Moskova'nın enformasyon politikası sorgulanıyor

MOSKOVA (İHA) - Rusya'nın enformasyon politikasına duyulan şüphenin, başşehir Moskova'daki rehine olayıyla daha da derinleştiği belirtilirken, yönetim de, 'özel birliklerin uyguladığı insanlık dışı metodlarla ilgili gerçekleri mümkün olduğunca gizlemeye çalışmakla' eleştiriliyor.

Siyasi gözlemciler, Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ortaya attığı enformasyon güvenliği doktrinine göre, 'Devletin güvenliğinin, basın özgürlüğünden önce geldiğini' ve medyanın, Kremlin'e göre gerçek olmayan bilgileri yayınlamasının istenmediğini bildiriyor. Burada her şeyden önce ordunun onuru, Rus yurtseverliği ve geleneksel değerlerle Rus kültürünün korunmasının amaçlandığını vurgulayan gözlemciler, ancak insanların onurundan veya insan haklarının korunmasından söz eden olmadığına dikkat çekiyor.

Reklam
Reklam

KURSK DENİZALTISININ BATMASI Siyasi gözlemciler, Kursk denizaltısının batması skandalında, devletin enformasyon politikasının nasıl yalanlarla ve yarı doğru açıklamalarla işlediğinin görüldüğünü savunarak, Moskova'daki tiyatro binasına gaz verilmesinin ilk başta inkar edildiğini, ancak daha sonra operasyonun, 'özel güvenlik güçlerinin büyük başarısı' olarak olarak lanse edildiğini hatırlatıyor.

Çeçen eylemcilerin lideri konumundaki kişinin cesedinin yanı başına, her Müslüman'ın 'rezalet' olarak nitelendireceği bir şişe konyak yerleştirildiğini ve tiyatro binasının, yaralıların kaldırıldığı hastaneler gibi polis tarafından kapatıldığını ifade eden gözlemciler, bu durumu, 'özel birliklerin uyguladığı insanlık dışı metodlarla ilgili gerçeklerin mümkün olduğunca gizlenme çabası' olarak yorumluyor.

AFGANİSTAN OPERASYONU HATIRLATMASI Tüm bu yaşananların, 1979 yılında Afganistan'a yapılan operasyonu hatırlattığını ifade eden siyasi gözlemciler, o dönemde de Alfa birliklerinden bir grubun, Kabil'deki Başkanlık Sarayı'na baskın düzenleyerek kimyasal silahlar kullandığını, bölgede görev yapan Rus doktorların, 'toplu zehirlenme' teşhisi koyduğunu kaydediyor. Gözlemciler, doktorların bilmediği şeyi ise şöyle açıklıyor: 'O dönemin Afganistan Devlet Başkanı Hafzullah Amin'in aşçısı bir KGB ajanıydı ve Lubjanka'daki zehirli laboratuvardan kimyasal maddeleri temin etmişti'. Bu ajanın, görevini tamamladıktan sonra ortadan kaldırıldığını belirten siyasi gözlemciler, bugüne kadar bu olayın sorumlularından hesap sorulmadığını, tam tersine, 'Alfa Grubu'na her türlü imkan sağlandığını ve devlet terörüne karşı mücadelede her yolu kullanmalarının önünün açıldığını bildiriyor.

Reklam
Reklam

8 GÜN SONRA GELEN İTİRAF
Afganistan olayından on yıl sonra bu kez Rus İçişleri Bakanlığı özel birliklerinin, Tiflis'teki opera meydanında barış yanlısı gösteri düzenleyenlere saldırdığını vurgulayan gözlemciler, çoğunluğu kadın ve kız çocuğu olan olan göstericilere karşı kimyasal silah kullanıldığını hatırlatarak, 'Onlar da terörist miydi?' diye soruyor. Çok sayıda insanın, üst solunum yollarından yaralanarak hastanelere kaldırıldığını kaydeden siyasi gözlemciler, doktorların hastalara müdahale edememesini de, saldırıda kullanılan kimyasal maddenin muhtevasının bilinememesine bağlıyor.
Gözlemciler, o dönemin Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze yönetiminde bir araştırma komisyonu kurulduğunu ve operasyondan sorumlu ordunun, sekiz gün boyunca kendisine yönelik suçlamaları reddettiğini, ancak sonuçta gerçeği itiraf etmek zorunda kaldığını belirterek, o dönemde de sorumluların üzerine gidilmediğini, Rusların Afganistan macerasının, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla son bulduğunu bildiriyor.

Reklam
Reklam

'TERÖR, TERÖRLE KARŞILIK BULUR' Moskova'da yaşanılan ve yüzden fazla kişinin hayatını kaybettiği son olaydan sonra, Çeçenistan macerasının nasıl son bulacağının da artık şüphe götürmediğini ifade eden siyasi gözlemciler, ilk Çeçenistan savaşında ateşkesi sağlayan ve trajik biçimde ölen General Aleksander Lebed'in, Rusları, 'terörün her zaman terörle karşılık bulacağı' konusunda uyardığını hatırlatıyor. Gözlemciler, Lebed'in, yetenekli bir ordunun, düşman orduya karşı savaşı kazanabileceği görüşünü savunduğunu aktarıyor.
Genci yaşlısıyla, yok olma tehlikesine karşı ayaklanan ve var gücüyle kendisini savunan Çeçen halkını ortadan kaldırmanın, sanıldığı kadar kolay olmadığını vurgulayan siyasi gözlemciler, böylesi yöntemleri kullanmayı seçen Napolyon ve Hitler gibi herkesin kaybettiğini, Amerikalıların Vietnam'da, Sovyet birliklerinin ise Afganistan'da silah bıraktığını hatırlatıyor.