İslam dünyasının 1001 icadı

İngiltere’nin başkenti Londra’daki Bilim Müzesi’nde (Science Museum) geçen Ocak ayında başlayan ve 30 Haziran’a kadar sürecek olan ‘1001 İcat’ (1001 Inventions) adlı sergide, İslam dünyasından bilginlerin, bin yıl boyunca yaptıkları çalışmalar ve yarattıkları eserler aracılığıyla güncel yaşantımıza katkıları gözler önüne seriliyor. 1001 İcat; tıp, matematik, coğrafya, mimari ve daha pek çok alanda gerçekleştirilmiş, birbirinden etkileyici eserleri içeriyor.


Hint asıllı İngiliz aktör, ‘Sir’ ünvanlı Ben Kingsley, sergi kapsamında ziyaretçilerin beğenisine sunulan “1001 icat ve sırlar kütüphanesi” adlı kısa belgeselde 13. yüzyılda Diyarbakır’da yaşamış mühendis El Jazari’yi canlandırıyor. El Jazari 1206’da yazdığı kitabında, kendi tasarladığı 50 adet karmaşık makineyi anlatmıştı. El Jazari’nin tasarladığı makineler arasında, 4 adet mekanik çalgıcıdan oluşan otomatik bir “müzik grubu” da yer almaktaydı.

Reklam
Reklam

‘Otomatik makine’ kavramının babası sayılan El Jazari, yaşadığı dönemin Diyarbakır’ında hüküm süren Artuklu hanedanının sultanları için çok sayıda saat üretti. El Jazari’nin en etkileyici eserlerinden biri olan “fil saati”; Arşimet’in ilkelerini ve Hintlilerin ‘su saati’ mekanizmasını harmanlayan karmaşık bir tasarımdı.


Dünyanın belki de en popüler zeka ve strateji oyunu Hint coğrafyasından İran’a, oradan da Arap dünyasına taşındı. Hem halkın hem soyluların, hatta Abbasi halifelerinin de çok sevdiği bu oyunun kuralları ve stratejileri üzerine çok sayıda kitap yazıldı. Satranç 14. yüzyılla beraber Avrupa’da da popüler hale geldi.


Bir gün odasında otururken duvardaki delikten gelen güneş ışığının, dışarıdaki görüntüyü karşı duvara ters biçimde yansıttığını keşfeden matematikçi İbni Haytam’ın mucidi olduğu ‘camera obscura’ (karanlık oda), bugünkü kameraların atası sayılıyor. İbni Haytam’ın çalışmaları daha sonra Latince’ye çevrildi ve Leonardo da Vinci de dahil olmak üzere pek çok bilgine esin kaynağı oldu.

Reklam
Reklam

Müslüman bilginler matematik alanında öncü çalışmalara imza attılar. ‘Cebir’in kurucusu El Harezmi bu insanlardan biriydi. Harezmi’nin açtığı yolda ilerleyen Ömer Hayyam ve Şerafettin el Tusi cebiri geliştirip geometriye uyguladılar. ‘Sıfır’ önceleri bir boşluk olarak kabul edilirken, Müslüman bilginler sıfıra matematiksel bir değer verdiler ve sıfırla çarpılan bir sayının sıfıra eşit olduğu önermesini geliştirdiler.


Trigonometrinin doğuşu astronomiye bağlı olarak gerçekleşti. Astronomi Müslüman bilginlerin üzerinde çalıştığı bir alandı, zira namaz vakitlerini tam olarak belirlemek gerekiyordu. Eski Yunan astronomların temellerini attığı trigonometriyi Müslümanlar ileriye taşıdılar. El Battani ve Biruni trigonometrinin temel ilkelerini ortaya koydu. Harezmi sinüs, kosinüs ve trigonometri tablosunu tasarladı.


Müslümanlar kağıt üretmenin sırrını Talas Savaşı’nda (751) esir aldıkları Çinlilerden öğrendi. Bağdat’ta başlayan kağıt üretimi Suriye ve Filistin’e, oradan da Mısır’a yayıldı. Günümüzde elde bulunan en eski Kuran-ı Kerim 10. yüzyılda Mısır’da yazıldı. Hıristiyan Avrupa’daki ilk kağıt imalathanesi ise 1293’te Bolonya’da kuruldu.

Reklam
Reklam

Cerrahi alanında İslam dünyası özellikle Endülüs döneminde en parlak devrini yaşadı. Müslüman İspanyası’nda cerrahi üç farklı alanda tatbik edilmekteydi: Damar cerrahisi, genel cerrahi ve ortopedik cerrahi. Özellikle El Zahravi’nin çalışmaları devrimsel nitelikteydi. Zahravi cerrahi disiplinine yeni prosedürler, 200’ün üzerinde tıbbi alet ve el-Tasrif adında değerli bir eserle katkıda bulundu.


En son domuz gribi dolayısıyla yandaşları ve karşıtları arasında tartışma yaşanan ‘aşı’, Avrupa’ya Osmanlılar tarafından taşındı. 18. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında çiçek hastalığına karşı aşı uygulanmaktaydı. Buna tanık olan dönemin İngiltere elçisinin karısı Lady Montagu, aynı yöntemin ülkesinde de uygulanması için kampanya yürüttü, ancak hem kiliseden hem de bilim adamlarından tepki gördü. Aşı, Osmanlıların Orta Asya’dan taşıdıkları bir uygulamaydı.


Müslümanların Batı’ya öğrettikleri belki de en ilginç alışkanlık, hayatımızın ayrılmaz, hatta doğal bir parçası olan ‘üç öğün yemek’... 9. yüzyılda bugünkü Irak topraklarından Endülüs İspanyası’na gelen Ebu Hasan Ali ibn Nafi, namı diğer Ziryab, buranın ahalisine yemeğe çorbayla başlayıp; kırmızı et, balık veya beyaz etle devam edip; meyve yahut yemişle nokta koymayı “öğretti”. Ziryab bir müzisyen ve moda tasarımcısıydı.

Reklam
Reklam