İşte benim tanıdığım Mustafa Kemal Atatürk. İnanıyorum. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü Bütün cihan tanıyordur da Yaşadığımız Ülkemiz Türkiye de kimler anlamak istemiyor ? Daha doğrusu kimler tanımak istemiyor. Bunu yazmak birdaha yazıp Ulu önderi anlatmak ihtiyacında bulunmayı kendime borç olarak biliyorum. Vede Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatıyorum kısada olsa.
Kısacası yazar arkadaşımız bana gönderdiği yazısında odaMustafa Kemal Atatürkün hayat yaşamından bu güne kadar gelişin anlatılmasının zaruri olduğunu iletti ve şöyle dedi.
Ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım 1938 günü saat dokuzu beş geçe öldü.
O tarihten bu yana 10 Kasım’la başlayan hafta, yurdumuzda Atatürk Haftası olarak değerlendirilir. Bu hafta içinde; Atatürk’ün yaşamı, yurtseverliği, inkılap ve ilkeleri anlatılır. Ata’nın daha iyi tanıtılması amacıyla açık oturumlar düzenlenir. Radyo ve televizyonda, Atatürk’ün konuşmaları kendi sesinden dinletilir. Atatürk’le ilgili filmler gösterilir.
10 Kasım günü Atatürk, tüm yurtta törenlerle anılır. Ölüm anı olan saat dokuzu beş geçe “ti” sesi ile saygı duruşuna geçilir. Kara ve deniz taşıtları oldukları yerde durarak düdüklerini çalarlar. Düzenlenen anma törenlerinde Ata’nın yaşam öyküsü, Atatürk inkılap ve ilkeleri anlatılır, seçilmiş Atatürk şiirleri okunur.
ATATÜRK’ÜN YAŞAMI
Selanik’te Ahmet Subaşı Mahallesinin Islahane Caddesinde iki katlı pembe boyalı bir ev vardı. Bu evde Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım otururdu. 1881 yılında bir oğulları oldu. Adını Mustafa koydular. Mustafa sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuktu. Bütün çocuklar gibi Mustafa’nın çocukluğu da mahallede komşu çocukları ile güle oynaya geçti. Mustafa, Şemsi Efendi Okuluna başladı. Kısa bir süre sonra babası Ali Rıza Efendi öldü. Güç koşullar altında öğrenimini sürdüren Mustafa, bugünkü askeri ortaokul dengi olan Askeri Rüştiye’ye başladı. Orta kısmı başarı ile bitirdikten sonra lise dengi olan Manastır Askeri İdadi’sine yazıldı. Derslerine düzenli olarak çalışan Mustafa Kemal liseyi bitirdi. İstanbul’a gelerek Harp Okulunun piyade sınıfına girdi. Üç yıllık öğrenimini başarı ile sona erdi. Kurmay subay yetiştirilmek üzere Kurmay Okulu’na seçildi.
Mustafa Kemal, bu okulda geleceğe yönelik tasarı ve ileri düşünceleriyle kendini tanıttı. Başarılı bir öğrenimden sonra Kurmay Yüzbaşı oldu. Zamanın padişahı II. Abdulhamit’in gizli polisleri Mustafa Kemal’in ileri düşüncelerini, arkadaşları ile yaptığı tartışmaları, O’nun özgürlük ve siyasal konulardaki düşüncelerini padişaha bildirmişlerdi. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu nedenlerle Yıldız Sarayı’nda sorguya çekildiler. Mustafa Kemal bir süre tutuklu kaldı. Fakat suçlu görülmedi. Ancak düşünceleri tehlikeli sayıldığı için, başkentten uzağa Şam’da bulunan Beşinci Orduya gönderildi.
Mustafa Kemal, Şam’da arkadaşları ile birlikte Vatan ve Hürriyet adlı gizli bir dernek kurdu. Sonra gizlice Makedonya’ya geçti. Selanik’te Vatan ve Hürriyet Derneği’nin bir şubesini açtı. Dernek, padişahın baskı yönetimine karşı kurulmuştu. Bu nedenle yapılacak çalışmaların gizli olması gerekiyordu. Şam kenti dışındaki yerlerde bulunan subayların da derneğe katılmaları için Mustafa Kemal görevlendirildi. Bu amaçla aynı yıl subayların yoğun olarak bulunduğu Makedonya’daki 3.Orduya atandı.
1908 yılında meşrutiyet ilan edilince İttihat ve Terakki Fırkası iktidarı aldı. Ancak padişahın kışkırttığı gericiler meşrutiyete, yeni düşüncelere ve atılımlara karşı çıktılar. Kışkırtmalar sonucu İstanbul’da 31 Mart ayaklanması oldu. Bunun üzerine Selanik yöresindeki birliklerden bir ordu toplandı. Mustafa Kemal, Harekat Ordusu adını verdiği bu orduda görev aldı. Ayaklanma bastırıldı. Harekat Ordusuyla birlikte Mustafa Kemal Selanik’e döndü. İki yıl sonra Genel Kurmay Başkanlığında bir göreve atandı.
Bu sırada İtalyanlar Trablusgarb’a saldırdılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları Tobruk’a giderek buradaki Türk birliklerine katıldılar. Yapılan savaşlarda önemli başarılar sağlandı. Ancak bu sırada Balkan Savaşı başlamıştı. Mustafa Kemal geri dönmek üzere Mısır’a geldiğinde Selanik’in düşman eline geçtiğini; Bulgar ordularının Çatalca’ya kadar ilerlediklerini öğrendi.
İstanbul’a gelen Mustafa Kemal’e Bolayır’da bulunan bir kolordunun kurmay başkanlığı görevi verildi. Savaş süresince bu görevde kaldı. Balkan Savaşı sona erince Sofya’ya ataşemiliter olarak atandı. Bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. Almanların yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu da savaşa katıldı.
Mustafa Kemal, bulunduğu görevden alınarak bir kıta komutanlığına getirilmesini istedi. Bunun üzerine Tekirdağ’da yeni kurulan 19. Tümenin komutanlığına atandı. Mustafa Kemal’in kısa sürede hazırladığı tümen Çanakkale Savaşları’na katıldı. Mustafa Kemal burada düşmanın karadan ve denizden yaptığı saldırıları durdurdu. Anafartalar’da bir avuç güçle düşmanların bütün planlarını bozdu. Onlara kayıplar verdirdi. Çanakkale Boğazı’nı geçmelerini önledi. Bu başarılar sonucu rütbesi albaylığa yükseltildi ve Anafartalar Kahramanı olarak anılmaya başladı.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’ndan sonra Diyarbakır’daki kolordu komutanlığına atandı. Bu görevde iken rütbesi generalliğe yükseltildi. Muş ve Bitlis’i Ruslardan kurtardı. (1916)
Daha sonra 7. Ordu Komutanlığına atandı. Bu ordu Halep’te toplanıyordu. Atatürk grup komutanı oldu. Alman generalinin ordunun yönetimi konusundaki düşüncelerine karşı çıktı. Ordu komutanlığını bırakarak İstanbul’a geldi. Veliaht Vahdettin’in Almanya’ya yaptığı resmi geziye katıldı. Dönüşte hastalanarak Viyana ve Karlsbad’a gitti.
Bu sırada padişah 5. Mehmet öldü. Vahdettin VI. Mehmet adı ile tahta çıktı. Yurda dönen Mustafa Kemal yeniden 7. Ordun komutanlığına getirildi. Şam’da başkaldıran Arap kabileleriyle savaştı. Onların ilerlemesini önledi. Bundan sonra Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına atandı. Bu sırada savaş sona ermiş, Mondros Silah Bırakışması imzalanmıştı. Mustafa Kemal bu bırakışmanın kötü koşullarını kabul etmedi. Emrindeki silah ve kuvvetleri düşmana vermeyeceğini hükümete bildirdi. Bunun üzerine komuta ettiği Yıldırım Orduları Grubu kaldırıldı. Mustafa Kemal de İstanbul’a döndü.
ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞIMIZIN BAŞLAMASI
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da padişah ve devlet ileri gelenleri ile yaptığı görüşmeler sonucu İstanbul’da yapılacak çalışmaların bir yarar sağlamayacağını anladı. Yurdu kurtarmak için Anadolu’ya gitmeye karar verdi. Yakın arkadaşlarının yardım ve işbirliği ile görev bölgesi Samsun ve dolayları olan 9. Ordu Müfettişliğine atandı. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile yola çıktı. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal yurdu düşmanlardan kurtarmayı ve yeni bir Türk Devleti kurmayı amaçlayan büyük ve tarihi çalışmalarına bulunuyordu.
Bugün, Atatürk’ümüzün ölüm yıldönümü. Birkaç haftadır süren anma hazırlıklarının sonuna gelindi. Törende şiir okuyacaklar, konuşma yapacaklar tespit edildi. Türkçe dersinde Atatürk ve 10 Kasım şiirleri en baştan taranırken, bir yandan da günün mana ve ehemmiyetine uygun kompozisyonlar yazıldı. Müzik dersinde mutat milli repertuara Ata’mızın hiç duyamadığı şarkılar da eklenerek solo ve koro çalışmaları hızlandırıldı. Resim dersinde ise en çok rağbeti Atatürk figürlü Anıtkabir ana temalı muhtelif çalışmalar gördü.
Öğretmenimiz son derste yarın okula gelirken kıyafetlerimizin temiz ve düzgün olmasını istedi (yaslı 10 Kasım, siyah önlüğümüze en yakışan tarihi gün olsa gerek) “Çiçek de getirin, özellikle Kasımpatı… O Ata’nın en sevdiği çiçektir.” dedi öğretmenimiz. Özellikle bazı kız öğrencilerin kendilerince çok kutsal gördükleri bu “çiçekli” görevi kimselere kaptırmaya niyetleri olmadıklarını ve bu uğurdaki üstün çabalarını bildiğimden; bu masraflı ve uğraştırıcı işe girişmeyeceğim. Biliyorum ki bu çiçeklerle okulun geniş merdivenli ana kapısından içeri girildiğinde hemen göze çarpan Atatürk büstü süslenecek. Hatta o büst yarın tören icabı, bahçeye bakan merdivenlerin başına taşınacak. Tören sona erdikten sonra da yine eski yerine dönecek; yani bana hep bir macera filminin küçük platosu hissini veren; sarmaşık yapraklarıyla kaplı duvarın önüne konuşlanmış kırmızı kovalar, acayip balta ve çengellerle süslü, “yangın köşesi”nin karşısına. Bu büstün her iki yanına birer meşale dikilecek ve “izindeyiz” başta olmak üzere kimi ilgili sözler fona yerleştirilecek. Çoğu “çift dikiş” diye adlandırılan “yaşlı” ve iri yarı öğrenciler aynı mahalde sırayla saygı nöbetine dikilecekler. Bu nöbetin işlevinin biraz da çiçeklere musallat olacak yaramazları uzakta tutmak olduğunun bilincinde olarak…
10 Kasım’larda en sinir olduğum laf “izindeyiz”. Ne izini? 1 Mayıs Bahar Bayramı gibi “üfürükten” bayramda dahi tatil yapıyoruz da, aslanlar gibi Atamız ölmüş, bir günlük tatili bile bize çok görüyorlar. Bu çelişkiyi hiç bir zaman anlamadım, anlamayacağım da!.. Tamam söz veriyorum, bayram yapmayacağım, neşeli oyunlar da oynamayacağım. En fazla evin içinde tahta sandalyeyi yere yatıracak, sandalyenin bacakları arasındaki şoför mahalline oturacak ve “ııııınnıınıııı” mealinde sesler çıkararak araba kullanacağım. Hem de saat dokuzu tam beş geçe pencereye karşı durarak ve hayali kornamı en cayırtılı bir şekilde çalarak…
Oysa bunun yerine sabahtan okulun bahçesinde toplanacağız yarın biz. Saat dokuzu beş geçe saygı duruşumuza eşlik eden ilk siren sesi, mahallemizin karakolundan yükselecek. Sonra hemen yanımızdaki ana caddenin arabalarının klaksonları ve uzak semtlerdeki fabrikaların buğulu düdüklerine karışarak kulağımızı dolduran, nedense en acıklısı, gemi düdükleri… Ardından en hislisinden konuşmalar, şiirler… Ölmesini hiç içime sindiremediğim sevgili Atatürk’le ilgili, insanın içini parça parça eden şiirler. Ama yine de, kendimi ne kadar zorlasam da, hani o çiçek işinde uzman kızlar var ya; işte onlar gibi zırıl zırıl ağlayamadım hiç…
Ve yarın radyolar bütün gün babamın “gıygıy” dediği müzikleri çalacak. Diğer günlerde de duyulduğu an radyonun cebren susturulduğu müzikler. Birkaç yıl önceye kadar, bunca bestenin sırf Atatürk öldü diye yapıldığına emin olduğum bu müzik türü hakkındaki fikirlerim, sadece benim merakımla, yavaş yavaş değişiyordu ama babamın tepkisi asla… “Kapa lan şunu! Gıy gıy gıyy…” Radyodan zevkle dinlediğim, “reklamlararası” program “Orhan Boran ve YUKİ” de yayınlanmayacak yarın. Sinemalarda bizi kah neşeyle kah hüzünle yoğuran filmler de oynamayacak. Onların yerine, rengarenk afişleri siyaha boyanmış sinemalara okulca gidip, Ata’mızla ilgili eski, kopuk kopuk ve hızlı gösterilen “şarlovari” filmleri yeniden izleyeceğiz. Yalnız asla gülmeden…
Ben, belki inanmayacaksınız, bundan üç yıl önceki 10 Kasım gecesi, Atatürk’ü gökyüzünde gördüm. İnanmayacağınızı biliyordum… Zaten bu yüzden bu olayı kimselere anlatamadım. İsterseniz yemin de ederim. Valla billa… Ata’mızın portresi gecenin karanlığında bir dolunay gibi parlıyordu.
O gece ailemle dedemleri ziyaretten dönüyorduk. Ve ben yol boyunca tepemde Atatürk, eve kadar yürüdüm.
En sevdiğim oyunlardan biri havanın açık olduğu akşamlar eve girmeden önce, “ay”la birlikte mahallenin tüm sokaklarını dolaşmaktır. Hatta ay beni kaybetsin, takip edemesin diye son hızla koşarım, ama nafile… İşte Ulu Atatürk o gece aynı ay gibi, sürekli beni takip etti. Eve girmeden önce son kez ona baktığımı hatırlıyorum. Zaten bir daha da göremedim. Ama yarın gece yine bir umut, gözüm gökyüzünde olacak…
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz