Beril Eski
BBC Türkçe
"Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Türkiye'de ve 11 Avrupa ülkesinde yürürlüğe girdi.
Sözleşme, pek çok konuda yeni ve kapsamlı tanıma yer veriyor, kadına şiddete yönelik korumayı genişletiyor.
İstanbul Sözleşmesi'nde öne çıkan başlıklar ise bu konuda eğitimin müfredata dahil edilmesi, özel sektör ve medyanın teşvik edilmesi, tazminat, zorla evliliklerin feshi, ısrarlı takibin cezalandırılması, zorla evlendirme ve kadın sünneti yasağı, sözde "namus” adına işlenen suçlar dahil olmak üzere kabul edilemez gerekçelerle şiddet uygulanması.
Peki İstanbul Sözleşmesi, bizim günlük yaşamımızı ne kadar etkileyecek? Uygulamada ne kadar etkili olacak?
Bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam'a başvurduk ancak Bakanlık, görüşme talebimizi kabul etmedi.
‘AİHM benzeri bir mekanizma oluşturulabilir'Sorularımızı İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi ve kadın hakları uzmanı Sevinç Eryılmaz yanıtladı. Eryılmaz, bir anda büyük bir değişiklik beklememek gerektiğini söyledi. Eryılmaz'a göre diğer uluslararası sözleşmelerden çok daha farklı ve kapsamlı olan İstanbul Sözleşmesi, süreç içinde etkili hale gelebilir. Ancak bunun için iç hukuk kurallarının sözleşmeye uygun hale getirilmesi ve kamu personelinin eğitilmesi gerekiyor.
Eryılmaz, bazı uzmanların sözleşmeye yönelik "ileride bir başvuru mekanizması da oluşturulabilir” yorumunu dile getirdi. Buna göre, sözleşme kapsamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) benzeri uluslararası bir başvuru mekanizması oluşturulabileceği, hatta bu mekanizmanın AİHM ile birleştirilebileceği öngörülüyor.
Aslında Birleşmiş Milletler'in Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” Sözleşmesi (Kısaca CEDAW), benzer bir uluslararası mekanizma öngörüyor. Peki neden ikinci bir uluslararası mekanizmaya ihtiyaç duyuluyor? Eryılmaz, bu durumu şöyle açıklıyor:
"Bu sözleşmenin etki alanı CEDAW'dan farklı. İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi çerçevesinde olduğundan bölgesel bir sözleşme, bu da onu daha güçlü kılıyor. CEDAW ise daha ziyade ayrımcılığa yönelik bir sözleşme. Her ne kadar CEDAW Komitesi, kadına karşı şiddeti ayrımcılık olarak tanımlasa da, İstanbul Sözleşmesi şiddete odaklandığından, daha ayrıntılı bir düzenleme getiriyor.”
BBC Türkçe'ye değerlendirmede bulunan Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği'nden Şehnaz Kıymaz, İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde tarafların temsilcileri vasıtasıyla komisyon üyelerinin seçileceğini belirtiyor. Kıymaz, "GREVIO” adı verilen bu komitenin, yaklaşık bir yıl sonra seçileceğini ve kendi işleyiş yöntemine kendisinin karar vereceğini söylüyor.
Kıymaz'a göre bu özerklik "GREVIO”ya bir başvuru mekanizması şeklinde çalışma imkanı da veriyor.
LGBTİ bireylere korumaYüksek lisans tezini İstanbul Sözleşmesi üzerine yazan Şehnaz Kıymaz, sözleşmede birkaç noktaya dikkat çekiyor. Kıymaz'ın vurguladığı ilk nokta, sözleşme çerçevesinde ülkelerin birbirinden konuya ilişkin verileri talep edebilmesi ve uluslararası saygınlık nedeniyle bir "gözlem” sürecinin başlaması oluyor.
İkinci nokta olarak ise, ayrımcılık maddesinin çok kapsamlı olduğu ve LGBTİ bireyleri de kapsadığını belirtiyor. Kıymaz, sözleşmede "cinsel yönelim” ifadesinin bulunduğu hükümle, LGBTİ bireylere de koruma sağlanacağını ifade ediyor.
Kıymaz'ın son dikkat çektiği nokta ise sözleşmede ikincil mağduriyetten bahsedilmesi. Buna göre, mağdur edilen kadınların veya yakınlarının kamu görevlileri tarafından tekrar mağdur edilmesi, sözleşme kapsamında tazminat sebebi olarak görülüyor. Kıymaz, "Bu bütüncül bir politika, o yüzden çok önemli” diyor.
'Israrlı takip'Sözleşme'de "ısrarlı takip” yasaklanıyor. Kıymaz, bu kavramın daha önce Türk hukukuna girdiğine dikkat çekiyor:
"Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun, İstanbul Sözleşmesi dikkate alınarak hazırlandı. Elbette birçok eksiği var ama eski kanuna göre çok ilerici. "Israrlı takip” kavramı da, ilk olarak 6284 Sayılı Kanun'la hayatımıza girmiş oldu.”
"Israrlı takip”in sözleşmedeki tanımı ise şöyle:
"Taraflar, başka bir kişiye yönelik, kendi güvenliği için korku duymasına neden olacak şekilde tekrar eden, kasıtlı ve tehditkar davranışların cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.”
Kıymaz, bu kavramı şöyle örnekliyor:
"Türkiye'de oldukça yaygın aslında. Bir kadından hoşlanan erkek, kadını gittiği her yerde takip eder, telefon açar sadece sesini dinler. Gözünün üstünde olduğunu hissettir. Şiddet geliyor algısı yaratır.”
'Israrlı takip üçüncü kişilere uygulanamıyor'Aylin Aslım, geçen sene, kendisini ve arkadaşlarını Twitter üzerinden rahatsız eden ve zaman zaman kendisini takip eden birine dava açmıştı. Sanık, davada suçlu bulunmuştu.
Sanığın sorumluluğunun "ısrarlı takip" ile açıklanıp açıklanamayacağına dair Aslım'ın avukatı M. Gökhan Ahi'nin cevabı şöyle oluyor:
"6284 Sayılı Kanun'daki ısrarlı takip hükmüne karşı tedbir, yalnızca eşlere, eski eşlere ya da eski sevgililere uygulanıyor. Tanımadığınız, üçüncü kişiler için bu hükme başvuramıyorsunuz.”
Ahi, "ısrarlı takip" olarak adlandırılabilecek tür vakaların çok sık yaşandığını belirtiyor ancak hukuken karşı tarafı suçlayacak bir maddenin eksikliğinden yakınıyor:
"Biz bu kişiyi suçlayacak bir madde bulmakta çok zorlandık. Daha sonra hakaret suçundan ve huzur ve sükunu bozmaktan şikayette bulunduk. Cinsel bir saldırı olmadığından istismar hükümlerine dayanamadık.”
Mahkemenin sanığı yalnızca hakaretten suçlu bulduğunu ve 120 günlük hapisle cezalandırdığını söyleyen Ahi, bu cezanın yetersiz olduğu fikrinde:
"Verilen ceza komik. Zaten kişinin sabıkası bulunmadığından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildi, yani 5 yıl içinde başka bir suç işlemezse cezayı çekmeyecek.”
Şiddet gören kadına 'mülteci statüsü'Sözleşme'nin getirdiği bir diğer yenilik ise, toplumsal cinsiyete dayalı bir şiddet tehlikesi halinde kadınlara mülteci status verilebilmesi. Ayrıca bu kapsamda, şiddet görme ihtimali olan kadının "geri gönderilmeyeceği” de düzenleniyor.
Bu konuda görüştüğümüz İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Lami Bertan Tokuzlu, söz konusu yeniliğin aslında uygulamayla oluşan yaklaşımların yasal zemine oturtulması olarak değerlendiriyor.
Tozuklu'ya göre, 2000'li yılların ortasına kadar "toplumsal cinsiyete dayalı sığınma ve mültecilik başvuruları" oldukça tartışmalıydı ancak daha sonra Avrupa'daki pek çok ülkede uygulanır hale geldi.
Türk hukukunda da benzer bir korumanın yer aldığını ve sözleşmenin buna paralel olduğunu belirten Tokuzlu, yine de sözleşmedeki ifadenin oldukça net olduğuna dikkat çekiyor:
"Sözleşmede net bir şekilde 'mülteci statüsü verilir' diyor. Mülteci statüsü, uluslararası mevzuatta da çoğu zaman devletlerin takdirine bırakılan bir konu olarak ele alınır. Burada, daha önce görmediğimiz kadar net bir ifadeyle karşılaşıyoruz."
Tokuzlu, Sözleşme'de Cenevre Protokolleri'ne atıf yapıldığı için, Türkiye'de mülteci statüsü için geçerli olan "coğrafi kısıtlamanın", bu sözleşme kapsamındaki başvurucular için de geçerli olacağını söylüyor.
Türkiye'nin taraf olduğu ancak çekince koyduğu Cenevre Protokolüne göre, "mülteci" statüsü yalnızca Avrupa'da gelen göçmenlere verilebiliyor. Ancak sığınmacı olmak ya da geri gönderilme yasağı çerçevesinde ülkede tutulmak için herhangi bir coğrafi kısıtlama öngörülmüyor.