Kağızmanlı ünlü gazeteci anılmayı bekliyor

Türk basınının usta kalemlerinden toplum yaranına özveriyle çalışan cesur gazeteci Celalettin Çetin doğum yeri olan Kağızman’da anılmayı bekliyor.

Türk basınının usta kalemlerinden toplum yaranına özveriyle çalışan cesur gazeteci Celalettin Çetin doğum yeri olan Kağızman’da anılmayı bekliyor.

27 Mayıs 1928 yılında Kağızman’da dünyaya gelen Celalettin Çetin, muhabir ve röportaj yazarı olarak Dünya, Vatan, Tercüman, Akşam, Hürriyet ve son olarak da Milliyet gazetesinde çalıştı. Roma'da cezaevinde bulunan Mehmet Ali Ağca ile röportaj yapan ilk gazeteci olan Çetin, birçok meslek ödülünün de sahibi.

Gazeteci – Yazar Celalettin Çetin, 22 Şubat 2006 tarihinde tedavi gördüğü hastanede vefat ederek 13 Şubat 2006’da, toprağa verildi. Çetin için Ataköy Camii'nde öğleyin kılınan cenaze namazına, eşi Ayla, çocukları Alkım ve Barış'ın yanı sıra Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç ile eski başkan Nail Güreli katıldı. Gazeteci dostları ve yakınlarının da hazır bulunduğu cenaze töreninin ardından Çetin'in cenazesi, Aşiyan Mezarlığı'nda defnedildi.

Reklam
Reklam

Kars ilinin Kağızman ilçesinde 27 Mayıs 1928 yılında dünyaya gelen Celalettin Çetin, Kabataş Erkek Lisesi'nden mezun oldu ve askerlik görevini de Kore'de yaptı.

“Uzakdoğu'dan Getirdiklerim” adlı yazı dizisiyle 1956'da meslek hayatına başlayan Çetin, Dünya, Vatan, Tercüman, Akşam, Günaydın, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde çalıştı.

78 yaşında yaşamını yitiren Röportaj ustası gazeteci Celalettin Çetin’in Sarı Çam (1961 - Şiir). Saat Altıda Gel (1965- Roman), 352. Sokak (1974 -Roman), Göçük (1977- Roman).Bir Gazetecinin Not Defteri (1980- Röportaj). İşte Babıâli (1991-Hatıra) adlı kitapları yayımlandı.

Celalettin Çetin’inin ailesinde bir çok da gazeteci bulunmaktadır. Güneş Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Büyükçelebi'nin ve gazeteci Ufuk Büyükçelebi'nin dayısıdır.

Karslı, Kağızmanlı usta gazeteci Celalettin Çetin’in toprağa verildiği gün 13 Şubat 2006 tarihidir. Gerek Kars’ta gerekse Kağızman’da bir anma töreni yapılması ve anılması ona bir vefa borcudur.

Celalettin Çetin’in Münir Özkul ile yaptığı bir Röportajı:

Reklam
Reklam

Münir Özkul’la alkol üstüne…

Yeşilçam’da pek çok ünlü alkolle ilgili ciddi sorunlar yaşıyordu. Ama bu konuda en cesur itirafları yapan ve diğerlerinden farkını, büyüklüğünü bir kez daha ortaya koyan yine Münir Özkul oluyordu. Belli ki sanatçının tek istediği kendi durumundan ders çıkarılmasıydı. Buna “sanatçı sorumluluğu” deniyor işte.

Onbeş yaşımdaydım. Bir gün içime tarif edemeyeceğim, hala da edemediğim bir sıkıntı çöktü. Evde gazete tomarları vardı, onları topladığım gibi doğru mahalle bakkalına gittim. Bardakla şarap veriyordu bu bakkal. Verdim gazeteleri ve o gün ilk kez içkinin tadına baktım. Hemen söyleyeyim alkol bendeki o sıkıntıyı gevşetmişti.”

İşte Münir Özkul usta gazeteci Celalettin Çetin’e, kendisini yıllarca esir alan alkolle tanışmasını böyle anlatıyordu. Münir Özkul belki de Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yetenekli oyuncusuydu ama genç yaşta tanıştığı alkol sonraki yıllarda kontrolü iyice ele alacaktı. Öyle ki Özkul bir günde 7 şişe votka, 12 şişe cep kanyağı içebilecek bir noktaya gelmişti.

Reklam
Reklam

Ben bir dipsomandım. Alkolik olmak o kadar tehlikeli değildir. Ama dipsomani korkunçtur. Kriz devresinde kolonya içer insan, gaz içer hatta lizol dahi içer.”

1969 yılında Günaydın gazetesinde yayınlanan röportajında bu illet yüzünden üç eşine de şiddet uyguladığını açıkça söylüyordu Özkul: “Evet, evlendiğim kadınların üçünü de öldürmek istedim. Ama beceremedim, hepsini yaralayıp bıraktım.”

Akıl hastanesine bile düşürmüştü alkol onu: “Şimdiye kadar sekiz on defa akıl hastahanesinde yattım. Artık ruh hastasıydım. Hele o kriz devrelerinde gözüm hiçbir şey görmüyordu. İçki bulmak için, içkiye kavuşmak içinher şeyi yapıyordum. Kırmak, dökmek, başımı duvarlara vurmak ve de akla gelecek her türlü çılgınlık benim içindi. Fakat sağlığım yönünden hiçbir kaybım olmadı. Bir ara siroz korkusndan hastaneye yattı, karaciğerim sağlam çıktı. Yalnız tiyatro çalışmalarım yönünden çok zararlı oldu. Ayrıca içkiye giden paralarla en azından bir apartman alırdım.”

Ve en can alıcı soru geliyordu Celalettin Çetin’den: Peki niçin bu kadar içiyordunuz? Daha doğrusu sizi içkiye iten sebepler neydi?

Reklam
Reklam

Ben kendi kendime otoanaliz yaptım ve bana içirten sebepleri bir bir yakaladım. Bir defa idanfikasyon diye bir olay var. İnsan daha çocukken nasıl bir tipe benzemek istediğini, nasıl bir insan olmak istediğinidaha o zaman çizer ki çoğu çocuklar anne babalarına benzemek isterler. Benim küçükken kendimi benzetmek istediğim tip Ferdi Tayfur ile Bakırköylü alkolik bir arkadaşımdı. İkincisi güvensizlik ve utangaçlık şeklinde beliren aşağılık duygusu. Ben bütün okul hayatımda bir defa bile tahtaya kalkamayacak kadar utangaçtım. Üçücü sebep, ki bu en önemlisidir, seksüel dengesizlik. Yahut cinsel ilişkilerde yetersiz olmak korkusu. Hatta çok derinlerde homoseksüel eğilimler. Bu bütün alkoliklerde vardı.”

(Bu yazıdaki demeçler Dünya, Vatan, Tercüman, Akşam, Günaydın, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde çalışmış değerli gazeteci Celalettin Çetin’in (1928-2006) Bir Gazetecinin Not Defteri (Cem Yayınevi – 1983) adlı kitabından alıntılanmıştır.)

Hilmi Yavuz’un Celalettin Çetin’in ardından bir anma yazısı. 12 Mart 2006

Reklam
Reklam

Celalettin Çetin için

Hilmi Yavuz

Ölümler, geçmişin hatırlanmasıdır: Bende böyle olmuştur her zaman. Ölümlerle geçmişe gider, onları orada, geçmişte, yaşarken bulurum.

Tunç Yalman'ın ve Celalettin Çetin'in ölümleri, beni aldı, yaşlı ve bezgin bir hayalet gibi, 1950'li yılların Cağaloğlu'sunda Molla Fenari Sokağa, 'Vatan' gazetesinin istihbarat odasında, koridorlarında, mürettiphanesinde, yazarlar odasında dolaştırmaya başladı. Şimdi yerinde yeller esen 'Vatan' binasına...

Sadece Vatan binasına mı, değil elbette! Celalettin Çetin'i, gazeteciliğinden çok ama çok önce, Kabataş Erkek Lisesi'nden tanıyordum. Bizden bir sınıf üstteydi;- yanılmıyorsam, Demir Özlü'lerin sınıfında. 1951-52 ders yılı başında, lise ikinci sınıfa, ailesi Siirt'ten geç döndüğü için bir hafta geç başlayan Hilmi Yavuz, daha okula adımını atar atmaz, İsviçre'de talebe müfettişi iken Kabataş Erkek Lisesi'ne müdür olarak tayin edilmiş Faik Dıranaz mitolojisiyle allak bullak olmuştu. Bir önceki yıl, emekliliğini beklediği için, sigara dumanlarının bir vapur bacası gibi kapıdan dışarı uğradığı tuvaletlerin önünden geçerken başını öte yana çeviren müdür Cemal Artüz'ün yerine, belalı bir Faik Dıranaz! Okula geldiğinin ertesi günü, bütün öğrencileri konferans salonunda toplayıp 'sigara içen asla Kabataşlı olamayacaktır!' dediğinde, vahim tiryaki Hilmi Yavuz'da şafak atmıştı. Dahası, yeni müdür, öğrencilerin saçlarını uzatmasına da şiddetle karşıydı. Bütün salon, neredeyse sinek uçsa duyulacak bir sessizlikte, dehşetengiz Faik Dıranaz'ı yürekkıran bir endişeyle dinlerken, konferans salonunun kapısı açılmış, içeriye uzun saçlarıyla Celalettin Çetin girmişti. Öğrenciler, soluklarını tutmuş, ne olacağını bekliyorlardı. Celalettin, o sessizlikte, topuklarının çıkardığı tok seslerle salonun ön tarafına doğru yürürken, belli ki o an'a kadar şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyen Faik bey, ince tel çerçeveli gözlüklerini sertçe düzeterek Celalettin'i yanına çağırdı. Herkes soluğunu tutmuş, bekliyordu. Faik bey, 'Nedir bu? Siz Kabataşlı değil misiniz?' diye bağırdı. Celalettin'in istifini bozmadan verdiği cevap şuydu: 'Evet ama aktörüm ben!' Konferans salonundaki öğrencileri görecektiniz: kahkahalar durmak bilmiyordu!

Reklam
Reklam

Celalettin'in nevi şahsına münhasır bir kimlik olduğunu bu olay yeterince aydınlatıyor. Onu daha sonra, bu defa da gazeteci olarak yakından tanıdığım yıllar, 'Dünya' gazetesinden 'Vatan'a geçtiği yıllardır. Onun şiirlerini, daha sonra evleneceği sevgili eşi Ayla'nın, kızlık soyadını kullanarak yayımladığı 'Sarıçam' adlı şiir kitabını, ne yazık ki kitaplığımda bulamadım. Ama, Babıali hatıralarını derlediği 'İşte Babıali' (Cem Yayınları, 1991) burada masamın üzerinde duruyor. Kitabın 44. sayfasında, birlikte geçen günlerimizi şöyle anlatıyor Celalettin: 'İşte böyle sürüp giderken[...] transfer edilerek geldiğim bu ikinci gazetemde ben ancak Hilmi Yavuz'la anlaşıyorum, ona sokuluyorum, onunla yürüyorum akşamları Aksaray'a doğru. Babıali oyunlarının dışına çıkarak eski günlere, şiir dolu günlere gidiyoruz.'

Doğruydu. Celalettin'le yürüyorduk çoğu defa: 26 Mayıs 1960'ı 27 Mayıs 1960'a bağlayan gece de onunla yürümüştük: Sokağa çıkma yasağı vardı ama her ikimiz sıkıyönetimden izinliydik: Bomboştu sokaklar, Vatan Caddesi'nden yukarıya, Akdeniz Caddesi'ne sapmıştık ki, bir askerî cip belirdi. Durduk. Cipten inen bir subay, sanırım bir üsteğmendi, izin kağıtlarımızı sordu, gösterdik. Tam o sırada cipten inen bir sivili gördük;- tanıyordum o sivili: DP Fatih İlçe Başkanı Dr. Ömer Faruk Sargut'tu!

Reklam
Reklam

Dr. Sargut, subaya, bizi tanıdığını ve gazeteci maskesi arkasında CHP lehine kışkırtıcı faaliyetlerde bulunduğumuzu söyledi, 'Tutuklayın bunları!' dedi. Subay, sertçe, 'Burada komutan benim, kararı ben veririm' cevabını verdi Dr. Ömer Faruk'a, sonra bize döndü, 'Gidebilirsiniz!' dedi.

Celalettin, subayın tavrından bir şeyler sezinlemişti, yokuş yukarı yürürken, mırıldandı: 'Bu gece bir şeyler olacak!'

Oldu da!

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz