Karanlık

İnsan Kız'ın kaleminden...

Yerini asla dolduramayacağım insanların anısına

ağabeyime, yeğenime...

Daha huzurlu ki çamların serin gölgesi Çekiverdi koynuna serin ormanın sesi.

KARANLIK
Hayat, acımasız, çetin. Kıraç yolların susuzluğunda onu dindiren oğlunun elleri bir de gözleriydi. Saflığı, umudu, güveni insandan alıp götürmeden önce elleri bir de gözleri doyasıya seyretmek, öpüp koklamak isterdi: Bu yüzden gözü hep bebek ellerindeydi, yüreği de bebek gözlerinde. Onları uzaktan uzağa incitmeden severdi için için.

Hayatın fırtınası içinde huzuru bulduğu tek yer oğlunun elleriydi, bir de oğlunun gözlerinde arınırdı. Yoksa ben mi huzuru bulurdum bu ellerde? Gözlerde arınan ben miydim? Yok, yok... Daha çok o arınırdı. Onun daha çok ihtiyacı var çünkü. Onun tutunacak tek dalını çalmayayım sırf kıskançlıktan.

Reklam
Reklam

Oğlunun ellerini sık sık avuçlarına alır, ona hissettirmeden gönlünden okşardı. Yatağa gitmek bahanesiyle yine onun elini avucuna doldurdu.

Hafifçe sıkıştırdı, sonra baharı içine çeker gibi kokladı; hafifçe öptü:

-Uyku vakti. Hadi yatağa, dedi su gibi akan yumuşak bir sesle.

Sarılarak yürümeye başladılar. Oğul, çocuk sesinin verdiği pırıltıyla aklındakileri anlatıyordu birbiri ardına, hiç hesapsız. Anne, aklındakileri yüreğinin bir köşesine atamadan, acının gölgesini gözlerinde hapsederek dinliyordu oğlunu. Yüreği bir öd gibi bütün acıları atmak istercesine zonkluyor, bir dem kendini unutturmuyordu. Anne, oğul odaya benzeyen holü ve kısa koridoru boydan boya geçerek büyük odaya geldiler. Oğul, biteviye konuşuyor, anne zaman zaman gülümsüyordu ve her gülümseyişte yüreğine bir iğne batıyordu inceden inceden. Oğul, âdeti üzere su istedi anneden. Eş zamanlı bir telefon sesi... Anne kısa koridorlu odaya benzeyen holden hızla geçti. Telsiz telefonu aldı. Kulağına dayayarak odaya benzeyen holden mutfağa geçti. Alo, dediğinde bir ses kulağında, beyninde, ruhunda her yerde çınlıyordu. Yoksa benim kulağımda mı çınlıyordu o ses? Yok, daha çok onun ruhunda. Bilemedim şimdi. Onundu, evet, onun kulağında, onun ruhunda, onun beyninde ses çınlıyordu. Çok yakından tanıdığı çığlığın sahibi kimdi? Adını koyamadı. Kim sahipti bu sese? Hangisiydi? Ses hangisinindi: Berrin, ,Esra, Meryem, Vildan... Ses çınlıyordu, ses haykırıyordu: Hala, babam öldü...

Reklam
Reklam

Ses yanıyordu, yürek yanıyordu. Biliyorum benimki daha çok yanıyordu. Ama o kabul etmiyordu.

O da haykırıyordu:

-Hangi abim... Sen kimsin? Hangi abim? Abiii! Abiiii!...

Karanlık çöktü birden, tuhaf ışığı olan bir karanlık. Renklerin, eşyaların, insanların silindiği sadece bir sesin göründüğü sinsice sokulan karanlığın içinde aniden yıldırım gibi çakan, ortaya çıkmasıyla kısa aydınlık veren keskin bir ışık peyda oldu. Can acıtan bir spot, yalnızca onu ve beni aydınlatıyor.

Ben orada mıyım?

Niye ben?

Benim de yüreğim sızıyor niye?

O, ciğerlerini boşaltırcasına ağlıyor, abisi öldü diye. Biliyorum. İyi de ben niye ağlıyorum orda. O ağlasın, o ağlasın, ben değil.

Aynı soruyu kaç kere tekrarladığını, kimin aradığını, telefonu, su bardağını ne yaptığını anlayamadı. Kısa devre; karanlık her yere çökmüştü. Spot patladı. Işıkta oğlunun korku dolu gözleri yanıp söndü. Baba evde yok, Çocuk baş edemez kendini kaybetmiş bir anneyle. Bu yüzden bayılmamalıydı. Ben değil, o bayılmamalıydı. Sakinliğin ipleri avuçlarında olmalıydı. Oğul, çok küçük korkardı. Ne yapacağını bilemez, çaresiz kalırdı. Hırpalanırdı. Hayat zaten her insanı yaptığı gibi hırpalayacaktı oğlu. Ama bu gün değil, şimdi değil.
Korkma, oğlum, derken haykırıyor mu, fısıldıyor mu bilmeden...

Reklam
Reklam

Yüreği taşıyordu. Yoksa benim mi yüreğim taşıyordu?
Karanlık...

Oğla sarılırken yükselen avaz...

Karanlık...

Babanı ara, diyen bir ses...

Yoksa ben mi dedim? Yok, yok o dedi. Eminim o dedi.
Yine çöken karanlık. Biri ağlıyordu deli edecek kadar tiz, kimin ağladığı anlaşılamayacak kadar uzak.

Ah sesi derinlerden kopuyor, yürek bir yerlerde lime lime ediliyor. Kim ağlıyor? Ben mi? Ben ağlamamalıyım, benim oğlum küçük daha. O ağlasın, o haykırsın. Onun yüreğine sıcak bıçaklar dokunsun. Benim değil, benim değil bağırdıkça yok olan o ses...

Karanlığa gömülen oydu ben değil. O yokluğunu dolduramayacağı mert bir insanı yitirmiş, yerine neyi koyacağını bilmeden, acizliğine ağlıyordu.Zaman, mekan, insan silinip gitmiş karanlıklara gömülmüştü. Boşluğun içinde çakan ışıklarla zamanı yaşadığı için mekanlar arası mesafeyi de yitirivermişti.

O, karanlığın algısını sildiği hissizlikle İdealtepe'den Göztepe'ye hızla yol alırken, zaman ve mekan askıya alınmıştı. Hastane ve evin bulunduğu semtler arasındaki mesafe ona göre silinmişti. Oysa İdealtepe'den Göztepe'ye gecenin yarısında ne kadar zamanda gidileceğini ben biliyorum.

Reklam
Reklam

Kanser Hastanesi'nde spotla gelen umut ışığı:
-Her şey yalan. Abin yaşıyor. Şaka yaptık." diyen insan seli orda olmalı.Işığı bir anda karanlığı çeviren gerçek tüm çıplaklığı ile dikiliverir karşısına. Hayat şaka yapmamış, en ciddi oyununu oynamıştır. İşte o zaman karanlık yine alır başını yürür. Beden nefes alıp verirken, onun ruhu, tüm hissiyatını yitirip sonsuz boşlukta savrulur. Karanlık içine hapsolan ruh onun, benim değil.

Yuvarlanılan bir uçurum. Sürekli karanlık. Ani frenle aydınlanan Soğanlık. Yeğen orada. Halanın: "Abimi ne yaptın Erhan?" sorusuna beklenen ve asla verilemeyecek cevap havada, karınlıkta asılı.

Sokakta abi, diye bağıran o değil,"benim". Birileri beni tutuyor, birileri beni merdivenlerden çıkarıyor, birileri de benimle ağlıyordu. Birileri boynuma sarıldı. Ağlıyor için için. Ölen amcasına mı yoksa içinde büyüyen tümürün onu götüreceği noktanın yakınlığına mı ağladığını bilmeden, gençliğinin coşkusunda ölümle burun buruna gelen Vildan ağlıyordu. Amcanın mücadelesi umuttu Vildan'a...Oysa şimdi...

Reklam
Reklam

Halanın boynuna dolayıp ağlıyordu:

-"Hala, ben de öleceğim!"Biliyorum."
Spotlar çıldırmışçasına birbiri ardına yandı. Gölgeler bile kaçıştı hayattan. Gerçek tüm keskinliği ile parlıyor; eşyalar rengini ve hat çizgilerini yitiriyordu.Beyaza dönüşmüş kor haldeki ışık onu değil beni yakıyordu. Yüreğim ateşten ağarmış kılıçla kesiliyor, göz yaşım akacak yer bulamıyordu. Dünya bir anda buharlaşmış, ruhumu hapsettiğim bedenim, binlerce yükseklikten aşağıya doğru düşerken tutunacak tek bir gerçek dal bulamıyordu.

Demek benmişim yüreği eriyip de gözünden akan. Yüreği ateşten kılıçla lime lime edilen benmişim. Bu yüzden boşlukta

İNSAN KIZ

[İnsan Kız ile irtibata geçebilmek için tıklayın...](mailto:insan.kiz@mynet.com)