İstanbul Sözleşmesi Sadece Kadın Haklarını Kapsamıyor! Bakın detayları nelermiş?

Kadın Cinayetlerinin, Kadına Şiddet ve Kötü Muamelenin son birkaç yılda gösterdiği artış konuyu Aile İçi Şiddetten çıkararak kamusal bir meseleye, toplum vicdanını yaralayan bir hale sürükledi... Kısa aralıklarla birçok kadının yaşadığı mağduriyete ettiğimiz tüyler ürpertici tanıklık ''... Kadın Hakları...'' üzerinde şiddetli sorgulamalara sevk etti hepimizi.

Çoğumuz 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve sair mevzuat hükümlerinin güçlendirilmesini, uygulamada ki tedbirlerin artırılmasını beklerken mevcut yasal düzenlemelerin iptali gibi anlaşılması güç ve kabulü mümkün olmayan bir konu gündeme düştü.

11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açılan, imzaya açılmasından sonra onay için TBMM Genel Kurulu’na sunulan, 14 Mart 2012 tarihinde AKP, CHP, MHP ve BDP’nin oybirliğiyle 246 kabul ve sıfır red oyuyla Meclis’te onaylanan:

Reklam
Reklam

İstanbul Sözleşmesi’nin iptali...

Neydi İstanbul Sözleşmesi ve imzaya açıldığı dönemde üzerinde tam mutabakat sağlanarak yürürlüğe giren sözleşmenin neden şuan iptali talep ediliyordu?

11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılan, 1 Ağustos 2014 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren resmi adının Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan sözleşmeyi İstanbul'da imza edildiği için kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak anıyoruz. Sözleşme, Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini amaçlayan, hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belgedir ve taraf devletler için güçlü bir Denetim Mekanizması barındırmaktadır. Sözleşmenin resmi adı her ne kadar ''Kadın'' ibaresini taşıyorsa da, sözleşme erkekler için cinsiyet ayrımcılığı öngörmemekte; şiddetin, toplumsal bir sorun olduğunu ve maruz kalan kadın, erkek, genç, yaşlı tüm bireylerin korunması gerektiğinin altını çizmektedir. Sözleşme ağırlıkla kadına yönelik şiddeti önleme amacı gütse de Madde 2'de belirtildiği üzere hane halkının tüm üyelerini kapsamaktadır. Bu bağlamda sadece kadınlara yönelik değil çocuklara karşı şiddet ve çocuk istismarının önlenmesini de amaçlamaktadır.

Reklam
Reklam

İstanbul Sözleşmesi'nin iptalini destekleyenlerin ise savundukları birkaç temel gerekçe vardır. Gerekçelerden ilki, sözleşmenin ''Gelenekseksel Türk aile yapısını bozduğu, çarpık ilişkileri meşruymuş gibi gösterdiği, İslam kültüründe bulunmayan LGBT kavramının yasallaştırdığı...'' bir diğeri ise '' Aile içinde bireyleri birbirine düşman ettiği, aileleri yıktığı...''

Bu hatalı yorumlara sebep olan husus ise İstanbul Sözleşmesi'nin ''Toplumsal Cinsiyet tanımına yer veren ilk uluslararası sözleşme olmasıdır.'' Kafaları bulandıran ve yanlış lanse edilen kavram: Toplumsal cinsiyet kavramıdır. Toplumsal cinsiyet, toplumların cinslere özgülediği rollerin özellikle muhafazakar ve ataerkil toplumlarda erkeği evin iktidarı statüsüne sokarak kadına ve çocuğa yönelik şiddeti artırdığı, bu nedenle cinsiyetler arasında ''eşitlik'' ilkesini vurgulayan bir kavram, ideolojidir. Cinsler arasındaki ''eşitlik'' ''aynılık'' demek değildir. Kadın ve erkeğin birbiri ile ''aynı olması'' biyolojik olarak talep edilse dahi zaten mümkün değildir. Sözleşmede toplumsal cinsiyetin tanımı şu şekildedir (Madde 3: Tanımlar, c bendi): “Kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir”. Sözleşmenin iptalini savunanlar bu tanımın muğlak ve genel olduğunu iddia etseler de, yorum doğru değildir. Burada vurgulanan tek husus, toplumların cinsiyetlere yüklediği rollerin şiddeti artırdığı, ve cinsler açısında bu anlamda ''eşitlik'' olması gerektiğidir. Sözleşmede, bir toplumda erkeğe üstün roller verilerek, kadının ikincilleştirilmemesi; kültür, töre, din, gelenek veya ‘namus' gibi kavramların herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmaması gereğinin altı çizilmektedir. Eğer konuya İslam kültürü perspektifinden yaklaşacaksak da durum aynıdır; islam dininde ve hukukunda kadın değerlidir, kutsaldır, kadına eziyet, şiddet ve kötü muamele hak olarak görülmemiştir.

Reklam
Reklam

Kaldı ki bu ilke, Anayasamızın 10. maddesinde de yer almaktadır.

1982 Anayasasının “Kanun Önünde Eşitlik” başlığını taşıyan 10'uncu maddesi şöyle demektedir: ''Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. ''
Anayasamız'da kabul ettiğimiz bir ilkeye İstanbul Sözleşmesi'nde karşı çıkmanın anlaşılır bir tarafı yoktur. Eğer tartışmaya sebebiyet veren LGBT kavramı ise, LBGT'li bireylerin de insan oldukları ve insan haklarına sahip olduklarını, şiddet mağduru olmaları durumunda rahatça destek alabilmelerinin gereği tartışmadan uzaktır. LGBT hakkı, kadın hakkı, erkek hakkı şeklinde terimler ayrımlar yoktur. Şiddet toplumsal bir sorundur ve maruz kalan bireylerin yalnızca insan olmak nedeni ile sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri, İnsan Hakları vardır.

Cinsel tercihleri nedeni ile kişilerin sahip oldukları temel haklarını ellerinden almak kabul edilir bir durum değildir, kaldı ki matematik olarak mümkün de değildir. Zira, LGBT'li bireylerin çoğu bu cinsel içgüdü ve tercihlere doğuştan gelen hisleri nedeni ile sahip olmaktadırlar. O nedenle, LGBT'li olmak yasaktır...! gibi bir hüküm kurmanın mümkünü yoktur. Bu kişiler toplumda yalnızca cinsel tercihleri nedeni ile ezilir, aşağılanır, şiddet görür ve dışlanırlarsa toplum bir süre sonra onları insan olmaktan çıkarıp; eşya, mal statüsüne sokacaktır. Bu durumun da ''İnsan Hakları'na'' aykırı sonuçlara yol açacak olduğuna şüphe yoktur.

Reklam
Reklam

Sözleşmenin aileleri birbirinden kopardığı, aile kurumlarını yıktığı iddiası ise tamamen çarptırılmıştır. Günümüzde hala birçok kişi aile içinde maruz kaldığı şiddeti açıklamaktan, emniyete, savcılığa gidip şikayetçi olmaktan, destek istemekten korkmakta, çekinmektedir. Nice olay vardır ki, bireyler maruz kaldıkları şiddete öz kan hısımları bakımından dahi destek görememektedirler. ''Kol kırılır yen içinde kalır, aman kızım söyleme kimseye, erindir yerindir beyindir...'' gibi düşüncelerin bedelleri çok ağır olabilmektedir. Aile içi şiddet o aile içerisindeki tüm bireyleri olumsuz etkilemektedir. Şiddet türü ne olursa olsun bir travmadır. Çocuk için en yıkıcı travma ise aile tarafından uygulanan şiddettir. Travmaya uğrayan çocuk ileride şiddeti örnek alabilir ya da içine kapanıklık, sürekli korku, yalnızlaşma gibi psikolojik buhranlar yaşayabilir. Aileleri yalnızlaştıran ve toplumları kaosa sürükleyen asli husus şiddete ve benzeri eylemlere ''DUR'' dememektir. Gücünü, rüştünü ''şiddet'' kullanarak ispata alışmış bir birey, eğer karşısında güçlü bir denetim mekanizması ve/veya yaptırımlar göremez ise hayatının her alanında şiddeti bir yaşam biçimi haline sokacaktır. İş o zaman, aile içi şiddetten de öteye geçecek, toplum yapısı işte o zaman bozulacaktır.

Reklam
Reklam

Şiddet, toplumsal bir sorundur ve toplum mağdura sahip çıkmak zorundadır; mağdurun kadın veya erkek mi LGBT'li mi olduğunun ise önemi yoktur.

İstanbul Sözleşmesi'nin iptali tek başına kişilerin tüm haklarını ellerinden almayacaktır muhakkak, ancak son yıllarda %55 gibi bir oranda artış gösteren Aile İçi Şiddete karşı bireyleri uluslararası arenada yalnızlaştıracaktır.

Avukat Devrim Nur Kayabalı

Anahtar Kelimeler: