Dün Türkiye'nin okullarında karne heyecanı yaşandı. Özellikle ilköğretimdeki çocuklar ellerinde karneleriyle okullardan çıkarken görülmeye değer manzaralar oluşturdular.
Van'da bir okulun önünde yaklaşık on tanesi ile konuştum. İlkokulun ilk sınıflarına giden, ellerindeki karnelerde gülen insan resmi olanlarla da, takdir almış olanlarla da, Matematik ve Türkçe notları 2 ve 3 olanlarla da.
Ben ağlayanlarını görmedim. Notları çok iyi olmayanlar da karşılarında bir tatil olduğu için seviniyorlardı. Henüz çok şeyin farkında değillerdi. Bu masumiyetleriydi biraz da onları güzelleştiren.
Geçen yıl ilimizi vuran deprem nedeniyle bu yılın birinci döneminde öğrencilerimizin bir kısmının okulları ya yeniden yapılıyor ya da güçlendiriliyordu. O nedenle sağlam olan okullara devlet desteği ile taşınarak eğitimsiz bırakılmadılar. Bu süreçte kimi sıkıntılar yaşanmış olsa da, hem öğretmenler, hem öğrenciler, duruma göre fedakârlıklar da ederek mevcut tüm olanakları sonuna kadar kullanıp birinci dönemi tamamladılar.
İkinci dönem başlayıncaya kadar belki şu anda güçlendirilen ya da yeniden yapılan okulların bir kısmı daha faaliyete geçecek, eğitimin fiziksel alt yapısı daha da güçlenmiş olacak.
Aslında ben internet ve elektronik haberleşmenin gündelik hayatımızın önemli bir parçası olduğu, insanların ellerindeki küçücük cep telefonları ile diledikleri zaman diledikleri internet sitelerine ulaşıp diğer her şey gibi velisi oldukları çocukların notlarına, okul bilgilerine ulaşabildiği günümüz dünyasında artık karnelerin ikinci planda kalacağını, notlarını önceden bilen öğrencilerin bu kadar coşku göstermeyeceklerini düşünüyordum. Yanıldım. Onlar için üzerlerinde kendi isimleri, okul numaraları ve sınıfları yazılı bu belgeler hala çok önemliydi. Önemliydi, çünkü onlar çocuktular. Onlar doğal yapıları gereği biz yetişkinlerden biraz daha farklı bakıyorlardı olaylara. Yani onlarla aramızda bakış açısı farkı vardı. Biz kendi çocukluğumuzu da düşünerek onlara ulaşabilecek tarzda empati yapabilirdik ancak onlar çocuk oldukları için empati yoluyla bizi anlayamazlardı. Biz çocuk olmuştuk ama onlar hiç yetişkin olmamışlardı. Biz empatinin ne anlama geldiğini biliyorduk ama onlar bunu henüz öğrenmemişlerdi.
Okulların kapanmasından bir süre önce okullara gönderilen bir yazıyla deprem sürecinde açılmış olan ve artık sınırlı sayıda insanın kalmakta olduğu, sakînlerinin bir kısmı öğretmen olan Milli Eğitim personeline hizmet veren Abalı Konteynır Kentinin 25 Ocak itibariyle kapatılacağı bildirilip o tarihe kadar konteynır kentte kalanların başlarının çaresine bakmaları isteniyordu.
Okulların kapanmasına sınırlı bir süre var iken, bu kışı yani en fazla iki ayı daha burada geçiririm diye düşünen konteynır kent sakînleri huzursuz olmuştu. Evet, kışın tam ortasında, çıkagelen bu soğuk haber kimilerini ciddi anlamda germişti. Yapılacak bir şey yoktu. Emir büyük yerdendi.
Üçer beşer konteynır kenti boşaltmaya başladılar.
Kendisiyle konuştuğumuz bir öğretmen tam yarıyıl tatili sürecinde memleketine gitmeyi planlayan öğretmenlerin ev bulma, taşınma sorunu ile yüz yüze geldiklerini söyledi.
Aslında biraz empati yaparak, taşınmak durumunda kalan öğretmenler açısından sıkıntılı görünen bu durumun boşaltma kararı verenler açısından da düşünülmesi doğru olur. Yöneticiler öncelikle biz sıradan insanların bilmediği başka şeyleri bilirler. Farklı davranmalarının önemli bir nedeni budur ve daha alt düzeydekiler bunu anlamakta güçlük çekerler. Ayrıca yönetici olmak, bazen zor kararlara imza atmayı gerektirir. Büyük kitleleri ve işleri kontrol eden yöneticiler kimi zaman beklendiği kadar esnek olamayabilirler. Temsil ettikleri makam duygusal davranmalarını engeller.
Devletimiz deprem sürecinde Türkiye tarihinde görülmeyen çözümler üretmiş, çadırlar, konteynırlar getirtmiş, büyüklüğüne layık konteynır kentler kurmuş, vatandaşının önemli bir kısmını bunlara yerleştirip mağduriyetlerini, yakınmalarını büyük ölçüde azaltmıştı.
Yine Türkiye tarihinde örneği olmayan bir başka işe imza atmış, elektronik ortamda deprem bölgesinden olduğu belli olan yurttaşlar için ülkenin her yerindeki misafirhaneleri, sosyal tesisleri kullanıma açmış, ayrıcalıklar sağlamıştı.
Bütün bunları yapıp başarabilen devletimiz barınma konusunda sıkıntısı olan ve sayıları büyük ölçüde azalmış durumdaki çoğu eğitimci insanın sorununu kendilerini huzursuz etmeden başka şekilde çözemez miydi?
Ülkenin başka yerlerinde başka mağdurlar için kullanılması düşünülen konteynırlarda barınmakta olan ve sayıları gerçekten çok azalmış durumdaki kişiler için sınırlı sayıda barınak bir süre daha kullanımda kalamaz mıydı?
Memur ve maaşlı, yani gelir sahibi oldukları için artık böyle bir hizmete ihtiyaçları kalmadığı düşünülen insanlardan duruma göre belli bir kullanım bedeli talep edilip ödenmesi zorlaşan giderlere katılmaları sağlanarak bir çözüm üretilemez miydi?
Bütün bunlar başta bu sorunla yüz yüze gelenler olmak üzere çevrelerinde bulunan insanların da aklını kurcalayıp duruyor.
Halk arasında devletimiz tarafından çok kısa sürede çok güçlü bir hamle ile yapıp bitirdiği sayıları yirmi bine yaklaşan depreme dayanıklı TOKİ konutların kullanım düzeyinin düşük olması nedeniyle, özellikle adına TOKİ konutu bulunanların çıkarıldığına ilişkin değerlendirmeler de var.
Hattırlanacağı üzere TOKİ konutları depremde ağır hasar görmüş, yıkılmış ev sahiplerine, belli bir devlet desteği ile yaptırılmış evlerdi. Hak sahiplerinin bir kısmı çeşitli nedenlerle ve çeşitli yollarla şehir merkezinde ya da şehir dışında kalmaya devam ettiği için, tamamen yeni kentler halinde olan konutlarda bir kısmı ufak tefek başkaca türlü sıkıntılar olduğu için bir süre daha zamana ihtiyaçları olduğu kanısında. Onların bu halleri de büyük bir afet sonrası iyileşme döneminin doğal sonucu olarak düşünülebilir.
Konu büyük halk kitleleri ve deprem nedeniyle yapılmış çok sayıda TOKİ konutu olunca elbette konuşulan, yazılması gereken çok şey var. Onları şu anda konunun dışında tutuyorum.
Bugünkü konumuz karnelerdi.
Karne günü aslında bu tarz dönemlerin biz yetişkinler, anne ve babalar, yöneticiler, çalışanlar için de gerekli olabileceğini düşündürdü bana.
Çocuklara yılda iki kere verilen o karneler biz yetişkinlere de verilse ne olur diye düşündüm bir an.
Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir şeyin yararı var mı?
O karneler bizim öğretmenlerimiz gibi yüreği sevgi ve şefkat dolu insanların ellerinden çıkamayacaklarına göre gerçekten adil olabilirler mi?.
Karne alınca çocuklar kadar heyecanlanmayacağımız neredeyse kesin.
Belki oturup karneyi yazanlarla aldığımız notlar üzerine gereksiz ve çoğu haksız pek çok şey konuşur, iddialarda bulunur, yakınırız.
Yo, hayır. İyisi mi bize karne olmasın.
Karne olmasın ama yine de biz takdirlik öğrenci olmaya çalışalım. Anne baba olarak, çalışan, çalıştıran olarak, yönetici ve yönetilen olarak, ya da başkaca her ne isek o olarak.
Bizler birer birer takdirlik olursak takdirlik bir ülke resmi kendiliğinden ortaya çıkar.
O ülkeyi de kimse tutamaz.
08:25:54
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz