Tarih boyunca kahinler ya da bilinen kahinler erkeklerdi...
Ancak bilinmeyen pek çok kadın kahine vardı.
Antik Yunan ve Roma anlatılarında yer verilen Kahineler (Sibyl), sadece rahiplerin çözebildiği, üstü kapalı kehanetlerde bulunan, o zamanlarda “bilge” olarak kabul edilen kadınlardı.
Tapınaklarda, türbelerde ve mağaralarda yaşayan, kendilerine kehanet yeteneği verildiğine ve doğanın işaretlerini yorumlayarak geleceği görebildiklerine inanılan bu kadınların kökenleriyle ilgili kesin bilgiler ise günümüze ulaşamamışlardır.
Kahinelerle ilgili ilk kesin kayıt, MÖ 5. yy.da Heraklitus’un kaleminden çıkmadır. Heraklitus, şöyle yazar...
“Süslenmemiş ve parfümler sürmemiş halinde, kendinden geçmiş şekilde asla gülünç olmayan sözler sayıp duran bu kadın, tanrının da yardımıyla, binlerce yıl öteye uzanmaktadır.”
Kahinelerin kaç tane olduğu da çağlara göre değişkenlik göstermiştir.
Heraklitus ve Plato bir, Yunanlılar dokuz, Romalılar ve erken dönem Hristiyanları on, orta çağ Hristiyanları ise on iki kahineden bahsederler. Neredeyse tümü, tüm metin ve anlatılarda, yaşadıkları yer ile isimlendirilmişlerdir. Hristiyan apolojisti Lactantius, Divinarum Institutionum’da, kahineleri şöyle tanıtır:
Pers Kahinesi: “Ondan, Makedonyalı İskender’in seferlerinin kaydını tutan Nicanor bahsetmiştir.”
Libya Kahinesi: “Euripides, ona, Lamia oyunun girişinde yer vermiştir.”
Delphi Kahinesi: “Chrysippus, kehanetler üzerine yazdığı kitapta bahsetmiştir.”
Kimmer Kahinesi: “Piso’nun vakayinamelerinde, Naevius’un da Kartaca savaşlarıyla ilgili kayıtlarında geçer”.
Sisam Kahinesi: “Eratostenes, antik Sisam kayıtlarında ondan bahsedildiğini yazar.”
Hellespont (veya Truva) Kahinesi: “Pontus’lu Heraklides, onun, Solon ve Kirus’un zamanında, Truva topraklarında doğduğunu yazmıştır.”
Frigya Kahinesi: “Ankara yakınlarında kehanetlerde bulunuyordu.”
Tibur Kahinesi: “Albunea adıyla biliniyordu ve Tibur’da (bugünkü Tivoli) kendisine bir tanrıça olarak tapınılıyordu.”
Tibur Kahinesi, bugün, Noel Kahinesi adıyla da anılır. Roma senatosu, “dünyaya huzur ve barışı getirdiği” için Augusts’u tanrılık mertebesine çıkararak ödüllendirmek isteyince, akıllı İmparator, senato bu kararı almadan önce, gelecekte, kendisinden daha kudretli birisinin doğup doğmayacağını öğrenmek için Tibur Kahinesi’ne gider. Kahine, güneşin etrafında bir hale oluştuğunu, bunun içinde de, kucağında küçük bir çocuk tutan çok güzel bir bakirenin durduğunu görür. Gördüklerini Augustus’a anlatır ve “Bu çocuk senden daha büyük ve kudretli olacaktır,” der.
Eritrea Kahinesi: “Eritrea’lı Apollodorus’un kendi halkından olduğunu doğruladığı, Truva’nın yok olacağını ve Homer’in yalanlar yazacağını söyleyen kahinedir.”
Eritrea Kahinesi’ni bugün ünlü kılan, onun da İsa’nın doğuşunu öngörmüş olmasıdır. Kehanetini açıkladığı manzumede, ‘Ihsous Xristos Qeou uios spthr’ yani ‘Kurtarıcı, Tanrı’nın oğlu İsa’ betimlemesi yer alır.
Cumae Kahinesi: “Amalthea, Herophile ve Demophile adlarıyla bilinir. Efsanevi Roma kralı Tarquinius Priscus’a dokuz kehanet kitabı götürüp karşılığında 300 altın ister. Kral, kadının deli olduğunu düşünüp teklifi reddedince, kahine, kralın gözleri önünde 3 kitabı yakar ve geri kalan altı tanesi için yine 300 altın ister. Kral tekrar geri çevirse de, kalan 6 kitaptan 3’ünü daha yakıp tekrar 300 altın isteyen kadından etkilenerek, eldeki 3 kitap için 300 altın vermeyi kabul eder. Başkentin tekrar inşasından sonra, bu kehanet kitaplarının sayısı, İtalya ve Yunanistan topraklarındaki kehanet kitaplarının toplanmasıyla artar.”
Cumae Kahinesi’yle ilgili, mitolojik bir hikaye de vardır. Apollo, kahinenin, kendisiyle birlikte olması karşılığında, herhangi bir dileğini gerçekleştireceğini söyler. Kahine, bir avuç dolusu kumu alıp, elindeki kum tanelerinin sayısı kadar yıl boyunca yaşamak istediği cevabını verir. Apollo, bunu kabul eder ama kahine, verdiği sözünü tutmayınca, ona, istediği ömrü, o ömür boyunca sürecek gençlikten yoksun olarak verir. Kahine, yaşı ilerledikçe hızlı biçimde büzüşüp küçülür, ta ki bir şişe içerisinde yaşamak zorunda kalana dek. Yaşamının son zamanlarında, kehanetleri için ne karşılık istediğini soranlara, sadece ölmek istediğini söyler.
Aeneas’ın, ölü babası Ankises’le bir araya gelmek için ölüler diyarına nasıl gireceğini anlatması da Cumae kahinesi ile ilgili (be kendisine Yeraltının Kahinesi adının verilmesini sağlayan) rivayetler arasındadır. Ankises de, oğluyla ölüler diyarındaki buluşmasında, Aeneas’ın soyundan, dünyanın gördüğü en büyük imparatorluğun doğacağı kehanetinde bulunur.
Bu pagan kahineleri, Hristiyan tarihi ve sanatında da kendilerine yer bulmuşlardır. Özellikle Sistine Şapeli’nin tavanında, kahinelerin en önemlileri sayılan Delphi, Cumae, Libya, Pers ve Eritrea Kahineleri’nin tasvirleri, Eski Ahit peygamberlerinden Zekeriya, İshak, Daniel, Yunus, Yeremya, Zülfikl ve Yael’in tasvirleri arasına serpiştirilmiştir.
Orta Çağ trajedilerinde sıkça anılan bu kadınlar, peygamber soylarını tasvir eden resim ve kabartmalar ile İsa’nın doğuşunu resmeden sanat eserlerinde de oldukça fazla sefer boy gösterirler. Hristiyanların, Noel ve ölüler için yaptığı çeşitli ayinlerde söyledikleri ilahilerde de bahisleri geçer.
Hristiyan dünyasında Davut ve büyük Eski Ahit peygamberleriyle bir arada gösterilmelerinin yanında; Tertullian, kahinelerinden birini “gerçeğin hakiki peygamberi” olarak adlandırmış; İskendiriye’li Aziz Clement de, bir başkasını, temiz ruhu ve bilgeliği için övdükten sonra, “Bize, günahlardan kurtuluşun şarkısını ilk söyleyen o olsun,” diye onurlandırmıştır.
Kahineleri, İbrani bakışıyla anlatan Pausanias ise, Mısır veya Babil Kahinesi olarak da bilinen, Filistinli Sabbe adında, İbrani bir kahineden de bahseder. MS 6. yy.da yazılan Chronicon Paschale de belirgin bir şekilde bir İbrani Kahinesi’ne yer verir. Suidas ve kendisinden sonra gelen yazarlar da yine bu kahineden defalarca bahsetmişlerdir.