KOPENHAG (İHA) - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Medeniyetler ittifakı ya da kültürel çoğulculuktan söz etmenin güç olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ancak, ben bu güçlüğün bir imkansızlığa işaret etmediğine inanıyorum" dedi.
Danimarka'da bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Hareketi'nin Danimarka Şubesi tarafından düzenlenen "Medeniyetler arası ittifak: Türkiye'nin rolü" konulu konferansta yaptığı konuşmada, Avrupa Hareketi'nin, yaptığı çalışmalarla geleceğin Avrupa'sının inşa sürecinde önemli bir rol oynadığını belirtti. Başbakan Erdoğan, "Avrupa'daki en etkin sivil toplum kuruluşlarından biri olan Avrupa Hareketi, ülkemizde de faaliyet göstermektedir. Bu sebeple de çok önemli bir iş yaptıklarını söylüyor; başta Sayın Erik Boel olmak üzere, Danimarka Avrupa Hareketi'nin tüm değerli mensuplarını kutluyorum" dedi. Türkiye'nin AB ile katılım müzakerelerine başladığı bir dönemde gerçekleştirilen bu toplantıyı özellikle anlamlı bulduğunu ifade eden Erdoğan, "Bu vesileyle şunu da belirtmek isterim. Danimarka, 17 Aralık ve 3 Ekim süreçlerinde Türkiye'nin üyeliğine destek olmuştur. Bunun için kendilerine teşekkür ediyoruz. Yine de, bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi , Danimarka'da da Türkiye karşıtı fikir ve görüşlerin taraftar bulduğunu biliyorum. Sizler de hatırlayacaksınız. AB üyelik sürecinde en kritik merhaleyi geçmemiz üzerine uluslararası basında yankı bulan görüntülerden biri, meşhur denizkızı heykelinin siyah çarşaf giydirilmiş fotoğrafıydı. Hoşnutsuzluğu yansıtan bu görüntü, ancak demokratik bir ülkede rastlanabilecek bir tepkidir. Demokratik bir tepki olmasından dolayı da saygı duyuyoruz. Ancak bu görüntünün bizim için üzüntü verici olduğunu da belirtmek zorundayım. Çünkü o görüntü gerçek Türkiye'yi anlatmıyordu. Yalnızca önyargıyla biçimlenmiş bir Türkiye algılamasını yansıtıyordu. Türkiye'ye bu fotoğrafla karşı çıkanların, önce ülkemi ziyaret edip görmelerini isterdim. Şayet bunu yapmış olsalardı, eminim ki zihinlerinde önyargıların oluşturduğu Türkiye fotoğrafını mutlaka değiştirme ihtiyacı hissedeceklerdi. Bizde bu tür önyargıları ifade eden bir söz vardır: 'Kişi, bilmediğine düşmandır' derler. Dostluğun, sevginin, bir arada yaşamanın temel şartı da bu yüzden birbirimizi tanımaktır, anlamaya çalışmaktır" diye konuştu.
"DİNİ SEMBOLLERİMİZE KARŞI HOŞGÖRÜDEN UZAK BİR YAKLAŞIM VAR" "Son dönemde Danimarka'da, temeli dini motifler olan ve ifade özgürlüğü çerçevesinde Türkiye'yi de hedef alan bir tartışmanın yaşandığını üzülerek müşahede etmekteyiz" diyen Başbakan Erdoğan, "Bizim için üzücü olan, Türkiye eksenli bir tartışmanın mevcudiyeti değil, Türk insanının ulusal ve dini sembollerine karşı hoşgörüden uzak yaklaşımlardır. Biz, Türkiye'de başkalarını eleştirirken onların milli ve dini sembollerini, kutsallık atfettikleri konuları onur kırıcı biçimde kullanmaktan kaçınırız. Kullananları da yadırgarız.
Bizim inancımızın temelinde başka yaşam biçimlerine, inanç, görüş ve kültürlere karşı hoşgörü ve saygı vardır. Bunun tersi ise nefrettir, çatışma kültürüdür. Bu nedenle, milli ve dini sembolleri küçük düşürme amacını taşıyan eylem ve söylemler, demokratik hak kisvesi altında gerçekleşseler de, aslında bu sembollere yönelik bir saldırı olarak görülebilirler" şeklinde konuştu. Erdoğan, bu yaklaşımı çok tehlikeli bulduğunu vurgulayarak, "Kimse, bir başkasının değerleriyle, inançlarıyla oynama hakkına sahip olmamalıdır. Ayrıca bu tarz bir davranışa karşı demokratik yollardan tepki göstermek de normal karşılanmalıdır. Biz, Danimarka'yı insan haklarına ve değerlerine saygılı, demokratik olgunluğa erişmiş, örnek bir ülke olarak görmekteyiz. Gerçeği yansıtmayan, bir yerde sıradan önyargıların yahut ideolojik fanatizmin doğurduğu üzücü tartışmalarla boşuna vakit kaybedilmemesini ümit ediyorum" dedi.
Bugünkü konferansın başlığında da yer alan 'medeniyetler arası ittifak' konusunun, son dönemde gerek Avrupa'da gerekse diğer coğrafyalarda giderek yaygınlaşan çatışma kültürü ekseninde tartışıldığının altını çizen Erdoğan, 11 Eylül'den sonra dünyada İslam dinini giderek artan biçimde bağnazlık, terör ve demokrasi karşıtlığıyla özdeşleştirme çabasının tehlikeli bir gelişme olarak dikkat çektiğini belirtti. Erdoğan, bu tartışmaların, özellikle Avrupa'daki göçmen toplumların "paralel toplumlar" ya da "ötekiler" olarak görülmeleri ve yaşanan entegrasyon sıkıntıları sebebiyle ivme kazandığını ifade ederek, "Netice itibariyle, medeniyetler ittifakı ya da kültürel çoğulculuktan söz etmenin güç olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ancak, ben bu güçlüğün bir imkansızlığa işaret etmediğine inanıyorum. Medeniyetler arası ittifak konusunda benim temel saptamam şudur: Dünya insanlığın ortak evidir. Farklı inançlara sahip olsak da, tarih boyunca benliğimizi doğruya ve iyiliğe yönlendiren ortak bir kutsal özden beslenmiş bulunuyoruz. Biliyoruz ki pek çok farklı kültür, insanoğlunun daha yaşanabilir bir dünya oluşturma, insani acılara son verme çabaları için benzer düşünce ve pratiklere sahiptir. İnsanlığın meydana getirdiği ortak medeniyet, mozaik benzeri parçalardan oluşan bir büyük resim ortaya koymaktadır. İyi ve kötü medeniyet yoktur. İyi ve kötü insan vardır. Medeniyetler noktasında ancak, sorunlara çözüm üretebilenler ile çözüm üretemeyenlerden söz edilebilir.f'f0ine düşmandır' derler. Dostluğun, sevginin, bir arada yaşaman
Bu noktada ayakta kalanlar ve düşenler vardır. Ezilenler ve ezenler vardır.
Temel insani sorunlar ve hayata geçirilmesi gereken çözümler vardır. Önümüzdeki denklemin parametreleri bunlardır" diye konuştu.
"BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAYI ARZU EDEN MİLYARLARCA İNSAN VARDIR"
Dünyayı büyük bir pervasızlıkla kültürel temelde gruplara ayıran "Medeniyetler Çatışması" görüşünün, insanın ortak kimliğini ve insani yaklaşımı dışladığını düşündüğünü belirten Başbakan Erdoğan, "Oysa, hangi ülkenin vatandaşları olurlarsa olsunlar, hangi dine inanırlarsa inansınlar, hangi siyasi görüşe, hangi ırka mensup olurlarsa olsunlar, dünya üzerinde kazanacakları ekmeğin derdinde olan, sevdiklerini ve hayatlarını kaybetmeden barış içinde yaşamayı arzu eden milyarlarca insan bulunmaktadır. Kısacası mesele, inançlarımız ve kültürümüzdeki farklılıklarda değildir. Mesele, çözülmesi gereken başka sorunlar varken, bunları birbirinin karşıtı olarak sunan, barışçı değil, çatışmacı zihniyettedir. Birlik yerine farklılıkları vurgulamak kaygısıyla alınan her tavır, Hıristiyan da olsalar, Müslüman da olsalar sadece fanatiklerin eline koz verecektir" ifadelerini kullandı.
Erdoğan, özellikle 11 Eylül'den sonra İslam'ı terörle yan yana getirme çabalarına şahit olunduğunu vurgulayarak, "Bilerek ya da bilmeyerek 'İslami terör' tanımlarının bu amaçla dolaşıma sokulduğuna, bu amaçla kullanıldığına şahit oluyoruz. Bu, bir dini, bir inancı ya da bir medeniyeti kategorik bir şekilde 'öteki' olarak görme ve gösterme alışkanlığının bir sonucudur. Çünkü başka dinlerin mensupları teröre karıştığında aynı çevreler buna 'Yahudi ya da Hıristiyan terörü' dememektedir. Biliyorlar ki, böyle dediklerinde işaret ettikleri bizzat kendi kültürel kimlikleri olacaktır. Bu sebeple 'ben' olarak algıladıkları dünyanın bir mensubu yaptığında, en fazla 'dinci terör' ifadesini kullanabilmektedirler. Bu da, kendi inanç ve medeniyet dünyalarının dışında kalanlara 'öteki' gözüyle baktıklarını göstermektedir. İslam'ı ve Müslümanları bu şekilde 'ötekileştirmek' bize göre, hem büyük bir haksızlıktır, hem de son derece tehlikeli bir gelişmedir" dedi.
Bu dışlayıcı yaklaşımların, insanlığa barış ve huzur getirmeyeceğini kaydeden Erdoğan, "Artık bunun farkında olduğumuzu görmek istiyorum. Bugün Avrupa Birliği içinde kayda değer bir Müslüman nüfus bulunmaktadır. Bazı istatistiklere göre, AB nüfusu toplamının yüzde 4'ü Müslüman'dır. Son haftalarda entegrasyon sorununun ortaya koyduğu ciddi sokak eylemleriyle uğraşmak durumunda kalan Fransa nüfusunun yaklaşık yüzde 8'i Müslüman'dır. Hollanda nüfusunun yüzde 6'sı, Almanya nüfusunun yüzde 4'ü Müslüman'dır. Yapılan bazı çalışmalar, Müslümanların Paris, Londra, Brüksel, Rotterdam, Kopenhag, Malmö ve Marsilya gibi büyük Avrupa kentlerinin nüfuslarının yüzde 10 ila 25'ini teşkil ettiklerini ortaya koymaktadır.
Hal böyleyken, bugün, özellikle de Türkiye üzerinden, kültürel farklılıkların çatışmacı bir üslupla tartışmaya açılmasını anlamsız buluyorum. Avrupa Birliği, Türkiye'yi üye olarak kabul etse de etmese de Müslüman bir nüfusa sahip olacaktır. Ve bugüne kadarki uygulamalar göstermektedir ki, bu nüfusun Avrupa Birliği geneline entegrasyonu başarılı bir şekilde gerçekleşememiştir. Fakat Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan Türk vatandaşlarına ya da Türk kökenli Avrupa Birliği vatandaşlarına baktığınızda, bu kişilerin radikal eğilimler sergilemediklerini, entegrasyon sürecini daha sağlıklı geçirdiklerini kolayca görürsünüz. Zira, Avrupa'daki Türkler entegrasyon istemektedir ve buna hazır bulunmaktadır. Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle tam üyelik temelinde buluşmak olduğunu da gayet iyi bilmektedirler" dedi.
"GÖÇMENLERLE OLAN SORUN İSLAM SORUNU DEĞİLDİR" Erdoğan, bugün Avrupa'nın göçmenlerle sorununun, İslam sorunu olmadığını görmek gerektiğini, sorunun varoşların yoksulluğunda ve dışlanmışlığında olduğunu kaydederek, "Varoşları dışlayarak gerçekten demokratik bir toplum yaratılamaz. Bu soruna nefret ve ayrımcılıkla yaklaşmak çözüm değildir. Ülkeler, gettolarda yaşayan nüfus gruplarına daha fazla şefkat göstermek ve onları toplumsal yaşama entegre etmek için yeni yollar ve araçlar bulmak zorundadır. Bu zor bir görevdir. Yabancıların topluma entegrasyonu hem göçmenlerin hem de ev sahibi ülkelerin yoğun çabasını gerektirmektedir. Önemli olan, bu süreçte duygusal engellere çarpmamak ve önyargılardan arınarak hareket edebilmektir. Mevcut sorunların çaresi vardır. Klasik dönem şairlerimizden Fuzuli, bir şiirinde 'Aşk gelince bütün dertler biter' demiştir. Bana göre çare budur: Dışlayıcı yaklaşımlara son vermeli, hoşgörü kültürünü, sevgiyi yaygınlaştırmalı, zayıf olana şefkatle yardım etmeli, dünyayı hepimizin ortak evi olarak görmeliyiz. Küresel dünya, önyargılar üzerine inşa edilmiş kalelerde düşman gettolar halinde yaşayabileceğimiz bir yer olarak görülemez. Dünyanın içinden geçmekte olduğu hoşgörüsüzlük ortamında Türkiye, sahip olduğu değerler ve konum sebebiyle özel bir örnek olarak öne çıkmaktadır" diye konuştu.
Türkiye'nin, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan, 82 yıldır Cumhuriyetle yönetilen, demokratik bir ülke olduğunu kaydeden Erdoğan, "Türkiye, Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan tüm ekonomik, siyasi ve savunma örgütlerinde yer almıştır. Bunların bir kısmında kurucu üye olarak bulunmaktadır. Türkiye, Avrupa'nın temsil ettiği evrensel değerleri, katılımcı demokrasiyi, çoğulculuğu, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, laikliği, düşünce, vicdan ve teşebbüs özgürlüğünü benimsemiştir. Bu nitelikleriyle Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, tüm dünyaya medeniyetler ittifakının mümkün olduğunu gösteren ikna edici bir örnek sunacaktır. Bu anlamda Avrupa Birliği üyelik hedefimiz, ülkemizin küresel ölçekte birleştirici ve katkı sağlayıcı rolü bakımından da önem taşıyan bir çabanın sembolü haline gelmiş bulunmaktadır. Dünyanın medeniyetler ekseninde birbirine karşı çatışmaya itildiği, terörün giderek daha yıkıcı, giderek daha acımasız hale geldiği, hoşgörüsüzlüğün ve aşırı görüşlerin canlanma emareleri gösterdiği bir dönemde, Türkiye'nin barışçı kimliği önemli bir değer olarak ortaya çıkmıştır. Bunun somut örneklerinden biri şudur: Değerli dostum İspanya başbakanı Sayın Zapatero'yla birlikte Birleşmiş Milletler çatısı altında Medeniyetler İttifakı girişimini başlatmış bulunuyoruz. İspanya ve Türkiye'nin medeniyetler ittifakı girişiminde eşbaşkanlığı paylaşması, son derece anlamlıdır, önemlidir. Zira girişimin temel amacı, medeniyetler arasındaki ortak evrensel değerleri ön plana çıkarmak suretiyle, toplumlar arasında birlik duygusu, işbirliği ve uyum ortamının yaratılmasına katkıda bulunmaktır" dedi.
"TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ ÖRNEK OLACAKTIR"
Erdoğan, bu çerçevede İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) ile AB Ortak Forumu'ndan sonra uluslararası alanda ilgi uyandıran yeni ve iddialı bir projeye daha önderlik etmesinin, bu konuda Türkiye'nin kültürel kimliğiyle, özel konumuyla sahip olduğu imkanlara işaret ettiğini belirterek, "Türkiye'nin bu özellikleri, demokratik ortak sıfatıyla aktif rol oynadığı Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika girişimi içindeki çabalarında da kendini göstermektedir. Kısacası Türkiye, özel coğrafi konumu, kendine özgü tarihi-kültürel birikimi ve farklı geleneklerin sentezini oluşturan kimliğiyle, medeniyetler arası diyalog konusunda kritik bir rol oynayabileceğini göstermiştir. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, İslam ve Hıristiyanlığın barış içinde bir arada yaşayabileceğini gösteren bir örnek de sunacaktır.
Türkiye'nin dışlanması ise, mevcut küresel konjonktürde Avrupa'yı ve genel anlamda Batı'yı, İslam dünyası ile bir 'yol ayrımının' eşiğine getirebilecek ölçüde tehlikeli bir seçim olabilir" ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin, bir medeniyet grubu içinde yer alan ve başka bir medeniyet grubuna dahil olmaya çalışan herhangi bir ülke olmadığının da altını çizen Erdoğan, "Bu gerçekten hareketle diyorum ki; Avrupa Birliği üyeliğimizin gerçekleştiği gün, 'Medeniyetler Çatışması' tezini çoktan geride bırakmış olacağız" diye konuştu.