Taraf gazetesi yazarı Lale Kemal, ölen Aselsan çalışanı Hüseyin Başbilen'in "yerli silah üretimi" üzerinde çalıştığı dönemde projelerin bir çete tarafından yurtdışına pazarlandığı iddiası kuşkuları "cinayet" şüphesini akıllara getirdiğini söyledi. Kemal, Başbilen davasının önünü açan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen'in askeri casusluk davasını da başlattığını vurguladı.
Lale Kemal'in Taraf'ta "Aselsan ‘ölümleri’ ve silah sanayiinde dönen dolaplar" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Aselsan ‘ölümleri’ ve silah sanayiinde dönen dolaplar
Türkiye’de üzeri örtülen pek çok kirli olay artık soruşturulabiliyor. Yargı, üzerinde hissettiği devlet baskısı, kimi yasal düzenlemelerle azaldıkça, mümkün olduğunca adaletin yerini bulmasına çalışıyor. Tabii, devletin buyruğunda olma huylarından vazgeçmekte direndikleri anlaşılan sözde hukuk insanları da var. Türkiye ancak demokrasiyi tam anlamıyla tesis ettiğinde bu zihniyetin alıcısı da olmayacak elbette.
Yargının, artık üzerine gittiği önemli olaylardan birisi de, Aselsan’da, 2006 ve 2007 yıllarında farklı yerlerde ölü bulunan üç mühendisten birinin dosyası. Bu konu, Jandarma’nın, “her birinin farklı yöntemlerle intihar ettiğini,” yazdığı raporunun ardından Ankara Başsavcılığı’nca ”intihar” denerek iki yıl önce kapatılmıştı. O tarihlerde özensiz bir şekilde yapıldığı anlaşılan soruşturmayla intihar ettikleri kanaatine varılan mühendislerden Hüseyin Başbilen’in ailesi, bu olayın peşini bırakmadı, keza bir dönem Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar da. Başbilen, Ankara’da 7 Ağustos 2006 tarihinde aracında boğazı ve elleri kesilmiş halde bulunmuştu.
Aile, oğullarının ölümünün cinayet olduğu iddiasıyla savcılığa başvurarak, Adli Tıp uzmanlarından yeniden rapor alınmasını talep etti. Bir dönem Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılardan Fikret Seçen’in elde ettiği deliller üzerine de Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından dosya yeniden açıldı. Şimdi ortaya çıkan bulgular, Başbilen’in, intihar etmediği ve bir cinayete kurban gittiği şüphesini güçlendirir nitelikte.
Gazetemizin Ankara bürosunun yargı muhabiri Arzu Yıldız’ın verdiği haberlere göre, Başbilen’in ölümüyle ilgili intihar görüşüne karşı çıkan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Yüksel Aydın Yazıcı, Tıbbi Patoloji Uzmanı Prof. Dr. Canser Çakalır ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Sedat Tavşanoğlu, mühendisin cinayet şüphesini güçlendirir bir mütalaada bulundular. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine görevlendirilen uzman bilirkişinin de, cinayeti işaret ettiği ortaya çıktı. Bu işin yargı boyutu.
İşin bir de, Başbilen ve diğer mühendislerin, ölü bulundukları 2006 ve 2007 yıllarındaki ve öncesindeki savunma sanayii ortamı ve üzerlerinde çalışmakta oldukları projelerin ne olduğu boyutu var. Sonrasında ise, yerli yapım silah teknolojilerinin yurtdışına servis edilmeleri iddiası üzerine odaklanan askerî casusluk ve şantaj davası görülmeye başlandı.
AK Parti hükümeti, 2004 yılında, Türkiye’nin yüzde 85’leri bulan kritik silah teknolojilerindeki dışa bağımlılığını mümkün olduğunca aşağıya çekmek ve böylece yerli sanayinin, askerî sistemler üretme yeteneğine kavuşması için bir dizi tedbir aldı. Bu tedbirler çerçevesinde, Türk silah sanayii altyapısının kurulmasına hiçbir katkısı olmayan dünyanın önde gelen yabancı firmalarıyla silah sistemlerinin ortak üretimi modelinden vazgeçilerek, Türk firmalarının ana üreticisi olduğu bir model benimsendi. Ortak üretim modeli, Türkiye’ye, milyarlarca dolara aldığı sistemlerin montajını yapma dışında bir yetenek kazandırmıyordu, tıpkı envanterimizdeki F-16’ların montajı işinde olduğu gibi. Bu modelde yabancı ortaklar, dünyanın zaten önde gelen silah üreticileri oldukları için onlarla ürettiğimiz silah sistemlerini ihracat etme şansımız da hiç olmadı. Alıcı ülkeler, sistemin asıl üreticisi firmalara yöneliyorlardı haklı olarak. Hükümetin, 2004 politikası, silahları kendisi üretmek yerine hazır alan yerli, dev askerî firmaları, kısmen de olsa teknoloji üretmeye yönlendirdi. Yerli sanayi altyapısının oluşturulması politikası, kimi yabancı firmalara ve onların Türkiye’deki komisyoncularına, bizim kesemizden milyarlarca dolar kazandıran para musluğunun biraz olsun kesilmesi anlamına da geliyordu.
2004 yılında, ortak üretime dayalı tank imalatı projesinden vazgeçilmesinin ardından yerli imkânlar azami kullanılarak, Türkiye’ye kimi tank teknolojilerini vermeye gönüllü Güney Kore gibi ülkelerle işbirliği halinde hummalı bir çalışma başlatıldı.
Mühendis Başbilen de, o sıralar, Aselsan’da tank üretiminin yerli imkânlarla geliştirilmesi üzerinde çalışmış ve bir sunum yapmaya hazırlanıyordu. Başbilen’in ölümünün ardından bir süre sonra da zaten Türkiye, tankın yerli firmaların önderliğinde üretilmesi için sözleşme imzaladı.
Dolayısıyla, üç mühendisin, şüpheli olmaya devam eden ölümlerinin gerçekleştiği yıllar, silah sanayii politikalarında ulusal sanayinin güçlendirilmesi yönünde kritik bir dönemece girildiği yıllardır.
Geçen nisan ayında ilk duruşması başlayan ve çoğunluğu asker kişi 56 sanıklı askerî casusluk ve şantaj davası da, Türkiye’de yerli imkânlarla geliştirilmeye çalışılan projelerin, çete tarafından yurtdışına satıldığı iddiası üzerine odaklandığı için mühendislerin ölümleri üzerindeki cinayet şüphelerini ciddiyetle düşünmemizi gerektiriyor. Zira bu mühendisler, yerli silah üretimi üzerine kafa yoruyorlardı. Sanıklara isnat edilen ve gizli bilgileri yabancılara servis etmek için kullandıkları iddia edilen, örneğin, “kilit isimler, bayanlarla fuhuş yaptırılarak kontrol altına alınıyor ve istenen bilgi ve belgeler şantaj yoluyla elde ediliyordu,” gibisinden suçlamalar, silah sanayiinde çok acımasız yöntemlere başvurulmuş olabileceğini gösteriyor.
Hatırlatalım, Başbilen davasının önünü açan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen, askerî casusluk davasının açılmasını sağlayan iddianameyi hazırlayan kişi.