Kazablanka: Aşk filminin ötesinde mülteci filmi

En sevilen Hollywood filmlerinden biri olan Kazablanka, Kasım 1942'de gösterime girmişti. Ön plandaki acıklı aşk hikayesinin arka planında İkinci Dünya Savaşı ve mülteciler sorunu yer alıyordu.

Nicholas Barber

BBC Culture

En sevilen Hollywood filmlerinden biri olan Kazablanka, Kasım 1942'de gösterime girmişti. Ön plandaki acıklı aşk hikayesinin arka planında İkinci Dünya Savaşı ve mülteciler sorunu yer alıyordu.

Filmin kahramanı Rick (Humphrey Bogart) 1941'de Fas'ın Kazablanka şehrinde bir gece kulübü işletmektedir. Savaşın Avrupa'yı kasıp kavurması umurunda değilmiş gibi davranır. Ama iki yıl önce Paris'te aşık olduğu kadın İlsa Lund (Ingrid Bergman) çıkıp geldiğinde bu katılığı kalmayacaktır.

Reklam
Reklam

Rick, İlsa'nın o zamanlar Çek direniş lideri Victor Laszlo (Paul Henreid) ile evli olduğunu bilmemektedir. Çünkü İlsa da kocasının bir toplama kampında öldüğünü sanmaktadır. Kocasının hayatta olduğunu öğrenince Rick'ten ayrılıp kocasına geri dönmüştür. İşte şimdi İlsa kocası Victor ile birlikte Rick'in onu unutmak için açtığı bara gelmiştir. Rick bir tercih yapmak zorundadır: Ya Victor'un Alman Gestaposunun eline geçmesine izin verecek ya da yetkili ağızlardan yazılmış iki mektup edinerek onun Fas'tan çıkmasına yardım edecektir.

Kazablanka aşk filmi olmaktan çok bir mülteci filmidir.

Acıklı aşk hikayesi bir yana Kazablanka hem komedi hem de çok iyi müzikler de içeriyor. Film, Murray Burnett ile Joan Alison'un 'Everybody Comes to Rick's' adlı oyunundan perdeye uyarlanmıştı. Yönetmen Michael Curtiz filme öyle bir enerji katmıştı ki seyrettiğimiz şeyin aslında duman altı bir barda bir grup insan arasında geçen diyaloglar olduğunu fark etmiyordu insan.

Günümüz Hollywood filmlerinin hem insanı bu kadar eğlendiren hem de mültecilerin sesini duyurmaya çalışan bir özellik taşıması zor görünüyor. İşte Kazablanka'ya içtenlik ve sıcaklık kazandıran mülteciler konusundaki bu yaklaşımıdır ve 21. yüzyıla da seslenmesini sağlayan budur.

Reklam
Reklam

Filmin açılış sahnesinde anlatıcı konuya şu şekilde girer: "İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, tutsak Avrupa'daki birçok göz umutla, çaresizlikle özgür Amerika'ya yöneldi. Lizbon önemli bir kalkış noktası oldu. Ama herkes doğrudan Lizbon'a gidemediği için uzun ve dolambaçlı bir mülteci rotası çıktı. Paris'ten Marsilya'ya, oradan Akdeniz'i aşıp (Cezayir) Oran'a, oradan da Afrika kıyısı boyunca tren veya otomobille ya da yürüyerek Fransa'nın yönetimindeki Fas'In Kazablanka şehrine doğru bir yolculuk."

"Bir daha çal Sam" en fazla yanlış tekrarlanan alıntılardan biridir.

Bu anlatıma eşlik eden görüntülerde ise ellerinde bavulları ve çuvallarıyla yollara dökülmüş aileleri görürüz. Bunlar bugün de haberlerde sık sık gördüğümüz görüntüler. Ama aradaki fark oldukça çarpıcı. Bugün yerini yurdunu terk eden insanlar Afrika'dan yola çıkıp denizi aşarak Avrupa'ya ulaşmaya çalışıyor. Kazablanka, çok da eski olmayan bir geçmişte göçün tersine olduğunu hatırlatıyor.

Savaş sırasında mülteciler Fas'a ulaştığında Rick'in Cafe Americain barı gibi lüks denebilecek yerlerde zaman geçirir. Evet buralar bugünkü mülteci kamplarından çok daha rahattır, ama insanların masalarda yaptıkları pazarlıklar günümüz mültecilerinin yola çıkabilmek için, botlara binebilmek için yapmak zorunda olduklarını hatırlatıyor insana.

Reklam
Reklam

Fransız polis şefi Renault'nun mültecilere seks karşılığı vize mektubu sağlaması filmde zararsız bir oyun gibi ifade edilmiş deniyor.

Mülteciler sadece para karşılığı mücevherlerini yok pahasına satmak zorunda kalmıyor. Şehrin Fransız polis şefi Renault seks karşılığında vize kolaylığı sağlıyor. Filmin başında bunun zararsız bir oyun gibi yansıtılmasına tanık oluyoruz. Ama yönetmen Curtiz'in böylesine hassas bir konuda sansürü aşıp filmde soruna gönderme yapması saygıyla karşılansa da, filmin polis şefine yönelik affedici tutumu hoş kaçmıyor.

Rick bu tür kötü davranışlardan uzaktır. "Ben insan alıp satmam" der filmde şehrin karaborsa şebeke başına. Ama zamanla Rick de anlar ki olup bitenlere göz yummak da o suça ortak olmaktır. Yeni evli Bulgar çiftin Renault'nun pençesine düşmeden şehirden kaçacak parayı bulması için Rick'in ruleti çevirip kumarda onlara kazandırması dokunaklı bir sahnedir.

Barın başgarsonunun ise ABD'ye gitmek için Kazablanka'dan ayrılmak üzere olan iki yaşlı Avusturyalı ile oturup içki içmesi ve konuştukları kırık İngilizceyi övmesi daha da dokunaklıdır. Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder, bu küçük insani değinmeleri, "film tarihindeki en güzel diyaloglardan biri" olarak nitelendiriyor.

Reklam
Reklam

Filmde rol veya görev alan birçok kişinin, kendileri de mülteci olduğu için birçok sahnede gözyaşı döktüğü anlatılır. Filmi konu alan kitabında Noah Isenberg "Kazablanka'da oynayan 75'e yakın oyuncunun neredeyse tamamı göçmendi" diyor.

21. yüzyılın en iyi 25 filmiTüm zamanların en iyi komedi filmleriTüm zamanlarin en iyi 20 Amerikan filmiBaşrol oyuncusu Hamphrey Bogart'ın canlandırdığı Rick karakteri, filmde olayların geçtiği barın önünde.

"Filmin başındaki jenerikte adı geçen 14 oyuncunun sadece üçü ABD'de doğmuştu: Humphrey Bogart, Dooley Wilson (piyanist Sam) ve Joy Page (Bulgar genç kadın)."

Filmin en ince ironilerinden biri de Cafe Americain adı verilen bar Amerika'da olmadığı gibi içinde pek Amerikalı da yoktur. 'Amerikan ne demek ki?' sorusunu sormak zorunda kalır insan.

Rick ve İlsa'nın hikayesi gerçek olmadığı gibi, Kazablanka'ya hiç Nazi subayı da gelmemişti. Olayların gelişimi oyuncuların kendi travmatik deneyimlerinden yola çıkarak hazırlanmıştı. Filmin bu kadar güçlü olmasının bir nedeni de budur.

Reklam
Reklam

The New Yorker dergisine yazdığı bir yazıda Pauline Kael şöyle diyor: "Filmdeki o küçük roller, aksanları taklit eden Hollywood aktörleri tarafından canlandırılmış olsaydı film aynı tona ve renge sahip olamazdı."

Neyse ki 1942'de Los Angeles Rick'in barından pek de farklı değildi. Tüm Avrupa'dan gelen Yahudi sürgünlerin toplandığı, İngilizce öğrendiği, arkadaş bulduğu, mutlu hayatlar hayal ettiği bir yerdi.

Kazablanka filmindeki olaylar dizisi mültecilere yardım konusunu gündeme getirdiği gibi, filmin varlığı da kendi başına güçlü bir argüman oluşturuyor. Hollywood'daki mülteciler olmasaydı, en sevilen klasiği olmayacaktı.

Bu haberin İngilizce aslını BBC Future sayfasında okuyabilirsiniz.Diğer dergi haberlerine buradan ulaşabilirsiniz.