Memorial Antalya Hastanesi Girişimsel Radyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. R. Aykut Aktaş, karaciğer tümörlerinde uygulanan girişimsel tedaviler hakkında bilgi verdi.
TÜMÖR KARACİĞER VE SAFRA YOLU FONKSİYONLARINI ETKİLİYOR
Karaciğer kanserleri; karaciğer yağlanması, viral hepatitler ve siroz gibi nedenlerle karaciğerin kendi dokusunda ortaya çıktığı gibi kolon, rektum ve pankreas tümörlerinin metastazı ile de görülebilir. Karaciğerde bulunan kitleler genellikle masum kabul edilmez. Tümör, karaciğer dokusuna yayılarak fonksiyonlarını olumsuz etkilediğinde hızlı gelişen bir kanser tablosu oluşmaktadır. Karaciğerdeki kitle ya da kitlelerin büyümesi; sarılık, safra yolu tıkanıklıkları ve enfeksiyon gelişimini de beraberinde getirmektedir. Safra yollarındaki bakteriler, organ komşuluğu nedeniyle karaciğerdeki tümörlere nüfuz eder ve orada daha da büyüyerek çoğalmalarına neden olur. Sonuçta hem karaciğer fonksiyonları bozulur hem de bu bölgede yıkıcı bir etki görülür.
DOKU HASARI OLMADAN BİYOPSİ YAPILIYOR
Karaciğerde saptanan anormal doku ile ilgili kesin sonucu iğne biyopsisi vermektedir. Biyopsi, görüntüleme yöntemleri ile saptanan şüpheli bir bulgunun tanısının kesinleştirilmesi için gereklidir. Güvenli bir yoldan iğne ile girilerek şüpheli dokuya ulaşılır ve ardından yeterli miktarda hücre örneği alınır. Tüm bu işlem, görüntüleme eşliğinde gerçekleştirilmektedir. İğne biyopsisinin, günümüzde artık mümkün olduğunca güvenli bir şekilde yapılması sayesinde sonuca, hızlıca ve doku hasarı oluşturmadan gidilebilmektedir.
GİRİŞİMSEL YÖNTEMLER TEDAVİDE ÖNEMLİ YER TUTUYOR
Karaciğer tümörü tanısı alan hastalar multidisipliner bir değerlendirme ile tedavi programına alınır. Uygun hasta seçimi ile her vakaya özel bir değerlendirme yapılarak tedavi şekli belirlenir. Karaciğer tümörlerinin tedavisinde çok önemli bir yeri olan girişimsel uygulamaların olumlu sonuç verebilmesi de doğru hasta seçimine bağlıdır. Girişimsel yöntemlerde; kemoterapi ajanları, damardan embolizasyon tedavileri ya da iğne ile damardan girilerek yapılan ablasyon uygulanmaktadır.
TÜMÖRLERİN YÜZDE 90 KAYBOLDUĞU GÖZLEMLENİYOR
Karaciğerde, özellikle 4-5 santimetreyi geçmeyen büyüklükteki tümörlerde tercih edilen ısı ya da dondurma işlemleri etkili olmaktadır. Karaciğer tümörlerinin girişimsel tedavisinde uygulanan “radyofrekans yöntemi”, biyopside olduğu gibi MR/tomografi ya da ultrasonda tespit edilen lezyonlara iğne ile girilerek gerçekleştirilir. Biyopside kullanılan iğnenin ucunda mikrodalga veya radyofrekans yöntemiyle ısı oluşturulur. Isı derecesi 90 dereceye kadar çıkarılır ve belli bir dereceden sonra tümör hücreleri yok olmaya başlar. Tedavinin ardından hasta bir ay sonra kontrol tetkikleri yaptırdığında lezyonların genellikle %90’ının kaybolduğu tespit edilir. Ancak bu bölgede yeni bir lezyon oluşumu görülmüşse, aynı şekilde lokal anestezi altında ameliyatsız iğne girişimi gerçekleştirilerek işlem tekrarlanabilir.
TÜMÖR HÜCRELERİNİN BÜYÜMESİ ENGELLENİYOR
Tümör büyüklüğü ameliyat sınırını geçmiş hastalar için “embolizasyon yöntemi”, anjiyo gibi girişimsel olarak gerçekleştirilmektedir. 5 santimetreden büyük tümörlerin tedavisinde uygulanan ablasyon işlemi ile kombine olarak da tercih edilebilir. Embolizasyon, normal karaciğer dokusuna verilen kan miktarının bir kısmını azaltır. Bu nedenle viral hepatitler ya da siroz kaynaklı olarak karaciğer dokusu zarar görmüş hastalar için önerilen bir tedavi yöntemi değildir.
KÜÇÜK BALONLARLA TÜMÖR HEDEFLİ İLAÇ SALINIMI
“Trans-arteriyel kemoembolizasyon” (TAKE), embolizasyon işlemini kemoterapi ile birleştirmektedir. İşlemde, tümörün büyüme odaklarını tıkayan ve aynı zamanda da ilacın yavaşça salınımını gerçekleştiren “küçük balonlar” kullanılır. Hastaya kasık damarından yapılan TAKE, anjiyo gibi girişimsel olarak planlanmaktadır. Kemoterapik ajanlar kasık damarından hedefe yönelik ve sadece kanserli dokuyu yok etmeyi amaçlayarak iletilir. Bu sayede kemoterapinin kol damarından verilen formundan yaklaşık 5-10 kat daha yoğun bir konsantrasyonla ilacın karaciğerdeki tümörlü hücrelere nüfuzu sağlanır. TAKE karaciğer kanseri için tümörün ilerlemesini önlemek, hastaların yaşamını uzatmak ve hastalığın yol açtığı semptomları kontrol etmek için lokal tümör kontrolünde yararlı bir yöntem olarak kabul edilmektedir.