İSTANBUL (İHA) - İstanbul Teknik Üniversitesi Enerji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman Satman, "İnsanlık yakında ciddi bir enerji kriziyle karşı karşıya kalacaktır. Türkiye eğer kısa bir süre içinde nükleer enerjiye geçmezse, 2020 yılında karanlıkta kalmaya mahkumdur" dedi.
Dünya petrol rezervinin 2050, doğalgazın 2070, kömürün ise 2150 yılında tükenmiş olmasının beklendiğini açıklayan Prof. Dr. Ahmed Özemre, bu durumun, nükleer enerjiyle alternatif kaynaklara odaklanılmasına sebep olacağını söyledi. Özemre, uzmanların ciddi inceleme ve değerlendirmeleri sonucunda, füsyona dayalı nükleer enerjiden elde edilen elektrik üretiminin, ancak kısa vadede ortaya çıkacak olan enerji açığının kapanmasına yetebileceğini kaydetti.
Prof. Dr. Özemre, nükleer enerji reaktör tiplerini ve Türkiye için en uygun reaktör tipinin ne olması gerektiğini şu sözlerle belirtti:
"Nükleer enerji üreten reaktörleri; tabi uranyumlu reaktörler, zenginleştirilmiş uranyumlu reaktörler, plütonyumlu hızlı reaktörler şeklinde sınıflandırmak mümkündür. Türkiye'nin nükleer enerjiye geçerken işe önce tabi uranyum ve ağırsulu reaktör tipiyle başlaması, akılcı ve isabetli olacaktır"
Tabii uranyumla çalışmanın, milli ekonomi ve strateji açısından diğer tip reaktöre oranla çok daha ucuz olduğunu belirten Özemre, "Nükleer enerjiden elektrik üretimi açısından yararlanmak isteyen bir ülkenin; uranyum ve toryum gibi kendi öz kaynaklarını kullanabilmesi, nispeten basit bir teknoloji olması, kolay kopyalanabilmesi ya da teknoloji transferi imkanlarının nisp3 ucuzluğu, işletiminin kolay olması, nükleer yakıt değişiminin, diğer tiplerin aksine, reaktörü durdurmadan yapılabilmesi açılarından uranyum ve ağırsulu nükleer santralleri tercih etmesi uygundur" diye konuştu.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) eski Başkanı Prof. Dr. Özemre, dünyada nükleer enerji kullanımının ne durumda olduğu ve gelecekte nasıl olacağıyla ilgili şunları söyledi:
"Ülkeler arasında elektrik üretimini nükleer reaktörlerden sağlamakta başı çeken Fransa'dır. Fransa'nın elektrik üretiminin yüzde 72.9'u nükleer kökenlidir. Onu yüzde 60'lık bir oranla Litvanya ve yüzde 59.9'luk bir oranla Belçika izlemektedir. Güney Kore ve İsveç için bu oran yüzde 43.2, Amerika Birleşik Devletleri için de yüzde 22.3'dür. Halen ABD'de 109 nükleer reaktör faaliyet halinde 3 adet yeni reaktör inşa edilmektedir. 2005 yılı rakamıyla dünyada 32 ülkede elektrik enerjisi üreten toplam 367 253 GW kurulu güce sahip 441 nükleer santral bulunmaktadır. 25 adet nükleer santralin inşaatı da halen sürmektedir. Nükleer yakıt rezervleri tükeninceye kadar da dünya nükleer enerjiden asla vazgeçecek değildir"
PETROL VE KÖMÜR KARTELLERİNİN ÇABASI Dünya petrol ve kömür kartellerinin, kendi petrol ve kömür satışlarının azalacağı endişesiyle nükleer kökenli elektrik üretimini engellemek için çok geniş çaplı faaliyetlerde bulunduklarına dikkat çeken Özemre, "Bunun için pek çok paravan firma, vakıf, gazete ve parti aracılığıyla, kamuoyunda nükleer enerjiye karşı, şartlı refleks uyandırmak için büyük paralar sarf ediyor. Kitle iletişim araçlarından azami düzeyde yararlandıkları bugün artık iyice su yüzüne çıkmıştır" açıklamasında bulundu.
Özemre sözlerine, "Türkiye'nin tesis edeceği bin MW gücündeki bir nükleer santral, yılda 1 milyon 600 bin ton petrol tasarrufuna eşdeğer olacaktır. Türkiye'nin bu türlü 10 nükleer reaktörü olsa; bu, yılda 16 milyon ton petrol tasarrufu demektir ki ülke petrole bağımlılığının yüzde 70'inden kurtulmuş olacaktır" şeklinde verdiği örnekle devam etti.
Bazı çevrelerin, nükleer enerjinin sulhçu maksatlara yönelik nimetlerinden faydalanılmasını önlediğini iddia eden Özemre, bir nükleer reaktörün ortalama ömrünün yaklaşık 40 yıl olduğunu göz önünde bulundurarak, Türkiye'nin misalini, kalkınmakta olan 9 ülkenin daha izlediği takdirde, OPEC ve dünya petrol kartelinin, 40 yılda yaklaşık 640 milyon ton daha az petrol satmış olacağını kaydetti.
Türkiye'nin ilk atom mühendisi unvanına da sahip olan Prof. Dr. Ahmed Özemre, nükleer santrallerle ilgili olarak teminat vererek, "Batı anlamında nükleer güvenlik doktrinine uygun olarak yapılan reaktörlerden dışarıya radyasyon sızmaz. Yani halk sağlığını da tehdit etmez" değerlendirmesini yaptı.
Özemre, herhangi bir kaza durumunda, dışarı sızıntı olmaması için her türlü tedbirin alındığını vurgulayarak, "Çernobil kazasındaki gibi değil. Çernobil'de reaktörü koruyan tek tuğla bir duvar vardı. Burada 1-1,5 metre kalınlığında bir duvar olması gerekliliğinden söz ediyoruz. Nitekim 1979'da Chigo yakınlarındaki reaktörde olan kazada kimsenin burnu kanamadı. İçerdeki herkes dışarı çıktı, reaktörün kapısı kapandı, sızıntı engellendi" açıklamasında bulundu.
Radyasyonun 1-1,5 metrelik duvarı aşamayacağını söyleyen Özemre, Batı'daki bütün nükleer santrallerin yakınında parkların hatta hayvanat bahçelerinin olduğuna da dikkat çekerek, "Bir insan 1.5 metre kalınlığındaki reaktör duvarına 40 yıl boyunca yaslanarak otursa, alacağı radyasyon, İstanbul'da normal hayat içerisinde maruz kalacağından azdır. Ayrıca reaktörler, petrol ve kömür gibi havayı da kirletmez. Bu bakımdan da çevre dostudurlar" şeklinde konuştu.