Macaristan 3 Nisan Pazar günü son dönemin en kritik seçimlerine gidiyor. Yüzde onu yurtdışından olmak üzere yaklaşık sekiz milyon seçmen Macaristan'ın önümüzdeki dört yıl boyunca kimler tarafından yönetileceğine karar verecek.
Üç seçim kazanan ve 12 yıldır kesintisiz iktidarda olan Viktor Orban için 2022 yılı seçimlerini "kritik seçim" haline getiren en önemli gelişme geçtiğimiz yıllarda Orban muhalefetinin en sağdan en sol partilere kadar bir seçim ittifakı kurarak bir araya gelmesi olmuştu.
Muhalefetin seçimlere ortak adaylarla katılması hamlesi, iktidar değişikliği isteyen kamuoyunun ölçülebilir desteğiyle karşılaşmıştı
Ancak muhalefetin ittifak girişimiyle kamuoyu önünde sağladığı bu avantaj Rusya Ukrayna savaşının başlamasının ardından gelen Orban'ın hamleleriyle ve büyük seçim kampanyasıyla dengelendi. Son seçim anketlerine göre iktidar partisi FİDESZ 3 Nisan seçimlerinde 2-3 puan önde görünüyor.
Macaristan başbakanı Orban tartışılan ve halkı bölen bir lider. Kendi taraftarları arasında Macaristan'a şahsiyet kazandıran, ulusal kültürü, gururu geliştiren bir siyaset dehası olarak görülüyor.
Ülkenin yaklaşık diğer yarısı açısından ise Orban ilkelere, programlara önem vermeyen, iktidar için en tehlikeli manevralara, kampanyalara bile girişmekten çekinmeyen, yolsuzluklara göz yuman popülist baskıcı bir lider.
Şurası bir gerçek ki, Viktor Orban iktidarda geçirdiği on iki yıl içinde sadece Macaristan kamuoyunu bölmekle kalmadı, Avrupa Birliği siyaset sahnesinde de önerdiği program ve önlemlerle tartışma yarattı. Orban karşısında kayıtsız kalınamadı, Avrupa kamuoyu da Orban karşıtları ve taraftarları olarak ikiye bölündü.
Her ne kadar Orban on milyon nüfusa sahip küçük bir ülkenin üzerinde çok konuşulup tartışılan siyasi lideri olsa da aslında onun tarafından savunulan görüşler Soğuk Savaş'ın ardından dünyanın pek çok yöresinde destek gören popülist siyasetlerin bir modeli olarak değerlendirilmeli.
Bu popülist siyasetler açısından liberal demokrasilerin, Batı uygarlığının XX. yüzyılda yarattığı kurumsal işleyişe dayanan modeli artık iflas etmiştir. İki kutuplu dünyadan çok merkezli dünyaya geçişin sancıları, ülkeler açısından ulusal değerlerin ve ulusal güvenliğin ön plana çıkarılmasıyla aşılabilir.
Bu görüşlere göre ulusal güvenlik ise pek çok durumda demokrasinin bilinen modeliyle çelişebilir.
Yani ulusal güvenliğin sağlanması açısından gerekirse bir kısım demokratik temel haklardan bir süreliğine vazgeçilebilir.
Orban tarafından "illiberal" yani liberal olmayan demokrasi olarak tanımlanan bu model, egemenlik hakkını bir kez seçmenden alan lidere geniş yetkiler tanımakta ve gerekli görürse demokratik hakları, muhalefetin imkanlarını, söz ve kanaat özgürlüklerini kısıtlamayı serbest bırakmakta.
Orban rejiminin en karakteristik özelliklerinden biri, klasik demokrasilerde seçimlerle gelip giden siyasi hükümetlere karşı devlet kurumunun tarafsız kalabilmesini, süreklilik taşımasını sağlayan ve toplumsal denge yaratan kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılmasıydı.
Viktor Orban genel seçimlerde eline geçirdiği üçte ikilik parlamento çoğunluğuyla hemen anayasayı değiştirdi. En yakın çalışma arkadaşlarından birini devlet başkanı seçtirdi. Parlamento'yu da pek çok alanda işlevsizleştirdi.
Ardından da kademe kademe devlet kurumlarının tarafsızlığını ortadan kaldırdı. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Başsavcılık, Hakimler Yüksek Kurulu gibi önemli kurumların başına kendi taraftarlarını getirdi.
Radyo ve televizyonu denetleyen üst kurum da ilk etapta sıkı disiplin altına alındı.
Ardından devlet radyo ve televizyonlarının sıkı denetim altına alınması geldi.
Bunu ise muhalif basının susturulması izledi. Ancak bu, yasaklamalarla, kapatma ve hapis cezalarıyla değil, vergi yaptırımlarıyla, devlet ilanlarının kesilmesiyle ya da bazı durumlarda kuruma mahsus yasal sorunlar yaratarak gerçekleşti.
Orban rejiminin en çok tartışılan uygulamalarından biri devlet ihalelerinin başta utangaç bir şekilde, sonra da giderek daha cüretkar bir şekilde FİDESZ yanlısı yatırımcı ve girişimcilere dağıtılmasıydı ki bunlar arasında Viktor Orban'ın damadı da vardı.
Söz konusu yatırımların çoğunda ihale genellikle adrese teslim hazırlanıyordu. Yani son anda açıklanan ihalede ancak tek bir girişimcinin koşulları ihale şartlarına uyuyordu.
Bu yöntemle, Viktor Orban'ın çocukluk arkadaşı olan sıradan bir tesisat ustası on yıl içinde ülkenin en zengin iş adamı haline geldi.
Yeni türeyen yatırımcıların çoğu geri planda offshore şirketlerle varlıklarını oradan oraya aktaran, önemli FİDESZ bağlantıları olan yeni zenginlerdi. Zaman zaman ortaya çıkan yasal sorunlar ve açık yolsuzluklar da mahkemeler tarafından önemli bulunmuyordu.
Muhalefetin diline doladığı örnekler, eleştiriler pek etkili olmuyordu, çünkü bu işin ideolojik açıklaması da hazırdı: hükümet, yeni bir ekonomik döneme girildiğini vurguluyor, bu yeni dönemde Macar ulusal sermayesinin yaratılmasının zorunluluğundan bahsediyordu. Tamamen denetim altına alınan medya yardımıyla da kamuoyu etkisizleştiriliyordu.
Kamuoyunun duyarsızlığında elbette önemli faktörlerden biri de daha önce, yani muhalefetin iktidarda olduğu dönemlerde de örnekleri görünen yolsuzluklardı.
"Bal tutan parmağını yalar" düşüncesi insanların tepki vermesini engelliyordu.
Avrupa Birliği Macaristan'daki Orban rejimi tarafından on iki yıl içinde gündeme getirilen, ve liberal demokrasiler tarafından "hukuk devletinin tırpanlanması", Orban taraftarları açısından ise "ulusal egemenliğin güçlendirilmesi" olarak tanımlanan pek çok uygulamaya karşı çıktı.
Avrupa Birliği'nin tepkisi sadece ilkesel değildi. Brüksel Avrupa Birliği tarafından Macaristan'a akıtılan büyük yatırım fonlarının, şaibeli bir şekilde eşe dosta dağıtıldığı iddialarından da rahatsızdı. Bu konuda hazırlanan bazı raporlar da bu iddiaları doğruluyordu
Ancak Avrupa Birliği'nin tepkileri uzun bir dönem etkili olmadı. Bunun belki en önemli nedeni AB'nin kendi iç sorunları ve AB işleyişini ve karar mekanizmalarının çalışmasını belirleyen mevzuatın işi sürüncemeye bırakan yavaşlığıydı.
Ancak AB'nin ataletinde burada iki önemli unsuru daha hatırlatmak gerekir. Bunlardan biri Macaristan ve Polonya'nın başını çektiği ve V4 ülkeleri olarak anılan dört Doğu Avrupa ülkesinin Brüksel'e karşı savunma amaçlı başarılı bir lobi çalışması yürütmüş olmasıydı.
İkinci önemli unsur ise, AB idaresinde ağırlığı tartışılmaz olan Almanya'nın gösterdiği hoşgörüydü. Başta Macaristan ve Polonya olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile çok ciddi ekonomik ilişkiler geliştirmiş olan Almanya bu ülkeleri katı AB yaptırımlarıyla karşısına almak istemiyordu.
Anketler 3 Nisan seçimlerinde Viktor Orban'ın kazanma ihtimalinin yüksek olduğuna işaret ediyor. Büyük bir ihtimalle bu seçimlerin de sonucunu, diğer iki seçimde de Orban'a üçte iki çoğunluk getiren yurt dışı oylar belirleyecek.
Macar seçmenlerinin yüzde onu komşu ülkelerdeki etnik vatandaşlardan ve Batı Avrupa ülkelerinde çalışan Macarlardan oluşuyor.
Macaristan'a komşu ülkelerde yaşayan yaklaşık bir buçuk milyon etnik Macar'a FİDESZ iktidarı döneminde vatandaşlık hakları verildi.
Muhalefetin karşı çıktığı referandumla sağlanan vatandaşlık ve oy kullanma hakkıyla, etnik Macarlar seçim sonuçlarını belirliyor denilebilir.
Çünkü yurt dışı oyların % 92'si Orban'ı destekliyor.
Batı Avrupa'da çalışan göçmen Macarlar arasında Orban desteği düşük.
Muhalefete göre Orban hükümeti bu nedenle de yurt dışı seçmenlerin oy kullanma hakkını farklı değerlendiriyor: Etnik Macarlara posta yoluyla oy kullanma hakkı verilirken, batıda yaşayan göçmen işçi Macarlara ise oy kullanmak için büyükelçiliklere ya da konsolosluklara gitmeleri öneriliyor.
Seçim sonuçları henüz bilinmese de seçimin ardından Macaristan'ı neler beklediği konusunda neredeyse bir görüş birliği var.
Seçimleri Orban da kazansa, muhalefet de kazansa Macaristan'ın gündemi ekonomik ve siyasi sıkıntılar olacak.
Bunun birinci nedeni önce salgın sonra da savaş nedeniyle dünyayı da egemenliği altına alan ekonomik daralma, artan enflasyon ve ulusal para birimlerindeki değer kaybı.
Ancak herkesin hemfikir oldu bir diğer husus da Orban hükümeti tarafından uygulanan seçim bütçesinin ekonomide yarattığı hasar.
Macar hükümeti bir yıldır vatandaşlarına para dağıtıyor. Asgari ücrete ve emeklilik maaşlarına yapılan zamlar, artırılan sosyal ve aile yardımları, akaryakıtta ve temel bazı gıda maddelerinde altı aydır uygulanan zam yasağı, elektrik ve doğalgaz zamlarının ertelenmesi ve son olarak da yatırımların seçim nedeniyle yön değiştirmesinin faturası seçimler sonrasında etkisini gösterecek.
Ancak unutulmaması gereken bir diğer önemli durum da AB'nin artık kendi içindeki dağınıklığa son verme kararlılığı.
Rusya'ya karşı alınan önlemler, bu önlemlere Macar hükümetinin ayak sürüyerek uyması ve buna karşı gösterilen tepki artık Brüksel'in Avrupa'nın doğusundaki "haylazlıklara" hoşgörü göstermeyeceğini işaret ediyor.
Bu nedenle AB yardımlarının azalması, hatta kesilmesi de söz konusu olabilir.
Macaristan'ın Rusya ile denge politikasına şiddetle karşı çıkan Polonya'nın tavrı nedeniyle Macaristan'ın V4 ülkeleri desteğini kaybetmesine de kesin gözüyle bakılıyor.
İlkbahar seçimlerinden kim zaferle çıkarsa çıksın, Macaristan'ı zor bir sonbahar bekliyor.