Doğal pırlantaların, milyonlarca yıl süren doğal bir süreçle oluştuğunu ve doğanın insanlığa sunduğu en saf armağanlardan biri olduğuna değinen Demir, “Doğal pırlantaların sahip olduğu eşsiz değer, onları özellikle mücevher tutkunları ve koleksiyoncular için benzersiz kılıyor. Her bir doğal pırlanta, doğanın zorlukları karşısında ayakta kalan bir taş olarak, içinde sakladığı hikayelerle kendine özgü bir değer taşıyor. Laboratuvar pırlantaları ise, kimyasal ve fiziksel açıdan doğal pırlantalarla aynı yapıya sahip olsa da bu taşların taşıdığı tarih ve manevi değer aynı düzeyde hissedilmeyebiliyor” dedi.
Doğal pırlantaların milyonlarca yıllık oluşum sonucunda doğanın eşsiz dokunuşlarıyla şekillendiğine, laboratuvar pırlantalarının ise bilimsel yöntemlerle birkaç haftada üretildiğine dikkat çeken Demir, “Doğal pırlantalar, yer kabuğunun derinliklerinde milyonlarca yıl süren yüksek basınç ve sıcaklık altında oluşuyor. Bu uzun sürecin sonunda ortaya çıkan pırlantalar, yer altından çıkarılıp işlendikten sonra mücevher dünyasında kendilerine yer buluyor. Doğal bir pırlantanın oluşumunu, tamamen doğanın bir armağanı olarak kabul edebiliriz. Çünkü bu taşların her biri doğanın eşsiz dokunuşlarıyla şekilleniyor. Laboratuvarda üretilen pırlantalar, bu doğal sürecin bir sonucu olarak değil, bilimsel yöntemler kullanılarak kısa sürede üretiliyor. Bu tür pırlantalar, yüksek basınç ve yüksek sıcaklık (HPHT) veya kimyasal buhar birikimi (CVD) gibi yöntemlerle birkaç hafta içinde laboratuvar ortamında üretiliyor. Laboratuvar pırlanta üretimi, doğal pırlantaların milyonlarca yıllık oluşum sürecine kıyasla oldukça kısa ve kontrollü bir işlem” diye konuştu.
“Laboratuvar pırlantaları, yapısal olarak doğal pırlantalara benzese de her bir doğal pırlantanın doğanın milyonlarca yıllık emeğiyle oluştuğunu unutmamak gerekiyor” diyen Demir, “Laboratuvar ortamında üretilen pırlantalar, teknolojinin sunduğu imkanlarla hızlı ve düşük maliyetli bir şekilde yaratılırken, doğal pırlantalar doğanın olağanüstü koşulları altında yavaşça şekilleniyor. İki pırlanta türü de görünüş olarak neredeyse aynı olsa da yapısal farklılıklar barındırıyor. Doğal pırlantalar, milyonlarca yıl süren jeolojik süreçlerin izlerini taşıdığından, içlerinde doğadan gelen küçük kusurlar veya izler barındırıyor. Bu izler, doğal pırlantaları benzersiz kılıyor. Laboratuvar pırlantalarında ise kontrollü ortamda üretildikleri için bu tür doğal izlere nadiren rastlanıyor. Ayrıca, laboratuvar pırlantaları daha ulaşılabilir bir fiyat sunarken, doğal pırlantalar genellikle yatırım değeri açısından daha yüksek bir pozisyona sahip oluyor” ifadelerini kullandı.
Demir, sözlerini şöyle tamamladı:
“Günümüzde tüketicilerin çevre ve etik değerlere olan duyarlılığı artıyor. Doğal pırlantaların madencilik süreci, çevresel etkiler nedeniyle bazı eleştirilere yol açsa da çevreye duyarlı madencilik uygulamaları ve etik üretim standartları bu sürecin sürdürülebilirliğini sağlıyor. Biz de doğaya duyduğumuz saygıyı ve çevresel sorumluluğumuzu iş süreçlerimize yansıtarak doğal taşlarla çalışmayı tercih ediyoruz. Doğal pırlantalar, bir anlamda doğanın zaman içindeki izlerini taşıyan eşsiz parçalar olarak, gelecek nesillere de aktarılabilecek bir değer sunuyor. Doğal pırlantalar, insanların elinde sadece bir mücevher değil, doğanın kendisinden gelen bir sanat eseridir.”
(DHA)