Süper Final'de süper bir heyecanın yaşandığı maçta istediğini alan ve mutlu sona ulaşan Galatasaray oldu. Gerçekten de iki takım taraftarı adına da çok zor bir 90 dakika oynandı. Stresin tavan yaptığı böyle maçlarda tamamen skor odaklı futbol oynandığı için her zaman doğruların yapılması beklenmez.
Şampiyonun belirleneceği bir maça, iki şampiyonun birlikte çıktıklarının şahidiydik. 40. maçlarına kadar gelirken zorlukları aşmış, şans anlarını da şanssızlığı da yaşamış, birbirlerine karşı üstünlük sağlamış-sağlayamamış, iki dev takımdılar. Böyle bir maçı oynamak için iyi futbolcunun ötesine geçmek gerekir. Büyük oyuncuların kaldırabileceği yüklerle sahadaydı takımlar. Bu yüzden hatalar peş peşe yaşanıyor, ayaklara beyin değil, korku-endişe ve tereddüt hükmediyordu.
Yarım saat dolarken tek şut izliyorduk. Terim'in 1-1'lik skoru koruma yerine "kazanma" yönünde yaptığı seçimin faturasından etkilenip, 11 oyuncusuyla bir duvar örüşünü gördük. Bunun adı "korku" değil, "gerekeni" yapmaktı. Fenerbahçe'nin bu mantaliteyi gol atamadan kıramayacağı gerçeğiyle yaşaması gerekiyordu. Ama onlar da risk almayı tercih etmeden, pas yapma etabından ayrılmadılar ilk 45'te. Böylesine bir kurguyu dengesizleştirecek tempoyu yapmadılar- yapamadılar.
İkinci yarıda tribünlerin rüzgarıyla gelen 15 dakikalık baskıdan da çıkmayı başardı Galatasaray. Maçı yavaşlatmak adına her şeyi yaptılar. Yerden kalkmadılar, yavaş hareket ettiler, saniyeleri eritmek için futbol oynamamak dışındaki tüm sahada her şeyleri ile oldular. Cüneyt Çakır'ın işine gelen, düşük tempo, az hata demek olan işleyen bir düzen...
GÖNÜLLERİN ŞAMPİYONU
Fenerbahçe 40. maçta bayrağı ezeli rakibinin elinden alamadı. Almak için vazgeçmeden kat ettikleri bu yolda, şampiyonluk için gereken golü yaratamadılar. Ama gönülleri fethedip, şampiyon kadar saygı görmeyi hak ettiler, taraftarlarını gururlandırdılar, bükülmez bileğin de sahibi oldular. Galatasaray'ın uzun yürüyüşteki performansı, Kadıköy atmosferini istediği gibi yönlendirmesi, bu zor etabı en az hatayla tamamlayıp, şampiyon olması da övgüyü sonuna kadar hak ediyor. Günü şampiyon bitiren Galatasaray, sezonun birincisi Fenerbahçe'dir.
Final derbisinde beraberliğin kendisine yettiği Galatasaray, 90 dakika boyunca hücumda sıfır bir görüntü vermesine rağmen, mükemmel bir alan savunmasıyla ve kendisine yeten puanı alarak şampiyon oldu. Mutlak kazanması gereken Fenerbahçe saha avantajını da kullanarak ilk yarıda oyuna hükmeden taraftı. Ancak G.Saray'ın taktik olarak oyunu geride kabul etmesi ve alan daraltan savunma uygulaması, baskılı Fenerbahçe'ye pozisyon sıkıntısı yarattı.
Elmander'in sakatlanıp çıkması G.Saray için handikap, F.Bahçe için ise avantajdı. Zaten bu dakikadan sonra Fenerbahçe hakimiyeti daha fazla eline geçirdi. Fenerbahçe'nin bu devrede iki tehlikeli atağı oldu. Birisinde Cristian topa vuramadı, İkincisinde de Dia'nın sıfırdan kestiği topta defans Semih'e vurdurtmadı. İlk yarı ve G.Saray adına tek pozisyonu ise kısa süre sakat sakat oyuna devam eden Elmander kaçırdı.
2. yarıda F.Bahçe'nin baskısı artan bir şekilde devam ediyordu. Maçın saha içi görüntüsü, G.Saray'ın hücumda bir pozisyon bulamayacağı bir şekildeydi. Ve kısa süre içinde maçın kırılma anı meydana geldi. Semih'in kafasını Muslera kurtardı. Ardından takıma iyi katkılar yapan Dia, kırmızıyla takımına büyük bir darbe vurdu. Bu yüzden de Kocaman'ın da düşündüğü hamleler zamanında gerçekleşmedi.
Rakibinin eksik kalmasına rağmen Galatasaray yine hücumda görünmedi. Sonra onlar da Ujfalusi'nin gereksiz hareketleriyle eksik duruma düştüler. Ama buna rağmen çok başarılı, iyi yerleşimli alan savunmasıyla mutlu sona ulaştılar.
ORHAN ŞAM ÇOK İYİYDİ
Benim yeri geldikçe vurguladığım bir görüşüm var. Bizim ligimizde eğer takım halinde topun arkasına geçip iyi yerleşimli, alan daraltan savunma kurgusu uygularsanız zor pozisyon verirsiniz. Çünkü bütün takımlarımızın kapalı savunmalara karşı set oyunları çok yetersiz.
Galatasaray'ı 18. şampiyonluğunu kazandığı için kutluyorum. Ayrıca Fenerbahçe'yi de zor şartlarda bugüne kadar verdiği mücadele için kutluyorum. Dün gece benim en beğendiğim oyuncu Fenerbahçeli Orhan'dı. Neden derseniz, bütün sezon sürekli yedek oturmasına rağmen böylesine bir finale çıkıp da böylesine bir performans sergilemek takdire şayandır.
Taraftarlar sadece kazanmayı değil aynı zamanda iyi futbol görmeyi arzu ederler. Geçmişe baktığınızda pek çok kupa kazanmış takım görebiliriz. Ancak aralarından sadece iyi futbol, göz okşayanlar akılda kalır. Sıkıcı ve renksiz oyunla kazananlar tarihe yazılır ve hafızalara asla kazınmaz..
Galatasaray, üçüncü Fatih Terim döneminde gün geldi iyi oynadı, gün geldi coşkulu futbolla içeride dışarıda farklı kazandı. Galatasaray, 40 haftalık zorlu maratonda 14. haftada Fenerbahçe'yi yenerek oturduğu liderlik koltuğundan hiç inmedi ve Kadıköy'de kupayı kaldırarak zaferi taçlandırdı. Terim ve öğrencileri tarihe yazılacak. Türk futbol tarihinde ezeli rakibi, ebedi dostu Fenerbahçe'nin evinde şampiyonluğu kazandığı için hafızalardan asla silinmeyecek. Bu büyük gurur ve şampiyonluk Galatasaray camiasına, Terim'e, ekibine, oyuncularına ve taraftarlarına hayırlı uğurlu olsun.
Her dibe vuruşun mutlaka parlak yükselişi olur. Galatasaray'ın başarısı doğup büyüdüğü kültürün ürünüdür.
Fatih Terim iş başı yaptığı ilk gün "Hedefim Galatasaray ruhunu geri getirmek olacak" demişti. Florya'da bazen güneş açtı, bazen bulutlar kapladı. Sevinçler ve üzüntüler Terim'in yarattığı "Aile" ortamında kucaklandı. Çalışmak, kaybetmeyi kabul etmemek, hedefe kenetlenmek Galatasaray'ın yol haritası oldu. Şampiyon Galatasaray kazandığında da, kaybettiğinde de ortaya koyduğu futbol ve mücadele ile herkesin saygı duyduğu bir takım oldu. Başkan Ünal Aysal'ın "Başarıya odaklanmamış oyuncularla G.Saray'ın geleceğini bağlayamayız. Başarı, sporcuların kalbinde ve ruhundadır. Sporcular, yüreklerini sahaya yansıtırsa başarı da gelir" diyen Başkan Ünal Aysal'ın bu yaklaşımı mutlu sonun anahtarlarından biri oldu.
Not: Allah her zaman her yerde vardır. Allah haksızlığı yarına bırakır ama yanına bırakmaz. Allah emeğe, her zaman emeğe saygı duyar. En önemlisi Allah, adaletini, onu sevene, ona inana ve hak edene verir.
Fenerbahçe üçüncü defa eline gelen şampiyonluğu kaybetti. Ama öncelikle şunu söyleyeyim ki seyirci birinci dakikadan 95. dakikaya kadar iftihar edilecek nitelikte centilmence davrandı. Görünen o ki onları kudurtan Galatasaray kafilesinin bazı sivil elemanları ve özellikle kupa töreni oldu. Maç bitti ve saha bir anda savaş alanına döndü. Bütün bunların sorumlusu "Kupayı Kadıköy'de vereceğiz" diyen güçtür.
Böyle bir ortamda Kadıköy'de kupa vermemelisiniz. Aynı şey Arena'da olsa ve Fenerbahçe şampiyon olsa yine aynı şeyleri söylerdim. Toplumumuz bu tip şeylere hazır değil.
ÇAKIR'A TEŞEKKÜR ETMELİ
Gelelim maça... Kontrol, kontrol kontrol... Her iki takım da birinci dakikadan son dakikaya kadar bunu düşündü. Maçta neredeyse tek bir pozisyon bile yok. Galatasaray risk almadı, Fenerbahçe de düşük tempoda oynayayım, bulursam bir tane atarım dedi.
Aslında Semih Şentürk'ün kafası gol olabilirdi ama olmadı. Sonuçta şampiyonluk gitti. Söylenecek başka bir şey yok. Ne futbolcumuz ne seyircimiz ne de halkımız hiç alışık olmadıkları bir maçla karşı karşıya kaldı.
Aslında Cüneyt Çakır'a bazı hatalarına rağmen teşekkür etmek gerek. Maç bittiyse, maçta zaman zaman alevlenen olaylar çabucak yatıştıysa bunun baş mimarı hakem Cüneyt Çakır'dır. Semih'in golündeki kararı doğru. Kaleci degaj yaparken topu elinden çıkartıp degaj gerçekleşene kadar topa müdahale edemezsiniz.
KIRMIZI DOĞRU, FAUL YANLIŞ
Dia'ya gösterdiği ikinci sarı kart da doğru ama yardımcı hakem orada Dia'nın faul yaptığını söyledi. Oysa pozisyonda faul yoktu. Ama bütün bunlara rağmen Dia'nın protesto vuruşu Fenerbahçe için tam bir intihar oldu. Ujfalusi'ye ikinci sarıdan gösterdiği kırmızı da doğru. Zira düdükten sonra Ujfalusi oyunu geciktirmek için topu kenara vurdu. Bu da net bir sarı kart.
Her tarafı dökülen futbol sezonun finalini seyrettik. Bana göre zaten 34 hafta bittiğinde Galatasaray şampiyondu. Süper Final Lig TV'nin uydurmasıdır. Süper Finali'n kupası da Ligv TV'ye verilmelidir. Maç için yapılacak bir yorum yok. Galiba bir takım genetiğine inanmak zorunda kalacağım: Fenerbahçe iş finale kaldığında başarılı olamıyor. Bunu son yıllarda sürekli görüyoruz. Trabzonspor karşısında ilk yarıda gördüğümüz Fenerbahçe'nin mücadele anlayışının yarısını bile Saraçoğlu'nda göremedim.
Fenerbahçe kontrollü oynadı, son 25 dakika risk alacaktı, Dia'nın atılmasıyla o riski alamadı. Sezon geneline baktığımızda iki takım da saygı duyulacak bir mücadele gösterdi. 25. haftadan itibaren Galatasaray'ın daha avantajlı olduğunu görüyorduk. Galatasaray başkanını, teknik direktörü Fatih Terim'i, yardımcılarını, bütün taraftarları ve oyuncuları cani gönülden kutlarım. 18. şampiyonluk hayırlısı olsun, her şampiyonluk hak edilmiş şampiyonluktur. O yüzden bütün Galatasaray Kulübü'nü cani gönülden ama cani gönülden kutlarım.
Maç sonunda dram var, sevinç var. Şu an izleyemiyorum ama maç sonunda kaptan Alex'in Fatih Terim'e sarılması, bunlar çok güzel şeyler. Bence futbol kazandı. Fenerbahçe'nin şampiyon olmasını çok isterdim ama Galatasaray da hak edilecek bir şampiyonluk aldı"
Final maç adına yakışır bir maç oldu. Her iki takım futbolcuları da dişe diş, kıran kırana bir mücadele sergiledi.
Sarı-Kırmızılılar kontrollü başladı maça.
Beraberlik avantajını maçın ilk yarısında iyi kullandı Cim-Bom... Fener takımı da oyunu Galatasaray yarı sahasına yığmayı hedefledi, ancak çok başarılı olamadı.
Alex'in yokluğunda araya pas ve savunma arkasına paslar aktarmayı başaramadılar.
İkinci yarı tam bir sinir harbi içerisinde geçti. Issiar Dia'nın atılmasıyla birlikte Galatasaray kendi alanından çıkmaya başladı.
Eksik Fener'in üzerine doğru gitmeye başladı. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki Fenerbahçe takımı bir kişi eksikken her futbolcusu 2 kişilik oynadı, kutlamak gerek.
Sonuç: Türkiye'nin bu ezeli iki takımı da şampiyonluğu hakketti.
Hem de sonuna kadar her türlü övgüyü hakketti her iki takım!
Ve sonunda Galatasarayım sampiyon olduuuu... Teşekkürler Fatih hocam, maç öncesi konuşmuştuk çok rahattı ve şampiyon olduk.. Teşekkürler Ünal Aysal, teşekkürler emegi geçenlere.
TEŞEKKÜRLER İMPARATOR!
Başta başkan Ünal Aysal olmak üzere Fatih hoca ve futbolcuları canı gönülden kutluyorum. Terinin son damlasına kadar savaşıp hakettiler.
Şampiyonun belirlendiği bu son maçta her 2 takım da varını yoğunu ortaya koydu. Sarı lacivertliler maçın ilk yarısında oyunun hakimiyken ikinci yarıda sahanın en iyi oyuncusu Dia’nın atılmasıyla oyun hakimiyetini kaybettiler. Sonrasında Galatasaray daha kontrollü ve akılcı oynayarak sakinliğini kaybetmeden istediğini aldı. Şampiyon olan Galatasaray’ı ve sezon boyunca mücadele eden tüm takımları tebrik ediyorum.
Maçın hakemi Cüneyt Çakır’a gelince faul yorumlarında önemli değerlendirme hataları yaptı. Dia’nın sarı kart gördüğü pozisyonda Çakır ve yardımcısının verdiği faul kararı yanlıştı. Dia bu pozisyonda Hakan Balta’ya faul yapmamıştı. Sonrasında Dia’nın topa tepki olarak vurmasından dolayı gördüğü ikinci sarı kart doğruydu, ancak bu karta zemin hazırlayan pozisyonda hakem ekibinin hatalı kararı belirleyici oldu.
Hakemin maçın başında Semih’in atmış olduğu golü iptal etmesi doğruydu, çünkü Semih’in, Muslera’ya bir faulü vardı. Kalecinin degaj yapmak için başlamış olduğu aksiyona Semih’in vücudunu koyarak yapmış olduğu hareket açık bir ihlaldi. Ujfalusi’nin ikinci sarı karttan ihracı ise doğruydu.
Birinciliği kazanana da, ikinciliği kazanana da çok teşekkür etmek lazım bu sezon. Çünkü bence bu sezonun kaybedeni yok. Bu olağanüstü koşullarda yılı kazasız belasız bitirdiğimiz için futbolculara, hakemlere, antrenörlere çok şey borçluyuz. Gerçi bu “kazasız belasız” lafını da kullanmaya uygun bir anda mıyız bilemiyorum, bir yılda kaza bela adına daha ne olabilirdi ki sahi! Yine de şükürler olsun, dün Volkan ile Gökhan Zan, Ünal Aysal ile Nihat Özdemir sarıldılar ya maçın sonunda, dışarıdaki muhtemel kavgaların dozajını azalttılar elbirliğiyle... Volkan’a-Gökhan’a, Aysal’a-Özdemir’e binlerce teşekkürler, futbolun gerçekten sadece bir oyun olduğunu hatırlattıkları için...
Haziran 1994 günü, 22 yaşındaki Rus Alexander Popov’un bedeni Monako’da bir yüzme havuzuna daldı. Dakikalar sonra Popov, 100 metreyi diğer herhangi bir insandan daha hızlı giderek tamamen su yüzüne çıktı. 48 saniye boyunca Popov’un her kası kasılmış, gerilmiş ve bükülmüş, ciğerleri tekrar tekrar dolmuş ve boşalmış, kalbi bedeninin her yerine 35 litre kadar kan pompalamıştı. Ne pahasına? Onu 10 yıl veya 20 yıl sonra kim hatırlayacaktır? (Rekor da 2000’de el değiştirmiştir zaten)... Artık bu düzeyde idman yapmayan Alexander, bugün 40 yaşında neye benziyordur acaba?”
“Birinin size, Avrupa’da temsilcilerinin dereceye girmek için şiddetli rekabet nedeniyle üstünkörü eğitim alan, evlerinden koparılan, kölece işleri yapmaları için kamplara sokulan, sürekli talim yaptırılan yetenekli gençleri bulmak için ülkeyi taradığı bir sistem olduğunu söylediğini farz edin. Şanslı olanların devam ettiği, işverenler tarafından alınıp satıldığı bir kontrat sistemine bağlandığı... Başarılı ve parlak olanların çok iyi para kazandığı, ama ikinci sınıftan olanların 30’larında kendisini posası çıkmış ve işsiz olarak bulduğu... Bu, başka bir sanayide olsa ağır protesto uğultularına neden olmaz mıydı?”
Bu sütunun dikkatli takipçileri bu öyküyü hatırlayacaklardır. Ama bugünün tam da bu hikâyenin günü olduğunu düşünüyorum yine: Bugün şampiyonluk sevinciyle sokağa dökülenlerin de, ikincilik tesellisiyle evine dönenlerin aklının köşesinde bir Popov öyküsü olması umuduyla...