Köyceğiz’deki orman yangınında yaşadıklarını anlattı! “Bir yangının külünden doğup geçtim”

Biri “nasılsın?”  diye sorduğunda, “İyiyim” diyeceğim ama utanıyorum. Ormanlarımızda bu kadar büyük, gözden kaçan, söndürülemeyen yangın varken nasıl iyiyim der ki insan? “Kötüyüm“  diyeceğim ama bu da acılara, ızdıraba, yanan kurda- kuşa, yaşam mücadelesi veren insanlara haksızlık olur diye geçiyor aklımdan. 

Ben inatçı değilim sadece azimliyim, bu mücadelede deli kan karakterin yansımasıdır.  Hepimizin eşit olmadığı bir dünyada yaşıyoruz ama doğa bize akıllı olmayı öğretti.  Bu küresel ısınmada da göreceğiz bakalım, kim ne kadar akıllı? Doğru olduğunu bildiğin konularda mucizeler yaratacak tertemiz bir yüreğe sahipsen, sen de harekete geçmelisin. Mucizeler için adalet ve karşılıksız sevgi yetiyor. Biraz da sabır gösterip zaman verirsen, tamamdır.

Yangının daha da büyüdüğünün haberlerini aldıktan sonra hızlıca hazırlığıma başladım, bana inanan güvenen destekçilerim ile irtibata geçerek planlamamı yaptım. Köyceğiz’e doğru neredeyse uçarak yola çıktım.  Yanan, kaçamayan canları düşündükçe göğsüm sıkışıyor, yüreğim çatallanıyor nefesim daralıyordu. Bir an önce menzile ulaşmalıydım.  Yardım kampanyama hızlıca canı gönülden cevap veren Hesna, Paşa Murat, Kemal Kaya, Ayşe, Deniz ve adını sayamadığım birkaç dostum, güzel yüreklerinizden öperim; iyi ki varsınız. Gaz verip ortadan kaybolan arkadaşlar size de teşekkür ederim; vermiş olduğunuz boş sözler yola çıkmamı sağladı. Sizler olmasanız, duyarlı insanların farkı nasıl ortaya çıkardı ki?  Oturduğun yerden sadece üzülmek yetmezdi eylem de gerekliydi. Bir dokunuş, bir adım, umut dolu bir çift söz lazımdı. Bunları kaleme almamın tek sebebi beynimin içindeki yangına bir tas su dökmek. Siz de eğer böylesi benzer karışık acı dolu duygular ve ruh halleri içindeyseniz iyi bir ekip oluşturmakla başlayın işe ya da iyi bir ekibe dahil olun.

Reklam
Reklam

“İYİYİM DEMEYE UTANIYORUM”

Biri “nasılsın?”  diye sorduğunda, “İyiyim” diyeceğim ama utanıyorum. Ormanlarımızda bu kadar büyük, gözden kaçan, söndürülemeyen yangın varken nasıl iyiyim der ki insan? “Kötüyüm“  diyeceğim ama bu da acılara, ızdıraba, yanan kurda- kuşa, yaşam mücadelesi veren insanlara haksızlık olur diye geçiyor aklımdan. 
  
Bu yangınlar; kolay yoldan nemalanarak işini tutturan bir grup insanın umurunda değil, sanki hiçbir aksilik yokmuş gibi tatilleri tam gaz devam ediyor. Hatta bazıları kafalarını kuma gömmüş deve kuşu taklidi yapıyorlar. Çağrıma cevap vermediysen muhtemelen sen de onlardan birisin. Hayatınız söz konusu olunca çok hızlı koşarsınız. Peki başka canlıların hayatları söz konusuysa ne yapardınız? Ortada bir kriz var fakat krize kriz gibi davranmazsak, çalışmayan yangın uçaklarımızla madara oluruz. Güneş bile utancından yüzünü gösteremedi bu sabah Köyceğiz’de. Her yeri yeşil ağaçlardan çıkan gri duman kaplamış, göz gözü görmüyordu. 
  
Kendimi hiç bu kadar çaresiz, zavallı, aciz, yoksun, sömürülmüş, ötekileştirilmiş, köşeye sıkışmış bir kedi gibi hissetmemiştim. İyilerin her zaman kazanmayacağını filmlerde gördükten sonra, kaybetmenin de aslında bazen bir zafer olduğunu öğrendim.  
  
Elimin değmediği, ateşini söndüremediğim ağaçlardan, kuşlardan, böceklerden, karıncalardan özür diliyorum. Af istemiyorum; bu yangın sönene, yerine yeniden yeşillendirme çalışmaları yapılana kadar beni affetmesinler. Yüreğim kanıyor, içim duman duman. Kaçamayan kaplumbağa sen de bizi affetme ! Bunun sebebini sorumlularını bulana kadar iki elin yakamızda olsun.

Reklam
Reklam

“DON KİŞOT’A BENZİYORDUM”

Toplanma alanına geldiğimde aracımı uygun bir yere bıraktım. Ekipmanlarımı kontrol ettim, kaskım, kafa lambam, yedek pillerim, botlarım her şeyim tamamdı. Ormana doğru hareket ederken kapıları kilitlemeden anahtarı aracımın üzerinde bıraktım;  olası bir durumda belki birinin ihtiyacını görür, belki birinin kaçışına yardımcı olur diye. Bölgeye giderken sis ve duman artmış, görüş mesafesi çok azalmıştı. Elimdeki kıytırık bir çapa ile kendimi Don Kişot’a benzetiyordum. Yangın yerinden uzaklaşan biri ard arda selektör yaparak dibimde durdu. Ateşten kızarmış yüzü, korkudan titreyen dudaklarından şu söz çıktı: “Dostum yanlış yöne gidiyorsun!” 
Aslında ateşin kalbini sökmek için tek başıma doğru yöne gidiyordum.

Kafamda deli sorular var. Hani canlılar öldükten sonra Cenneti, Cehennemi görecekti? Neyin ateşiydi ki bu? Neden alevlere gömüyorlardı bizi?  Yangın başlayalı bir hafta olmuş ve simsarlar tüm köşeleri tutmuştu. Şu durumda bile birlik beraberliği sağlayamıyorsak peki ya ne zaman? Biz bize yeteriz;  ağacımızı diker yine yeşile bürünürüz ama 20 TL’lik yanmaz eldiveni 100 TL’ye, 200 TL’lik söndürme tüpünü 800 TL’ ye satanları da asla unutmayız. Kendi evinin bulunduğu koyda canlı yayın yapıp, evinin derdine düşen ve provakatörlük yapan sanatçı bozuntularını da unutmayız. Gönüllülerin konaklaması için basit bir otelin geceliği 500 TL olur mu yahu ? Seni de unutmayız ey pansiyoncu! 

Reklam
Reklam

Birkaç gün savaşıp bir gece pansiyonda yıkanıp temizlenmekti amacımız ama yok onu da yapamıyoruz. Bir yandan toplanan yardımların üstüne yatan ahlaksızlar; sizi de unutmak mümkün değil. Yapılan çok yanlış yardımlar da var, paketlerden cerrahi ameliyat eldivenleri çıkıyor. Yardım için enerji içeceği göndermişler. Yalnız içecekler cinsel performans arttırıcı enerji içeceği. Ne diyeceğimi bilmiyorum, yardımı bile beceremiyoruz. Yangını söndürmeye geldiğimde kimse bana dinimi, mezhebimi sormadı. Gözümden dökülen yaşların rengi de yoktu, sadece bir amaç vardı ve dünyayı güzel yürekli azınlık kurtaracaktı. Yangının en yoğun olduğu bölge Pınarlı köyüne geliyorum, içeride yanarak kalanlar varmış diye duyumlar alıyoruz. Yangın bölgesine gelir gelmez elimizdeki tırmıklar, kürekler ile daha da gayretle ateşin böğrüne böğrüne vuruyoruz söndürmek için. Biz vurdukça ateş içimize işliyor, tunç olup kızarıyoruz kurumuş yeşil yaprakların içinde. 

“BAĞIRIYORUZ AMA SES YOK”

Daha da ileri gidiyoruz kimse yok! Bağırıyoruz ama ses yok! Kötü düşünmek istemiyorum inşallah yanlış haberdir. Söndürme çalışmaları sırasında burnuma gelen keskin yanık lastik kokusu, nereye gitsem sürekli benimleydi. Bir yandan duman, is, bir yandan o ağır koku karışınca sanki beynimde şimşekler çakıyordu. Gece ilerleyen saatlerde soluklanmak için bir taşa oturduğumda ayakkabımdan dumanlar geldiğimi gördüm. İçin için değil, dışımdan da ayakkabılarımdan başlayarak yanıyordum. Geri dönenlerden botlarını istiyordum; biri 42, diğeri 45 numara ayakkabı bulup takas yapıyorum.  Biri çok sıkıyor öteki de aşırı büyük geliyordu. Sanki bir yanım bahar bahçe, bir yanım kara kıştı. 

Reklam
Reklam

Yürüyerek, dağlarda korlaşan yangına doğru intikale başlıyoruz. Göz gözü görmüyor, topal ördek gibi seke seke ilerliyorum. Felaket ağır bir koku var, ne kokusu olduğunu bilmiyorum ama içinde acı ve haykırışın da olduğu kesin.  Su akar acıya merhem olur derlerdi, olmadı olduramadık. 
Kocaman bir alan; neredeyse İstanbul Anadolu Yakası büyüklüğünde bir alan yandı, kül oldu gitti. Hem de cayır cayır, ağlaya ağlaya… Sazak Köyüne geldik, hızlıca boşaltma işlemi yapılıyor. Bir yandan Muğla’ dan gelen traktörler yangına su taşırken, biz de dere içinde yangın koridoru oluşturmaya çalışıyoruz. O kadar hızlı ki yangın; bizden önce geliyor köyün girişine. Gecenin yanan ağaç çatırtılarının arasından telefonum çalıyor acı acı, arayan Erdal. NESAR Arama Kurtarma ekibi ile gelmişler müdahaleye. Neredesin Haydar? diyor, acil konum at ! Hemen irtibata geçiyoruz ama olmuyor buluşamıyoruz, tarif edemiyorum yerimi. Teknoloji bile alevlere yenik düşüyor, yangının içinde kalıyoruz. Nerede olduğumu tarif edemiyorum. Sadece yetiş Erdal diye bağırabiliyorum!  

Reklam
Reklam

"KOLLARIMDAKİ KIL YANIKLARININ KOKUSU GELİYORDU"

 
Kollarımdaki kıl yanıklarının kokusu geliyor burnuma.  Köyün yerlisi Yasin ve Ali bize dere yolunu gösteriyorlar, koşar değil uçar adımlar ile manevra yaparak nefes nefese ana yola çıkıyoruz. Hızlı nefes alırken maskelerimizin bizi hiç korumadığını fark ediyoruz. Gözler kan çanağı, kalp Ramazan davulu gibi ard arda gümlüyor. Biraz nefeslenip ekip olarak tekrar bir araya toplanıyoruz.  Yangın mevziimizden geri çekiliyoruz, görev dağılımı yapıp pusuda karşı ateşi bekliyoruz, bir yandan da yerleri çapalayarak ateşe geçit vermiyoruz.  Gecenin karanlığında ateş içinde sırt sırta vererek dinlenmeye çalışıyoruz, gündüzden alanlara bırakılan sandviçler bozulmuş, ayran kutuları şişmişti. Gölgede kalan üzeri kül ile kaplanmış iki ayran buldum, hızlıca içtim. 

Açım ve geberiyorum, 22 saat olmuş en son bir şeyler atıştıralı ve aç susuz bir gün daha bitmişti.  Yemek yok! Molası olmayan kahpe bir savaş içindeyiz. Belki yakınlarda bir kaplumbağa olabilir, yada bir ağaç tepesinde henüz tüylenmemiş yavru kuş. Yakınlarda yeni büyük bir yangın başlamış gürültüyle devrilen ağaçlardan çıkan kıvılcımlar ateş böceklerini kıskanır gibi göğü kaplamıştı.  İtfaiye ‘kaçın, boşaltın burayı!’ diye anons yaptı. Karmaşada kim ne tarafa gidiyor belli değil, dumanların arasında kim kimi yakalarsa sırtından tutunmaya çalışıyordu.  Her adım attığımda arkamızda kalan canlıları düşünüyorum, adımlarım geri geri gidiyor, vadiden gelen sıcaklığa dayanamıyor, direnmeye çalışıyorum. Bir kaç saat önce ekip arkadaşlarım Binnur ve Gökhan ile irtibata geçmiş ama sürekli yön değiştiren yangın yüzünden sağlıklı iletişim kuramamıştık.  Aklımda sadece ‘yangın çok büyümüş, son Jandarma noktasından geçmemize izin vermiyorlar abi ‘dediği kalmıştı.  Şarjım bitmiş, iletişimim tamamen kesilmişti.  Beni asla yalnız bırakmayacaklarını biliyordum. Mutlaka beklerlerdi, almadan çıkmazlardı, hızlıca onlara ulaşmalıydım. 
 
Önceki gün omuz omuza yangın duvarı yaptığımız iki liseli kız çocuğunu gördüm. Nefes alamıyorlar, feci şekilde tıkanmışlardı. Hemen derin nefesler çekerek maskemi onlara verdim ama ben yolumu göremiyordum dumandan. Çok uzakta gördüğüm ışıklara doğru koştum koştum koştum... Yol bitmiyordu sanki. Son kez derin bir nefes çektim içime ve hiç bırakmamacasına ciğerlerimde tuttum. Ömrümün en uzun, en nefessiz zamanı gibi gelmişti. Tepeye çıkıp Jandarma kontrol noktasına gelebilmiştik. En sonunda o ışıltılı yanıp sönen Mavi Kırmızı ışıkları görmüştüm. 

Reklam
Reklam

“YANLIŞ YERDE MİYDİM?”

Ama orada ne Gökhan vardı ne de Binnur! Bekliyor olmalılardı, şaşkınlık içindeyim yoksa yanlış yerde miydim? Ama nereden bilebilirdim ki beni orada bırakmamak için ateşin içine daldıklarını?  Tepeye çıkar çıkmaz gölgede bir çukura doğru bayılmışım, hiç bir şey hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde Jandarmanın beni fark ederek ilk yardıma geldiklerini öğrendim bir servis otosundayım. İstanbul Arama Kurtarma’ dan ekip arkadaşlarım da beni yangın alanında bulamayınca geri gelmişlerdi. Gözlerimi açtığımda mutluluktan parlayan ekip arkadaşlarımın yüzlerini gördüm. Artık beraberdik, beni dinlendirmiş sağlık kontrolümü yapıp karnımı doyurmuşlardı. 

Moralim bozuk, motivasyonum çok iyiydi… 
Artık karnım tok, yolum çoktu… 
  
Aracıma 60 km uzaktayım, arkadaşlarım beni Pınar Köyü’ne bıraktılar. Bu arada vedalaşırken yemek ve ağrı kesici ilaç takviyemi de yaptılar. Artık yalnız başımaydım.  Hızlıca yeni bir ekibe dahil olmalıydım ya da bir ekip oluşturmalıydım. Gündüz aralıksız öten ağustos böceklerinden gece çıt çıkmıyordu.  Belki susarak kabullenmişlerdi ateşten paylarına düşen ızdırabı.  
Yeni geldiğimiz bölge çok dikti, giriş imkansız, girsen bile çıkış imkansızdı. Ormancı arkadaşlar boynu bükük ve çaresizlerdi o bölgenin kaybedilmesi karşısında. En fazla yüz metre yaklaşabiliyoruz ateşe; yerlerde canlı kaplumbağa arıyorum ama yok! Bir kenarda yanarak ölmüş domuz yavrularını görüyorum, içim ürperiyor, göz yaşlarıma hâkim olamıyorum. Hayvan da olsa daha bebek onlar… 
  
Yangın güvenlik koridoru açtığımız bölgelerden birinde, hemen arkamızda, yaklaşık 50 metre mesafede. Alevlerin ve rüzgârın etkisiyle bize doğru döndüğünün haberini alıyoruz. O kadar çok gürültüyle geliyor ki, filmlerdeki ejderhanın sık ormanda yürüyüş sesi canlanıyor gözümde. Ormanı, sanki kalburdaymış gibi döndüre döndüre geliyor. Çıkan seslerden içim ürperiyor, korkuyla irkiliyorum. Ama bunu ekibime hissettirmemeliyim, daha da gayretle çalışmaya devam ediyoruz. Haydi aslanlarım, haydi kaplanlar !!! 

Reklam
Reklam

Bu motivasyonla bir metre açtığımız yangın koridorunu üç metre genişliğe çıkarıyoruz. Sarp bölgeye yaklaşmak için önce iş makinası giriyor. O yolu açarken; devrilen ağaçları, çalıları temizleyerek arkasından biz de korkusuzca ilerliyoruz yangına doğru. İlk geldiğimiz sıcak bölgede memeye saldıran bebe gibiyiz adeta. Teneke tırmıklar ile saldırıyoruz ama olmuyor. Bi anormallik var. İki dakika önce söndürdüğümüz yangın arkamızı döndüğümüzde büyük bir güç ve kuvvet ile yeniden parlıyor. Herkes yanındakine bakıyor, şüpheleniyor ne oluyor diye? Öte yandan rüzgârın da etkisiyle yanan ağaçlar bir bir devrilmeye başlıyor, öncesinde kaçın der gibi gürültülü bir ses çıkararak... 

Gönüllülerin, yangın söndürme çalışmaları için dağa çıkmalarına asla izin vermiyorlar diye haber çıktı! 
Yol arkadaşlarıma mesaj attım: 

“Ah be cancağazım; sorma başımıza gelenleri ! Kızılay, toplanma merkezimize el koydu, hiçbir şeyden faydalanamıyoruz ve yangın söndürmek için yaylalara çıkmamız yasaklandı. Benim sivil savunma kimliğim var fakat tek başıma hiçbir şey yapamam ki ! Ne yapacağım? Ekip arkadaşlarım da yok! Tek başıma nasıl gideyim ateşe? Ne yapayım bilmiyorum, deli olacağım. Açlıktan ve yorgunluktan bitap düşmüş, dumandan zehirlenmişim. Bu motivasyonla ben nasıl yangınla mücadele edeyim ki? 

Reklam
Reklam

Yeni, bir grup arkadaş ile toplanma alanındayız. Komandolar içeriden yangın söndürmeye çalışan arkadaşları güvenliği sağlamak için alan dışına çıkarıyor ama biz bir şekilde içerideyiz. 

“İNSAN KURTARMAYA BAŞLADIM”

Çok kötüyüz, moralimiz, motivasyonumuz yerlerde. Yangın her geçen gün daha da büyüyor, şu anda askerler emir almış içeriye kimsenin girmesine izin vermiyor. İçerde yangını söndüren vatandaşları da hızla dışarıya çıkarıp, güvenlik için yangın alanının dışına gönderiyorlar… 
  
Tekerleme gibi söz dolanıyor dilime: 
“Onlar yalan söylüyorlar, onların yalan söylediğini biz biliyoruz. Onlar da bizim yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar…” 
  
Birileri çıkmış şuursuzca açıklama yapıyor:  
Hani insanlar keşke benim evim de yansaydı diyecekmiş ya ! 
Peki hayvanlar, demeyecekler mi ki; benim evimi, yuvamı neden yaktınız? Karıncaya ne diyeceksin? Ya da Ağustos böceğine? Ya da Ağaçkakan’a. Yüksekten uçan heybetli Kaya Kartalı’na? Tarlaları verimli hale getiren Köstebeğe ne diyeceksin? Peki ya kendi rızkının peşinde olan Kızıl Tilki’ye? 
Hayatımız boyunca hep yandık...  
Kadın olduk yandık, sübyan olduk yandık, kitap olduk yandık, ağaç olduk yandık, kömür olduk yandık, iyi olduk yandık !!! 
Deniz olduk yandık, artık yakmayın bizi efendiler !!! 

Doktor olup hayat kurtarmak istedim, olmadı…
Arama kurtarmacı olup insan kurtarmaya başladım…

HAYDAR DAŞTAN
KADAK Kanyon ve Doğa Sporları Arama Kurtarma Başkanı

Anahtar Kelimeler: