Mesnevi nedir? Mesnevi masalsı bir anlatımdır kısaca... Akıl almaz olayların birbirini kovaladığı, akıl sır ermeyen yaklaşımların olduğu hikayelerdir...
Bunun Osmanlı edebiyatında işlendiği sıklıkla görülür. Kendine özel "dil bilgisi" kuralları vardır...
Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.
Mesnevi nedir? Dersek en güzeli vikipedi'de yazılmıştır;
*"Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikâye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur. Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olmak bir itibar kaynağıdır. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir."
Lakin biz şimdi Mevlana'nın bizi aşan dizelerine göz atacağız...*
Turan Tektaş'ın kaynak olarak MEB'in yayınladığı Mesneviyi göstererek içinde geçen erotik hikayeleri derlemiş.
"Ne olursan ol gel" diyen Mevlana'nın yazdığı mesnevide öyle bölümler var ki aklınız almayacak, +18 bölümler bunlar...
Zengin bir adam, zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli kızını, artık evlilik çağı geldiği için kocaya verir. Koca, kızın dengi değildir, ama babası kızının baştan çıkmasından da korkmuştur. O yüzden kızının çocuk yapmasını istemez: "Kocan ansızın her şeyi bırakıp, kaçıp gider. Çocuğu başına dert kalır." Kız da babasına söz verir, ama işler söylendiği gitmez, gebe kalır.
3725-3735: Babası dedi ki: Bu ne, ben sana ondan kendini koru demedim mi? Öğütlerim, yel miydi ki hiç sana tesir etmedi? / Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? / Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk. / Pamuk ateşten nasıl çekinebilir? / Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir? / Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. / Yalnız menisinden kendini koru dedim. / Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin. / Kız, peki beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? / Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi. / Babası gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince, Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!
Mevlana'ya göre bu hikâyenin kıssadan hissesi; Erkekle kadın ateşle pamuğa benzer, ateşle pamuk birarada durmaz.
2300: Nasuh, "Bu bana Tanrı'nın lûtfu, ihsanı. / Yoksa dediğinizden beterim ben. / Benden helallik dilemeye hacet yok. / Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum. / Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir... 2305: Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu. / Yaptıklarımın hepsini Tanrı gördü de göstermedi, bu suretle kötülükle yüzümü sarartmadı... Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti. / Beni selvi ve süsen gibi azad etti / Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı. 2310: Adımı temizler defterine yazdı. / Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı... Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum. Şükürler olsun sana yarabbi. / Beni ansızın kurtardınNasuh, daha sonraları padişahın kızının kendini yıkaması talebini reddeder, artık bu işi yapmaz.
Kıssadan hisse: Tanrı tövbe edeni, pişmanlık duyanı, kendine yalvaranı affeder, kötülüğü iyiliğe çevirir, geçmişteki suçlar ibadet olur.
Musul padişahının güzeller güzeli cariyesinin ünü Mısır halifesine ulaşır. Bir adam halifeye cariyeyi över, resmini gösterir. Halife, resme tutulur, onu alması için Musul'a güçlü bir ordu gönderir. Ordu Musul'u yerle bir eder, taş kale mum gibi erirken Musul padişahı cariyesinin istendiğini öğrenir. Cariyesini Mısır halifesine bağışlar. Halifenin ordusu Mısır'a doğru yola çıkar. Ama bir er cariyeye âşık olur.
3875: ... Aşk ateşi öyle parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu. / Çadır içinde o ay parçasını kastetti. / Akıl nerede, halifeden korkma nerede?...
3880: O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. / Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu. / Er sıçradı, g.tü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikâr elinde dışarı çıktı. / Bir de ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyuvermiş...
3885: ... Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti. / Kılıçla vurdu, başını ikiye böldü. / Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu. / O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti...
3890: O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı. / İstekle ona kendini teslim etti. / O anda o iki can, birleştiler / Birkaç gün murat alıp verirler.
O yiğit er cariyeyi Mısır halifesine teslim eder. Ama yaptığına pişmandır. Cariyeden halifeye bir şey söylememesini ister. Halife cariyeyi görünce sarhoş olur, "tası damdan düşer."
3940: Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. / Onu andı, aletini kaldırdı. / O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi. / Kadının ayakları arasına oturdu. / Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı. / 3945: Farenin çatırtısı kulağına değdi./ Aleti indi, uyudu, şehveti tamamıyla kaçtı...
Cariye halifenin gevşekliği karşısında kahkahalarla güler, o erin aslanı öldürüp geldiğinde hâlâ aletinin inmediğini hatırlar. Kendini tutmaya çalışır ama kahkahadan ağzını kapatamaz. Halife uyanır kılıcı çeker.
3955: ... Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle... Yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir bahane icat edersen, ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlayan bir nur vardır...
Cariye o yiğit erle yoldaki gerdeğini anlatır, "aslanı öldürdükten sonra bile aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu," oysa fare çıtırtısının kendisinin aletini indirmesine dayanamayıp güldüğünü söyler. Sonra halife cariyeyi Musul padişahından almakla hata yaptığını anlar. Güvendiği er de emanete hıyanette bulunmuştur. Zamanla kin güderek yapacağı zulmün, yine başına kötülük olarak geleceğini fark eder.
3995: Başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi, bana çattı. / Bu kasıt bana döndü, kuyuya düştüm.
4000: ... Kin gütme, öç alma zamanı değil. / Ben kendi kendime bir ham iştir, yaptım... Sonra cariyeden olanları kimseye söylememesini ister ve onu yiğit er kişiyle evlendirir.
Kıssadan hisse: Kim kötülük ederse, kendine eder. Zulmeden cezasını çeker. Sınanmışı tekrar sınama.
Nasuh'un yüzü kadın yüzüne, sesi kadın sesine benzerdi. Tüyü tüsü yoktu. Erkekliğini daima gizlerdi. Kötülükte, hilede pek çevikti; şehvetli ve azgın bir gençti. Çarşaf giyer, peçe takardı. Hamamda natır gibi çalışırdı. Kadınları ovar, kil sürer, yıkar böylece onları avlardı. Padişahın kızı bile onu isterdi. Nasuh bazen yaptıkları için Tanrı'ya tövbe eder, ama yine de tellaklığı sürdürürdü. Bir gün sultanın kızı hamamda yıkanırken değerli incilerinden biri kayboldu. Kızın hizmetçileri hamamın kapısını kapattı, herkesin eşyasını aradı, ama inci bulunamadı. Sonra hizmetçiler herkesin çırılçıplak kalmasını istedi.
2250: ... Herkesin ağzını, kulağını, vücudundaki bütün delikleri, adamakıllı aramaya koyuldular. / O sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda araştırmaya başladılar... / Nasuh korkusundan başka yere çekildi. / Yüzü, korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları gövermişti.
2255: Ölümünü gözünün önünde görüyor, gazel yaprağı gibi tir tir titriyordu. / Dedi ki: Yarabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahdlar ettim, sonra onları bozdum. Ben, bana layık olanları yaptım. / Sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı. / Arama nöbeti bana gelirse eyvah bana!...
2270: Kendine ağlayıp duruyor, Azrail'i gözünün önünde görüyordu. / Yarabbi, yarabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar da onunla beraber yarabbi, yarabbi demeye başladı. / O yarabbi derken birden inciyi arayanların sesi duyuldu: Herkesi aradık, ey Nasuh, sen gel. / Bu sesi duyar duymaz, Nasuh kendinden geçti, adeta bedeninden ruhu uçtu. Harap duvar gibi çöküverdi. / Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı.
2275: Bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal Tanrı'ya ulaştı... / Tanrı, bir doğan kuşuna benzeyen canını, huzuruna çağırdı. Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü. / Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk'a ulaştı. / İşte o zaman rahmet denizi coştu...