24 Eylül'deki toplantısında politika faizini 200 baz puan artıran ve ara dönemde de faizleri örtük olarak 200 baz puan daha yükselten Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 22 Ekim'deki toplantısında beklentilerin aksine politika faizini değiştirmedi ve yolun bundan sonrasına yine üstü kapalı ve "gizli saklı" para politikası ile devam edeceği sinyalini verdi.
Geç likidite penceresindeki son artışla biraz daha genişleyen faiz koridoru içinde Merkez Bankası'nın "örtük olarak" daha fazla faiz artırma kapasitesi var mı? Evet, 12,5 seviyesindeki ağırlıklı ortalama faizin 225 baz puan kadar yolu olduğunu görüyoruz. Ancak örtük faiz artırımları, mevcut konjonktürde özellikle hatalı bir politika uygulaması. Sebebi de şu:
Para politikasının gizli, saklı ve net olmayan sinyallerle yürütülmesi etkinliğini çok büyük ölçüde azaltıyor.
Hele de içinde bulunduğumuz belirsizliğin çok yüksek olduğu global kriz dönemlerinde merkez bankalarının ileriye yönelik verdikleri sinyallerin şeffaflığı her zamankinden daha önemli.
Çünkü para politikası ancak uzun vadeli faizleri yönlendirerek işleyiş kazanıyor. Elinizdeki kısa vadeli faizi kullanarak ve sözlü yönlendirme ile uzun vadeli enflasyon beklentilerini ve faizleri şekillendirmeye çalışıyorsunuz.
İşte bu nedenle bir ABD Merkez Bankası (Fed) ya da Avrupa Merkez Bankası (ECB) neredeyse önümüzdeki 2-3 senelik dönem için faizlerin yönüne dair çok net sinyal veriyorlar.
Bizde ise bu şekilde uzun vadeli bir bakış açısı malesef öncelik değil. Bu durum kısmen hükümetin tercihlerinden, kısmen de büyüme ile finansal istikrar arasında sıkışan Merkez Bankası'nın durumu idare etme çabasından kaynaklanıyor.
Hükümetin sadece pandemi sürecinde değil, öncesi dönemde de faiz indirimlerine dayalı bir büyüme modelini desteklediğini, düşük faizle bir taraftan büyümeye destek verirken öbür taraftan da enflasyonu düşüreceğine olan inancını biliyoruz.
İşte bu nedenle 24 Eylül'deki faiz artırımının ardından kritik soru bu duruşta uzun soluklu bir değişiklik olup olmadığı idi.
Bugün gelen karar hükümetin duruşunda kalıcı bir değişiklik olmadığına işaret ederken ileriye dönük kırılganlıkların artabileceğinin sinyalini veriyor.
İktisadi açıdan değerlendirdiğimizde şunu hep söyledik: Enflasyon kalıcı olarak düşmeden, fiyat istikrarı sağlanmadan faizleri düşürülürse kısa vadede ekonomi canlanıyor gibi olsa da uzun vadede bu kazanımlar geri verilir.
Çünkü düşük faiz bir taraftan TL'yi zayıflatarak diğer yandan talebi canlandırarak enflasyonu tetikler. Enflasyon ise döner dolaşır büyümeyi vurur.
Yani enflasyon düşmeden politika faizini düşürmenin getirdiği büyüme saman alevi gibi söner ve kalıcı, sürdürülebilir bir büyüme olmaz.
İlave olarak bu tür politikalara ne kadar sıklıkla başvurulursa alevin canlı olduğu süre de kısalır. İşte tam da bu sebeple yüzde 11 gibi ciddi bir daralma yaşanan ve politika faizinin reel olarak negatif seviyelere çekildiği pandemi sürecinde bile enflasyonun iki haneli seviyelerde seyrettiğini gözlemledik.
O enflasyon sonunda makroekonomik dengeleri o kadar bozdu ki gevşek para politikasında durma noktasını belirledi.
Görünen o ki hükümet halen faizleri düşük tutarak enflasyonu da düşürebileceğine ve bu şekilde büyümeyi destekleyebileceğine olan inancını sürdürüyor.
Öte yandan kurda yaşanan bir yangın karşısında kısa vadede elinde kalan tek aracın faizi artırıp TL'yi cazip hale getirme olduğu konusunda piyasa oyuncuları ile hemfikir. Yine de çok gerekli olduğuna inanmadıkça bu yola girmekten kaçınıyor ve yumurta kapıya dayanmadıkça faiz artırımına sıcak bakmıyor.
Hükümetle nerede ayrışıyoruz? Hükümet, söz konusu faiz artırımlarının enflasyonu da artıracağını ve bu şekilde büyümeyi olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. Oysa biz doğru sinyallerle ve bir bütünlük içinde açıklanacak faiz artırımlarının bilakis uzun vadeli enflasyon beklentilerini düşüreceğini ve bu şekilde ekonomik büyümeye de katkı vereceğini savunuyoruz.
Keza 24 Eylül sonrası dönemde gelen 400 puanlık "örtük" faiz indirimine rağmen 10 yıllık faizin herhangi bir artış göstermemesi beklenti kanalından gelen bu olumlu etkiyi yansıtıyor.
Eğer ki faiz artırımları açık ve cesur bir şekilde yapılabilseydi, faizlerin enflasyon beklentileri düşene karar indirilmeyeceği sinyali verilebilseydi uzun vadeli faizler bugun muhtemelen inişe geçecekti.
Koç Üniversitesi'nden Cem Çakmaklı ile yapmış olduğumuz çalışma TCMB kredibilitesinin yüksek olduğu dönemlerde değil faiz indirimi, faiz "artışı" sonrasında bile uzun vadeli faizlerde bire bir "düşüş" yaşandığını, ancak bu etkinin zaman içerisinde yaşanan kredibilite kaybı ile giderek kaybolduğunu gösteriyor.
Bu çerçevede, Temmuz 2019-Aralık-2019 döneminde politika faizindeki 12 puanlık agresif indirime rağmen 10 yıllık tahvil faizinin sadece 3 puan düşmesi bu güven ve kredibilite kaybının bir emaresi olarak yorumlanabilir.
Unutmayalım ki bir Merkez Bankası'nın ekonomiye verebileceği en büyük katkı fiyat istikrarını sağlamak ve bu şekilde uzun vadeli faizleri kalıcı olarak düşürebilmektir.
Bunu yapabilmek ise kredibilite, sözününün arkasında duran bir Merkez Bankası ve cesur adım atabilme kabiliyeti gerektirir.
Bu kombinasyonla hareket eden bir Merkez Bankası politika faizini artırarak bile piyasa faizini düşürebilme yeteneğine sahiptir. Doğru sinyaller ve adımlarla TCMB'nin bunu yapabildiğini dönemleri hep beraber izledik ve gurur duyduk.
Ancak yanlış sinyaller verilirse bu sefer faizi sabit tutsanız dahi piyasa faizi yükselebilir. Yani eldeki araçların yanlış kullanımı hiç istenmeyen sonuçlar doğurabilir. İşte bu nedenle bugünkü karar sonrasında politika faizine dokunulmasa bile bu kararın tetikleyeceği risk primi ve enflasyon beklentileri ile uzun vadeli faizlerde bir artış söz konusu olabilir.
Bu durumda ise büyümeye verilmesi arzulanan destek hem yükselen uzun vadeli piyasa faizleri hem de TL'deki değer kaybı nedeni ile maalesef geri tepecektir.