Haberle ilgili dün NTV'den yapılan sert açıklama ve Mirgün Cabas'ın "Yazı İşleri" adlı programda söylediği sözlerden sonra bugün de Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan konuyla ilgili bir yazı kaleme aldı.
[
****](https://www.mynet.com/yaziciogluna-sir-dolu-139-arama-110100476291 )
Altan, "NTV ve gazetecilik" başlıklı yazısında haberin arkasında durduklarını belirterek, NTV'yi eleştirdi. NTV'den ise cevap gecikmedi. Mirgün Cabas, yaptığı yazılı açıklamada Ahmet Altan'a yanıt verdi ve dün söylediği sözlere açıklık getirerek Yazıcıoğlu'nu neden aradığını anlattı.
İŞTE AHMET ALTAN'IN TARAF GAZETESİ'NDEKİ YAZISI:
NTV ve gazetecilik
Bizim "sarsıcı" haberler uzmanı Mehmet Baransu elinde haberle geldi. Çok kuşkulu bir kazada ölen Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinde bulunan dört kişi NTV tarafından, helikopter düşmeden önce defalarca aranmıştı.
Telefon dökümleri elimizdeydi. Bu açıklanması gereken tuhaf bir durumdu. Bir televizyon kanalı, "düşecek" bir helikopteri, o helikopter düşmeden ve düştüğü hakkında bir bilgi edinilmeden önce neden bu kadar çok arıyordu?
Baransu'nun konuştuğu iki uzman, uzaktan telefon çağrısıyla helikopterin, yüksekliği gösteren cihazlarının bozulabileceğini iddia ediyordu. "NTV'yi aradın mı" dedim, "iki kere aradım, sizi arayacağız dediler ama henüz aramadılar" dedi.
Haber ciddi bir haberdi, telefon kayıtları, helikopterin kalkış saatini belirten Meclis Raporu elimizdeydi ama gene de NTV'ye bunu bir sormamız gerekiyordu.
Bizim ilk aklımıza gelen, "birinin NTV'nin santraline girip oradan sinyal göndermiş" olabileceğiydi.
Yasemin Çongar, NTV'nin yöneticisi Cem Aydın'ı aradı. Yerinde yoktu.
Önemli bir haber için aradığını söyleyip not bıraktı.
Böyle bir haberi NTV'den kimseye sormadan veremezdik.
Bir açıklaması olmalıydı bu telefonların.
Yayıncılık grubunun en tepesindeki yönetici olan Erman Yardelen'i bu sefer ben aradım.
Yardelen'i yıllarca önce NTV'ye konuşma yapmak için gittiğimde tanımıştım, zarif, hoş bir insandı.
Ben aradığımda Almanya'daydı ama her zamanki nezaketiyle Almanya'dan bağlandı.
Ona durumu anlattım.
O gün Yazıcıoğlu'nu bir programa bekleyip beklemediklerini, santrallerine birinin girip girmediğini sordum.
Yardelen bu ayrıntıları bilmediğini söyledi.
Ben de "bunu bir suçlama yapmak için sormuyorum sadece teknik bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyoruz" dedim, televizyon teknisyenlerinden bir bilgi edinebilirse bana da bildirmesini rica ettim.
Sonra da haberi "ölüm helikopterine 139 telefon" diye verdik.
Helikopterdekiler NTV tarafından toplam 295 kere aranmıştı ama biz Yazıcıoğlu'nun aranmasını öne çıkartarak manşet yaptık.
Dün sabah NTV'de Yazıişleri programını seyrederken, programı yapan iki genç gazetecinin hem bizim gazeteden hem de haberden çok alaycı, küçümseyici, aşağılayıcı bir şekilde söz ettiklerini gördüm.
NTV'den kimseyi aramadığımızı söyleyerek girdiler konuya.
Yalan söylemek amacıyla böyle dediklerini sanmıyorum ama herhalde televizyonlarının yöneticilerine "sizi kimse aradı mı" diye sormaya gerek duymamışlardı.
Sonra da o gazetecilerden biri, "kaza haberini aldıktan sonra Yazıcıoğlu'nu kendisinin on defa ya da yüz defa aradığını" söyledi.
İşler de orada karıştı.
Çünkü o âna kadar biz, NTV'nin santraliyle ilgili teknik bir sorun olarak bakıyorduk olaya ve bunun aydınlatılması gerektiğini düşünüyorduk.
Ama şimdi bir gazeteci" ben aradım" diyordu.
O zaman, bugün yayımladığımız belgelerin cevabını da o vermek zorunda kalacak.
Sürmanşetimizde göreceğiniz gibi Yazıcıoğlu'nun helikopteri resmî kayıtlara göre 14.35'te havalanıyor.
NTV, ilk olarak 14.36'da arıyor Yazıcıoğlu'nu yani helikopter havalandıktan bir dakika sonra.
Yazıcıoğlu'yla birlikte helikoptere binen İHA muhabirini ise helikopter havalanmadan bir dakika önce arıyorlar ve helikopter havadayken bu muhabir 39 kere aranıyor NTV tarafından.
Helikopterin pilotunu ise 14.55'ten itibaren aramaya başlıyorlar.
Resmî raporlara göre helikopterin tahmini düşme zamanı ise 15.00 ile 15.05 arası.
Yazıcıoğlu'na ikinci telefon ise 15.04'te geliyor NTV'den. Ya düşme anında arıyorlar ya da düştükten birkaç dakika sonra.
Helikopter düşerken başlayan bu aramalar yaklaşık 20 saniye arayla 138 defa tekrarlanıyor.
Helikopterin düştüğünü ilk duyuran ajans olan İHA ise kazayı 15.30 civarında öğreniyor ve 16.19'da sitesine koyuyor, abonelerine ise 16.34'te yazılı olarak bildiriyor.
NTV, bırakın İHA'nın "kaza" haberini beklemeyi, daha helikopter havalanırken aramaya başlıyor.
NTV dün bir açıklama yaparak bizim haberin "spekülasyon" olduğunu ileri sürdü.
İHA'nın helikopterin düşüşünü 15.30'da öğrendiği gerçeğini de bir kenara bırakalım.
Şimdi bize ve bütün Türkiye'ye, "çok kuşkulu bir kazaya uğrayan" helikopteri düşme anından önce neden tam 52 defa aradıklarını açıklamak zorundalar.
Ya savcının elindeki resmî telefon kayıtları hatalı ve biri savcıyı şaşırtıp soruşturmayı yanlış yönlendiriyor.
Ya da "biz aradık" diye canlı yayında itiraf ettiklerine göre NTV'den birileri o helikopterin düşeceğini, daha düşmeden önce biliyordu.
Hangisi?
MİRGÜN CABAS'IN CEVABI
Sayın Ahmet Altan,
Gazeteniz bir soruşturma belgesine dayanarak Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin NTV tarafından defalarca arandığını, helikopterin bu yüzden düştüğünü iddia ediyor. Biz de diyoruz ki evet biz aradık ama aradığımızda helikopter düşmüştü.
Zaten İHA, "muhabirimiz aradı, düşmüşler" dedikten sonra aramaya başladık.
Dün Yazı İşleri yayınında "Bu haberin içinde belgeler, uzman görüşleri gibi unsurlar var ama temel birşey eksik: akıl yok" dedim.
"Belgeye giren arama veya helikopterin düşme saatlerinin bir sebeple kaymış olduğu aklınıza gelmedi mi" diye sordum.
Yasemin Çongar, "Biz aklımıza gelenlerle haber yapmıyoruz" yanıtını verdi. Kastettiğim de buydu zaten. Eğer haber yaparken aklınızı kullanmıyorsanız,
size, editörlere ne gerek var? Savcılıktan gelen kağıtların Türkçesini düzeltip yayınlayın, yeter. Oysa Yasemin Çongar'ın söylediği doğru değil. Pekala aklınızı kullanıyorsunuz. Ama o aklı, "NTV Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterini niye düşürmek istemiş olsun" sorusuna akla yatar bir cevap aramak yerine, helikoptere çip takılmıştır diyecek uzmanı bulmak için kullanıyorsunuz.
Bugün "NTV ve Habercilik" başlıklı bir yazı yazmışsınız. Çarpıcı başlık. Devamında ne olduğuna bakılmasa bile, yazanı hemen bir adım öne geçiren türden bir başlık.
Belli ki bize ders vereceksiniz. Verin. Dün olan biteni özetlemişsiniz. NTV'den nasıl görüş aldığınızı anlatmışsınız. Doğrusu tuhaf bir süreç izlemişsiniz. "Sarsıcı haberler uzmanı" (tanım size ait) bir muhabirin birkaç ay önce yayınına çıktığı gazetecilere ulaşamaması, 100 kişilik haber merkezinden kimseyi bulamaması vs...
Oysa bir sarsıcı haberler uzmanı için NTV'den görüş almak, soruşturma dosyasından sayfa almaktan zor olmasa gerek. Üstelik de birkaç ay önce bizim yayınımıza konuk olmuştu.
Her ulaşamadıkları kişinin ardından daha üstteki birini aramışsınız. Keşke tersini yapsaymışsınız. Aylar önce olmuş, tamamen haberle ilgili bir konu hakkında, o sırada yurtdışında bulunan Yönetim Kurulu Başkanı'ndan görüş almışsınız, içinizi bununla rahatlatmışsınız. Ben tatmin olmazdım, zaten böyle birşey için yönetim kurulu başkanını da aramazdım. Ahmet Altan da olsam aramazdım.
Ama bir yandan da "iyi ki bize ulaşamamışsınız" diyorum. Dün ve bugün yaptığınız işlere bakınca, haberin "İtiraf ettiler" başlığıyla çıkacağını anlıyorum çünkü.
Ahmet Altan siz gazetecilik üzerine yazmayı seviyorsunuz. Ama bu her zaman doğru yazdığınız anlamına gelmiyor. Yayınladığınız belgenin hesabını benden soruyorsunuz.
Böyle diyorsunuz, "bu belgenin hesabını vermek zorunda kalacak". Yayında kendi anlattığım şeyin hesabını verecekmişim. Olur veririm. O telefonları niye ettiğimi soruşturmayı açana anlatırım, o belgeyi, o saatleri dosyaya koyanlara da "bu nasıl bir zırva" diye sorarım. Ama bu haberi önce siz yaptığınıza göre, bunu sizin de yapmanız gerekir.
Bu yazıyı yazıp size bunları anlatmak bana tuhaf geliyor. Ama "gençlerden" de öğreneceğiniz birşeyler var anlaşılan.
Sayın Altan, bu olayda yapmanız gereken benim suçlu olduğumu iddia etmek değil. Sakın sizden himmet beklediğimi sanmayın. İsterseniz suçlu olduğumuzu düşünmeye devam edebilirsiniz.
Ama dün yayında anlattıklarımdan sonra yapmanız gereken, bu belgelerdeki saatlerin niye yanlış rapor edildiğini sorgulamaktır. En azından bunu da sorgulamaktır. Ama bizi suçlayan bir sütun yazının dibinde, mırıldanılmış bir cümle olarak koymak değil. Yapmanız gereken bu konuya ayırdığınız manşetinizde, sayfalarınızda bu soruya da doğru dürüst yanıt aramaktır.
Evet gazeteciliğin temelinde şüphe yatar, didiklemek, kolay ikna olmamak yatar. Ama bunun da bir sınırı vardır. Sınır muğlaktır, size, bana göre değişir.
Ama sınır insanın şüphelerinden de şüphelenmesinden geçer. Şüphe içgüdüsel birşeydir ama tek başına bir işe yaramaz, akılla, sağlıklı düşünen akılla birleştiği zaman kişiyi bir yere ulaştırır.
Gazetenizi, muhabirinizi, haberde dahli olanları savunmaya çalıştığınızı anlıyorum. Ama bu durumda kendinizi savunmanın en iyi yolu. "Bir halt ettik" demek, hesap sormak için doğru adres seçmek, aklı doğru yönde kullanmaktır. Kendini savunmanın yolu "NTV ve Gazetecilik" başlıklı bir yazının sonunu "... biz aradık diye canlı yayında itiraf ettiklerine göre NTV'den birileri o helikopterin düşeceğini, daha düşmeden biliyordu" diye getirmekten geçmez.
Saygılarımla