8 Mart 1857 tarihinde Amerika’nın New York kentinde 40.000 dokuma işçisinin insani çalışma koşulları talebiyle bir tekstil fabrikasında başladıkları grev polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve çıkan yangında sonrası işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi.
8 Mart 1857’nin üzerinden tam 54 yıl sonra 26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin o yangında ölen kadınların anısına 8 Mart’ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılmasını önerdi ve önerisi oybirliğiyle kabul edildi. İlk anma 1911 yılında oldu. Türkiye'de ise 11 yıl sonra ilk kez 8 Mart 1921 tarihinde "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı.
8 Mart 1857 de yaşanan acı olayın hikâyesi için bir yandan “özetle” durum bu diyorum, diğer yandan kadını anlatırken “özetle” kelimesini kullanmanın kadına hakaret olduğu düşünüyorum. Varlık sebebimiz, anamız, avradımız, yârimiz olan kadını, ömrü boyunca hikayelerimizin girişi, gelişmesi ve sonucu olan kadını “özetle” diyerek anlatamam, vaz geçiyorum.
Doğum sırasında ağrı eşiğinin sınırı olur kadın, artık annedir. Emzirme zamanı “sütü kesilirse”nin korkusu ile yaşar, yavrusu asla aç kalmamalıdır. İlk adımı atarken “ya düşerse”nin tedirginliğidir kadın, okula gönderdiğinde yavrusuyla yeniden öğrenir “abc”yi. Titrek, ürkek utangaçlığıyla ele verir kendini evlat. İlk sevdalanışını bilir anne, ilk hayal kırıklığını, ilk hüznünü. İlk zaferi ile gururlanır. O düştüğü zaman kanayan dizi olur, tozlu elleri…
“Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır.”ın kahramanıdır kadın. İstanbul’da Halide Edip olur kadın, Samsun’da Fatma Çavuş, Geyve’de, Konya’da, İnönü’de, Sakarya’da Nezahat Onbaşı, Ankara’ya cephane taşırken battaniyesini ıslanmasın diye cephaneye saran Şerife Bacı, Erzurum’da Kara Fatma’dır, Kastamonu’da Halime Çavuş.
Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan Cinsiyet Eşitliği Raporu'nda Türkiye son 10 yılda 20 basamak geriledi. Türkiye, kadın erkek eşitliğinde 142 ülke arasında Tunus(123) ve Bahreyn'in (124) ardından 125. sırada yer alıyor. Yani dünyada tam 124 ülkede kadınlar Türkiye'den daha fazla hakka sahip. TÜİK verilerine göre Türkiye'de okuma yazma bilmeyen kişi sayısı 2 milyon 654 bin 643. Okuma yazma bilmeyen 2 milyon 205 bin 315 kadın var. Yani okuma yazma bilmeyen her 100 kişiden 80’i kadın. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre parlamentoda kadın temsil oranı sadece yüzde 14,4. Pozitif ayrımcılık uygulanan Ruanda'da kadınların parlamentoda temsil oranı yüzde 56,3. 30 Mart 2014 Yerel Seçimlerinde, Türkiye genelinde toplam 1.381 belediye başkanı seçilmiş olup bunlardan sadece 40’ı (%2,9) kadındır.
Kadına her anlamda şiddet uygulanmakta ve ne yazık ki bu durumun artarak devam ettiği belgelenmektedir. Her işkence ve ölüm sonrası televizyonlarda yapılan “kadına şiddet” gündemli programlarda konu, “şiddete uğrayan kadını korumak” oluyor ne yazık ki. Oysaki kadının korunmaya ihtiyacı yok, korunması gereken insani, vicdani duygulardır, yapılması gerekense hepimizi bir annenin dünyaya getirdiği bilgisini unutmamak.