vardır ancak onun Dindarlık Üzerine adlı eserinden bir bölüm günümüze ulaşabilmiştir. Bu bölümde Theano’nun Pythagoras’ın sayılarla ilgili öğretisini daha açık hale getirdiği görülür.
M.Ö. 460’lı yıllarda Milet’te doğduğuna yönelik bilgiler bulunuyor. Hetaira sınıfına üye olduğu için o dönemde yaşayan diğer kadınlara göre daha eğitimlidir. Hatta Aspasia ile ilgili Sokrates’in hocası olduğuna dair çeşitli rivayetler dikkat çekicidir. Öyle ki iddialar arasında Sokrates’in diyalog yöntemini Aspasia’dan öğrendiği yer alıyor. Platon, Aristophanes ve Xenophon’un eserlerinde Aspasia’nın ismi geçer.
Kendisi retorik yani hitabet alanında uzmandır. Hatta dönemin siyasetine yön vermiştir. Bir dönem Aspasia’nın evi yaşadığı yüzyılın felsefecilerinin buluşma noktası haline gelmiştir. Ancak Aspasia, ne yazık ki çeşitli suçlamalara maruz kalmış ve davalık olmuştur. Yine de tüm bu davalardan beraat etmiştir.
Sokrates, Diotima’nın kendi hocası olduğundan söz eder. Hatta Diotima’nın ismi Sokrates’in “Şölen (Symposium)” metninde geçer. Sokrates, Eros’un ve sevginin doğasını ele aldığı “Şölen” metninde Diotima’nın Eros’u şöyle tanımladığını belirtiyor: “Eros, Tanrı ve insanlar arasındaki boşluğu doldurur ve onlar arasında bir bütünlük sağlar. O ne güzel, ne çirkin, ne iyi ne de kötüdür. Eros, arada olma durumudur.
M.Ö. 3. yüzyılda yaşadığına dair tahminler vardır. Hakkında çok az bilgi vardır. Örneğin onun etik üzerine çalıştığını ve bir generalin kızı olduğunu bilinmektedir.
Phintys’ten geriye kalan tek şey ise kadınların doğru davranışları üzerine yazdığı iki parçadır. Bu iki bölüme Yunan yazarlarının alıntılarını derleyen yazar Stobaios‘un alıntılamasıyla ulaşılmaktadır. Ancak bazı araştırmacılar bu yazıları yazanın Phintys değil; o dönemin bazı erkek yazarları olduğunu söylüyor. Bu yazılarda Phintys kadın ve erkek arasındaki farkları tartışıyor. Ayrıca felsefenin sadece erkekler için değil her iki cinsiyet için uygun bir alan olduğunu dile getiriyor. Öte yandan kadınlar için en önemli erdemin namus olduğunu açıklıyor.
M.Ö. 4 ve 3. yüzyıllar arasında Atina’da yaşadığına dair rivayetler vardır. Bilgelik Üstüne (On Wisdom) isimli yazısından hareketle onun metafizik üzerine çalıştığı sonucu ortaya çıkabilir. Ancak bu yazıyı Perictione adında gerçek birinin yazmadığını iddia edenler de vardır. Bu isim, aynı zamanda Platon’un annesinin ismi olduğu için de dikkat çekiyor.
Ancak Perictione isminde gerçek bir yazarın olmadığını savunanlara karşı çıkan kişiler “Öyleyse bu yazıyı yazan kişi, bir kadının bu tür görüşlere sahip olma olasılığını ciddiye almıyorsa neden bu metin bir kadına atfedilsin?” şeklinde bir varsayım yapıyor. Fakat bütün bunlara rağmen Perictione’nin “On the Harmony of Women” ve “On Wisdom” adlı yazıları parçalar halinde günümüze ulaşmıştır.
M.Ö. 4. yüzyıl civarında İskenderiye’de yaşamıştı. Astronom matematikçi Theo‘nun kızıdır. Kendi okulunu açan kadın filozoflar arasındadır. İskenderiye Kütüphanesi’nde matematik, astronomi ve felsefe üzerine dersler vermiştir. Hatta Raffaello‘nun Atina Okulu isimli ünlü freskindeki tek kadındır. Yeni Platonculuk öğretsine bağlıdır.
Hypatia da yaşadığı dönemde ayrımcılığa uğrayan isimlerden biridir. Kendisi Hristiyan değildi ve Hristiyanlığın yaygın olduğu bir dönemde Piskopos Cyril‘in halkı kışkırtması sonucu “şeytan” olarak damgalanmıştır. Sonuç olarak bir Hristiyan çetesi tarafından taşlayarak öldürülmüştür. Hypatia ‘nın geometri ve astronomi alanındaki çalışmaları tahrip edimiştir. Dolayısıyla günümüze herhangi bir eseri ulaşamamıştır.
Dünya’nın Güneş’in etrafında elips şeklinde hareket ettiğini çözümleyen kişi Hypatia’dır. Ancak tarih kitapları, Hypatia’dan 1200 yıl sonra Kepler‘in bu teoriyi kanıtladığı yazar. Tüm bunların yanında Hypatia’dan günümüze filozof Sinesius ile yazışmaları ulaşmıştır.
Hatta Hypatia’nın “Düşünme hakkını saklı tut. Yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir” sözü ise hem felsefenin özü hakkında önemli şeyler söylüyor; hem de dini baskının olduğu bir dönemde böyle şüpheci, sorgulayan bir söz söylemesi onun yaşadığı dönemin ilerisinde bir düşünür olduğunu gösteriyor.
1098’de Almanya’da doğdu. Orta Çağ döneminde kadın filozoflar arasında yer alan Bingenli Hildegard, kadınların felsefe ve teoloji ile ilgilenmesine müsaade edilmediği bir dönemde yaşamıştır. Mistik felsefenin kurucusu ve tarihteki ilk feministlerden biri olarak kabul edilir. Kurduğu manastır, erkeklerin kontrolünden kurtularak bağımsızlık kazanmıştır. Bu, o döneme göre devrim niteliğinde bir harekettir.
Tanrı ve kozmos arasında görkemli bir bağ olduğunu düşünüyordu. Hatta “İlahi Eserler” adlı kitabında insanın kozmos ile benzer özellikler taşıdığını söyler. “İnsan, evrenin bir parçasıdır” görüşünü desteklemiştir. Ayrıca beden ve ruhun birbirinden ayrı olmadığını söylüyor. Bütün bunlar, 12. yüzyıla göre önemli düşüncelerdi.
Rönesans dönemi kadın filozofları arasında önemli bir yere sahiptir. İlk büyük kadın hümanisttir. “Adem ve Havva Üzerine Diyalog” adlı eseri ile günümüzde bile tartışılan cinsiyet kimliği ve kadın doğası konularını gündeme getirmişti. Ancak Venedik’te iffetsizlik damgası yedi ve dışlandı.
İlk İngiliz feministtir. “Eğer bütün insanlar özgür doğmuşsa nasıl oluyor da bütün kadınlar köle olarak doğuyorlar?” sözü meşhurdur.
17-18. yüzyıllarda yaşamıştır. Kadınların da akıl sahibi olduğunu ve eğitimi hak ettiklerini söylemiştir. Ayrıca evlilik kurumunun felsefi temelini eleştirmiştir. Descartes ve Locke’tan etkilenmiştir.
Türkiye’nin ilk kadın filozofu olarak bilinir. Aynı zamnada Türkiye’nin ilk kadın romancısıdır. Kadın kahramanlara yer verdiği eserleriyle öne çıkar. Fatma Aliye’nin felsefeye katkısı ise felsefe tarihini kaleme almasıyla bilinir. Kendisi aynı zamanda “Muhâdarât” adlı eserinde bir kadının aşkını unutamayacağı tezini çürütmeye çalışmıştır.