AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, NTV canlı yayınında soruları yanıtladı.
Bir kere Sayın Başbakanımız siyasetin içinden gelmiş birisi inşallah birinci tursa cumhurbaşkanı seçileceğini düşünüyoruz. Milletimiz bu desteği verirse bundan sonra son derece aktif icraatın içinde olan, Türkiye'nin bütün meseleleri ile Türkiye'de uzun yıllar başbakanlık yapmış olmanın verdiği tecrübe ile daha aktif sürdürecektir cumhurbaşkanlığını. 12 yıldır devam eden reform süreçlerinin, yeni anayasa çalışmalarının başlatılması, Türkiye'de toplumsal bütünlüğün sağlanması gibi yani yeni Türkiye'nin inşası sürecinde yarım kalan meselelerde bunların tamamlanması için ciddi biçimde motivasyon unsuru olarak cumhurbaşkanlığı makamı kullanılacaktır. İnşallah bu süreçlerde Sayın Başbakanımız yeni Türkiye'nin lideri olarak Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde icraatlarına devam edecektir.
Hayır. Zaten mevcut anayasa icraatın başı olarak cumhurbaşkanını tanıyor. Mühim olan pozisyonların ve şahısların ötesinde Türkiye'nin 10 yıllık sürecinde hangi istikamette yol alacağıdır. 2023 hedeflerini karşılamak için atılacak olan adımlar Türkiye'yi yönetenlerin temel sorumluluğu olacaktır. Türkiye'deki reform süreçlerinin artık şahıslardan uzak kalıcı hale getirilmesi ve Türkiye'de hep eksik kaldığını düşündüğümüz hususların bütünüyle tamamlanması için adımlar atılacaktır.
Böyle bir şey olmaz, olmayacak bir şey içinde konuşmanın çok uygun olmadığını düşünüyorum. Zaten yine şahıslardan uzak, bundan sonra ne olur ne olmaz tartışmasından uzak olarak Türkiye'de bundan sonraki süreçte çok ciddi bir anayasal reforma ihtiyaç var. Bu da şimdiye kadar olduğu gibi birkaç temel maddeyi değiştirmek değil. En önemli meselelerden birisi Türkiye'de tam anlamıyla bir güçler ayrımı prensibinin ortaya konmasıdır. 82 Anayasası güçlerin parçalanması prensibini ortaya getirmiştir.
Örneğin; parlamentonun ya da hükümetin denetlenmesi ciddi biçimde gerçekleşememektedir. Dolayısıyla Türkiye'de hem devletin çok iyi denetlendiği bir sistemin kurulması hem güçler ayrımı prensibinin yönetim birliği ilkesi çerçevesinde yeniden yapılanması gerekir.
Bu da çok kuvvetli bir anayasal reform gerektirecektir. Devlet başkanlığı sistemi Türkiye'nin gittiği istikamet burasıdır. Başkanlık sistemine doğru Türkiye gidiyor. Türkiye'nin birikmiş sorunlarını tam manasıyla çözebilmesi ve tam manasıyla güçler ayrılığı prensibinin de oluşması lazım. Bunun için başkanlık adımı atılabilir.
Erdoğansız AK Parti söyleminin veya sorununun ben çok doğru olmadığını düşünüyorum. 30 Mart seçimleri önemli bir dönüm noktasıdır. Bu seçimlerde milletin kendisine vermiş olduğu destekle bir siyasi hareket haline dönmüştür. Bu siyasi hareketin lideri Sayın Erdoğan’dır. Nerede olursa olsun bu hareketin lideri olduğu gerçeği değişmeyecektir.
Bunların hepsi resmen cumhurbaşkanlığı görev teslim süreci yapılmadan bunların konuşulmasını doğru bulmuyoruz. Bir kere hiçbirimiz; ne ben ne arkadaşlarımız kendi şahsi hesaplarımız bizler ne olacağız diye siyaset yapmayız. 28 Ağustos’tan sonrada parti içinde oturulur konuşurlu yola devam ederiz. AK Parti’nin geleceği Türkiye'nin geleceği haline dönmüştür. İsimlerden önemli olan şey bundan sonra AK Parti’nin yoluna nasıl devam edeceğidir. Bundan sonraki dönüşümü hangi adımları atarak yapacağız, yeni Türkiye'nin bundan sonraki hedefleri nelerdir bunları nasıl güncelleyeceğiz bu istikamette yola devam ederiz.
Yeni Türkiye diye tarif ettiğiniz proje içinde cumhurbaşkanı Abdullah Gül var mı?
O kendi şahsi kanaatidir. Ama sonuçta hiç birimizin ismi bu süreçlerde Türkiye'nin 150 yıllık derin uykusundan Türkiye uyanmıştır güçlü bir ülke olma yolunda hızlı adımlara ilerliyor. Mühim olan Türkiye'nin bu istikamette yoluna devam etmesidir.
Bir kere bu isimlerin milletvekili olmayacak olmaları parti yönetiminde bulunmayacakları anlamına gelmez. Bu arkadaşlarımızın büyük birikimlerinden hem parti istifade eder hem Türkiye istifade eder. Gençlerin büyük desteğini almış olan bir partide kadroların yenilenmesi gençlerin süreçlere katılması, 18 yaşa indirilmesi planlanan seçilme hakkından bahsetti Sayın Başbakan. Hepimiz faniyiz, dolayısıyla hiç birimizin kişisel hesaplarımızla kaim olan bir süreçle karşı karşıya değiliz.
Aslında burada 2008’den bu yana dünyada gelişmiş ülkelerde de tartışılan bir konuyu aslında gündeme getirmiş olduk. Bir konuşmanın bütünü içinde yapılmış bir açıklamadır. Görünür vesayetlerle mücadele etmek kolaydı. Apoletleri var, tankları var. Görünmez vesayetler… Bunlardan birisi yargı, birisi üst kurullar üzerinden oluşturulmaya çalışılan vesayetler, birisi Merkez Bankaları üzerinden oluşturulmaya çalışılan vesayetler. Vesayet; gücünü halktan almayan milli iradeden almayan ama eline geçirmiş olduğu bir kamu gücü vasıtasıyla millete rağmen birtakım yetkiler kullanılmasına vesayetin kullanımı diyoruz. Ekonomi yönetiminde üst kurul ve Merkez Bankası üzerinden 2000’li yıllarda bütün dünyada neoliberal politikalar zirve yaptığında siyaset kötü bir şeydir, ekonomiye karışmasın gibi bir algı çıktı. Ekonomi ile ilgili alınacak kararları Merkez Bankası vasıtasıyla, üst kurullarla alalım. Hatta birtakım uluslararası kuruluşlar dünyanın bir çok ülkesinde başbakan atadılar. Mesela Monti, İtalya’da başbakan yapıldı. Aynı zamanda Yunanistan’da yapıldı. Bunların eline de ekonomi yönetiminin siyasetin etkisinden çıkarıldığı birtakım paketler verildi. 2001 krizinde rahmetli Ecevit, ‘O kadar çok üst kurul kurmuşuz ki bu kadar olduğunun farkında değilim’ demişti başbakan olarak. Sayın Derviş vasıtasıyla Türkiye'ye getirilen o program maalesef ekonomik alandaki kararları büyük oranda hükümetin yetkisinden dışarı çıkardı. 2008’deki büyük kriz dolayısıyla bu tezler ciddi tartışılmaya başlandı dünyada.
Tabii ki yanındayız. Ama Merkez Bankası bu araçsal bağımsızlığını kullanırken hükümetin temel hedefleri ile uyumlu olmalı. Diyelim yüzde 5’e indirmeyi hedeflediği bir enflasyon hedefi var, bu hükümetin de hedefidir. Hükümetin bir kalkınma ile ilgili hedefleri vardır, bu da yüzde 5 civarındadır diyelim. Birbirleri ile teorik olarak çelişebilirler. Nitekim faiz konusundaki tartışma bunun yansımasıdır. Hükümet başka bir telden çalar Merkez Bankası başka bir telden çalarsa her ikisi birbiri ile uyumsuz olarak kamuoyuna da yansırsa burada araçsal bağımsızlıktan bahsediyor olmayız. Bu başka bir şeydir. Merkez Bankası’nın hükümetin direktifleri, daha doğrusu çizdiği istikamet doğrultusunda milli iradenin ekonomi politikalarına uygun davranması gereken Merkez Bankası milli iradeden bağımsız karar alamaz.
Daha doğru olurdu tabii. Bu tartışmayı içerde bunların yapılması çok daha doğru olurdu. Siz niye siyaset olarak ekonomiye müdahale ediyorsunuz deniyor. Dünyanın en liberal olduğu kabul edilen ekonomisi Amerikan ekonomisidir. Sayın Obama 17 Temmuz 2013’te şunu söylüyor bir mülakatta; ‘undan sonraki seçeceğimiz Merkez Bankası adayımız kalkınmacı olacak, orta direği destekleyecek, gelir dağılımı adaletini sağlayacak ve aile gelirlerini arttıracak bir perspektife sahip olacak. Bu çok daha ilerde bir siyasi müdahale. Türkiye'nin kalkınması için yatırıma ihtiyacı var. Bunun için de faiz oranlarının düşük olması lazım. Bunları sadece biz söylemiyoruz bütün dünyada söyleniyor.