Öcalan: Boykot bir mesajdı

'Eğer, hükümet tarafından belli adımlar atılırsa, o zaman aklımı mantığımı kullanarak rolümü oynarım. Gelişme olmazsa ben sorumluluk almayacağım'

**Akşam Gazetesi'nin yaptığı röportajda Öcalan şunları söyledi:**
**ASKERLER İSTİHBARİ AMAÇLI GELİYORDU SİVİLLERLE DİYALOG İÇİN GÖRÜŞÜYORUZ**
**- Kimler Abdullah Öcalan'la görüşüyor? Görüşmelerde Kürt sorununun çözümü konuşuluyor mu? PKK'nın süreli silah bırakmasının bu görüşmelerle ilgisi var mı?**
İmralı'ya getirildiğim ilk günden bugüne kadar defalarca değişik heyetler benimle görüştü. İlk dönemler askeri ekiplerdi ve daha çok istihbari görüşmeler yapmak istiyorlardı. Ben ise görüşmeleri diyalog ve müzakere niteliğine dönüştürmek istiyordum. Dolayısıyla ilk dönemlerde yapılan bu görüşmelerden sorunun çözümüne hizmet edecek sağlıklı neticeler elde edilemedi. Son dönemlerde benimle görüşen ekip, sivil bir ekip özelliğini taşıyor. Burada yaptığım görüşmeler daha çok diyalog düzeyinde.
**BENİMLE GÖRÜŞMELER DEVAM EDİYOR...**
Bu görüşmeler belli bir düzeyde devam ediyor. Kürt sorununun adil-demokratik çözümü isteniyorsa bu görüşmelerde Kürtlerin temsilcileri siyasi özne olarak kabul edilmeli ve soruna gerçekçi bir perspektifle bakılmalıdır. Kürt sorununun çözümü için illa ki benimle görüşülsün demedim. Önemli olan bu konuda devletten doğru samimi adımların gelmesidir. Yoksa muhatap BDP olur, PKK olur, ben olurum fark etmez. Demokratik açılım sürecinin başlarında hazırladığım yol haritasında sorunun nasıl ele alınıp çözüleceğine ilişkin bir çalışmam oldu. Ancak şu an nerede tutuluyor onu bile bilmiyorum. Burada, sorunun çözümü için aylarca üzerinde çalıştığım, emek verdiğim 156 sayfalık yol haritası devlet tarafından görmezden gelindi, kamuoyuyla paylaşılmadı.
**TÜRKLERLE KÜRTLERİN APO ALGISI TEZAT BUNU BİLİYORUM**
Kürt sorunu gibi tarihsel sorunlar çözülmek isteniyorsa eskinin psikolojik algılanmaları aşılmak zorundadır. Sorunun çözümüne katkı sunanların sıfatı ya da tarafı ölçü olmamalı. Şunun farkındayım, Kürtler ve Türklerin beni algılayışlarındaki tezatlığı biliyorum. Bu nedenle bütün bu ayrıntıların göz ardı edilmemesi gerektiğini de düşünüyorum. 12 yıldır İmralı'da Kürt sorununun demokratik çözümü için çaba sarf ettim ve bundan sonra da imkanlarım ve sağlığım elverdikçe sarf edeceğim.
**EĞER GÖRÜŞMELER KESİLİRSE...**
Referandum sonrası 13-20 Eylül arası bazı şeyler daha çok netleşir. Eğer bu tarihe kadar bir gelişme olmazsa ben sorumluluk almayacağım. Eğer belirli adımlar hükümet tarafından atılırsa o zaman rolümü oynamaya çalışacağım. Doğrudur benimle görüşmeler oldu, oluyor. Eğer görüşmeler aniden kesilir ve kapsamlı bir yönelim olursa benim burada yapabilecek bir şeyim kalmaz. Görüşmeler devam ederse ben aklımı, mantığımı kullanarak rol alabilirim.
**ETNİSİTEYE VE COĞRAFİ SINIRLARA DAYANMAYAN DEMOKRATİK ÖZERKLİK**
**- Dediniz ki, 'Kürtler, BDP, DTK (Demokratik Toplum Kongresi) nasıl bir yaşam isteyeceklerini tartışıp karar verecekler.**
KCK, PKK demokratik özerklik sistemi içinde kendi yerini belirleyecektir.' Kürtler demokratik özerklik diyorlar ama özellikle bunun bölgeye ekonomik açıdan büyük darbe vurmasından, yoksullaşmaktan, bölgede yalnız kalmaktan korkuyorlar. Ayrıca ABD'nin bölgeye ilişkin politikalarına dair kaygıları da var. Herkesin yanıtını merak ettiği bir başka soru da batıda yaşayan Kürtler ne olacak?
Demokratik özerklik, Türkiye'de yanlış tartışılıyor. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik projesi etnisiteye ve coğrafi sınırlara dayanmıyor, demokrasiye dayanıyor. Toplum, merkezi devleti sınırlayarak kendi yetkileriyle kendini yönetecektir. Önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Bahsettiğimiz demokratik özerklik sadece Kürdistan'a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya da ilişkindir. Ulus-devlet anlayışının halklara dar geldiğini, yetmediğini görmek zorundayız. Amerika bu modelin uygulayıcısıdır ama bu model Ortadoğu'ya kesinlikle uymaz.
**CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA VARIZ, İÇİNDE YOKUZ**
Biz demokratik özerklik derken bir tarihsel haksızlığa vurgu yapıyoruz. 'Cumhuriyetin kuruluşunda varsınız ama içinde yoksunuz' haksızlığıdır bu. Benim demokratik özerklik anlayışım, Türkiye'nin cumhuriyet tarihine de bir eleştiri sunmaktadır. Demokratik özerklik 1919-1922 yıllarının güncellenmesidir. Biliniyor; o yıllarda Mustafa Kemal, Erzurum'daki Kongre'sine, delegeliği düşen Bitlis delegesinin yerine, Bitlis delegesi olarak yani Kürt delegesi olarak katılıyor. İşte biz bu tarihin güncellenmesini istiyoruz.
**BEYAZ TÜRKLER FAŞİZM UYGULUYOR!**
Beyaz Türklerin uyguladığı faşizm diğer tüm farklılıkları yok sayıyor. Cumhuriyet tarihinde yaratılmak istenen ulus kimliği Türklük kimliğidir. Bir ulus inşa etme adına bütün farklı dil ve kültürler, kimlikler ve inançlar tek tipleştirilmeye çalışılmıştır. Türkiye'de var olan bu ulus-devlet anlayışını her kesim bir köşeden yontmaya çalışıyor. Böyle bir süreç başladı. Kürtlere düşen görev belki de bu konularda öncülük etmektir. Demokratik özerklik, ulus-devlet karşısında en doğru, uygulanabilir seçenektir. Sadece Kürtler için değil her yerde, Türkiye'de, Ortadoğu'da uygulanabilir. Ulus-devlet belki hemen aşılamaz, bunun farkındayız ancak ulus-devletle yetinmeyeceğiz.
Dışarı çıkma talebim yok ama....
**- Kendinizi Kürt halkının lideri olarak mı görüyorsunuz? Hapisten çıkma talebiniz var mı?**
Ben hiçbir zaman kendimi bu tür sıfatlarla tanımlamadım. Öcalan bu işe hangi saiklerle bulaştı diye merak edenlere benim annemle ilişkim iyi bir örnektir. Yedi yaşında okula başladığımda baktım ki anadilimden farklı bir dili öğrenmek zorunda bırakılıyorum. Bir çocuk olarak korktum, yabancı bir dili nasıl öğreneceğim diye düşündüm, çok zoruma gitti. O çocuk zihniyetimle annemin beni bu kültürel soykırımdan kurtarmasını bekledim ve bunu yapamadığı için annemle çok tartıştım. Evden çıktıktan sonra ve annem ölünceye kadar bir kez bile telefonda onunla konuşamadım. İsyanım o kadar büyüktü ki, ölüm döşeğindeyken bile annemi arayamadım. Bunun acısını hala yaşıyorum.
Tartışmalarımda anneme 'Tavuklar bile kendi yavrularıyla kendi anlayacağı dilden konuşuyor, anlaşıyor, yavrularını koruyor, sen bunu neden yapmıyorsun?' diyordum.
İşte benim meselem, Apo'yu ortaya çıkaran gerçeklik budur. Bu gerçekliği ortaya çıkaran, bugün herkesin üzerinde tartıştığı ve büyük oranda kabul ettiği Kürt sorunudur! Bu sorunun çözülmesi için şahsıma ilişkin herhangi bir talebim hiçbir zaman olmadı. İmralı'da ya da dışarıda olayım diye bir gündemim yok. Sorunun çözümünde taraflı tarafsız rol almam isteniyorsa mevcut koşullarda bir şey yapamayacağım bilinmelidir. Ancak koşullar oluşturulursa demokratik çözüm ve barış için elbette rolümü oynarım.
**İSTESEYDİK REFERANDUMU KAYBEDERLERDİ**
- BDP'nin boykot kararı olmasaydı sizin deyiminizle 'Kürtler kendilerini doğrudan ilgilendiren bir husus barındırmayan' bu anayasa paketine 'Evet' der miydi?
Biz Türkiye Cumhuriyeti'ne, devletine ve hükümetine demokratik çözümü, demokratik anayasayı dayatmak için boykot kararı aldık, doğrudur. Biz isteseydik bu referandumu kesin kaybederlerdi. Biz 'Hayır' deseydik, bu değişiklik paketinin geçmesi imkansız hale gelirdi. Erdoğan'a son bir şans verdik, bunu iyi görmesi gerekir. Umarım bundan sonra demokratik anayasa ve demokratik çözüm konusunda olumlu gelişmeler olur.
**Özlem Akarsu Çelik'in yazısı**
**Türkiye kritik dönemeçten geçiyor...**
Hükümetin demokratik açılımı Habur'dan girişlerle sekteye uğradı. Muhalefetin hükümete yönelik sert eleştirileri, referandum sürecinde 'İmralı ile pazarlık yapılıyor' iddiasını gündeme taşıdı. Süreci başından beri dikkatle takip eden, Kürt aydınlarının görüşlerine başvuran AKŞAM, Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Yalçın Akdoğan'ın, 'İmralı ile pazarlık ya da müzakere yapılmıyor ama diyalog var. İmralı, gelişmeleri Kandil ve BDP'den iyi okuyor' sözlerini manşete taşıyınca tartışmalar daha da alevlendi. BDP'nin referandumu boykot kararıyla 'Referandumdan sonra demokratik özerklik tartışması başlatacağız' açıklamaları ve referandumun öncesinde süreli silah bırakan PKK'nın 20 Eylül tarihini işaret etmesi konuyu başka bir boyut getirdi. BDP boykot kararını uyguladı. 20 Eylül yaklaşıyor. Peki şimdi ne olacak?
Bu kritik dönemde hassas davranmak zorundaydık. Ya BDP'nin demokratik özerklik taleplerini, PKK'nın yeniden silaha sarılacağı ve kan dökeceği o tarihle (20 Eylül) gündeme taşımasını bekleyecektik ya da gelişmeleri doğru okumak, anlamak ve anlatmak için Abdullah Öcalan'a bazı sorular soracaktık. Beklemek yerine sorumlu gazetecilik saikiyle hareket ederek ikinci şıkkı tercih ettim ve İstanbul'da Asrın Hukuk Bürosu'nun kapısını çaldım.
Tanışma faslının ardından Öcalan'ın avukatlarına şunu sordum, 'İmralı'ya ziyarete gittiğinizde bizim için şu soruları sorabilir misiniz?'
Özellikle dünya basınının önde gelen temsilcilerinden bu yönde çok sayıda talep olduğunu söyleyerek umutlanmamamı tavsiye ettiler.
Bu görüşme 27 Ağustos Cuma günü gerçekleşti. Avukatlar, 'Görüş saatimiz sınırlı. Kendisine soruları iletip iletemeyeceğimize söz vermeyiz. Siz sorularınızı bize verin. Her görüş öncesi mutlaka toplantı yapıyoruz. O toplantıda bu konuyu değerlendireceğiz, size haber veririz' dediler.
Görüşmenin ardından avukatlar 1 Eylül Çarşamba günü İmralı'ya gittiler. Telefonla kendilerini aradığımda, 'Müvekkilimize bu soruları sorma fırsatımız olmadı' yanıtını aldım. Bir sonraki görüşmede sormalarını rica edip beklemeye başladım.
Amacım sorularıma referandum öncesi yanıt almak ve kamuoyunda BDP'nin boykot kararıyla ilgili oluşan soru işaretlerini gidermekti. Ancak beklediğim gibi olmadı.
Avukatlar 8 Eylül Çarşamba günü İmralı ziyaretlerinde ismimizi verip sorularımı sorduklarında Abdullah Öcalan'ın hepsine ayrıntılı olarak yanıt verdiğini ancak bana bu yanıtları 14 Eylül Salı günü (dün) iletebileceklerini söylediler. Söyledikleri tarihte Ankara'dan İstanbul'a yola çıktım ve bir kez daha Asrın Hukuk Bürosu'na gittim.
Dün avukatlarla yaptığım görüşmede şunları öğrendim: İmralı'ya her hafta çarşamba günü 3 avukat gidiyor. Adaya giden çok sayıda avukat var. Öcalan'ın avukatlarından bazıları yasaklı... Haklarında açılan davalar nedeniyle adaya gidemiyorlar. Her görüşme savcının talebi üzerine infaz hakimliğinin onayı ile Adalet Bakanlığı'nın bir görevlisi tarafından kayda alınıyor. Yani görüşmelerde hazır bulunan bakanlığın resmi görevlisi, ses kayıt cihazı ile ne konuşulduğunu kayıtlara geçiriyor.
Bizim sorularımız da böyle bir ortamda Abdullah Öcalan'a soruldu.
Öcalan'ın açıklamalarına bakılırsa sorulara referandumun sonucuna göre farklı seçeneklerle yanıt verdi. Ancak avukatları gündeme göre bu yanıtları eledi...
Avukatların anlattığına göre Öcalan önce soruları kimin gönderdiğini öğrenmek istemiş. İsmimi söylediklerinde yazılarımı ve röportajlarımı okuduğunu ve cevaplamak istediğini belirtmiş. İşte okuyacağınız röportaj bu şekilde gerçekleşti.
Öcalan'la avukatları aracılığıyla yapılan röportaja ilişkin detayları başından beri bilen Genel Yayın Yönetmenimiz İsmail Küçükkaya dün yanıtları aldığımı söyler söylemez beni gazeteye, yazı işleri toplantısına çağırdı. Koşarak gittim. İsmail Küçükkaya ile Yayın Koordinatörümüz Nergis Bozkurt, yazı işleri müdürlerimiz ve görsel yönetmenimiz bir masanın etrafında oturmuş merakla beni bekliyorlardı. Haberin hikayesini anlattım, sorularımı sıraladım ve hep birlikte Öcalan'ın yanıtlarını okuduk.
Herkesin kaygısı ortaktı: Teröre prim vermemek, kamuoyunun hassasiyetlerini göz ardı etmemek...
Başlayacak tartışmalara ışık tutması açısından sizlere ulaştırmayı görev saydığımız bu yanıtları gazeteye nasıl taşıyacağımızı, başlıkları uzun uzun tartıştık...
Amacımız sadece ve sadece Türkiye'de neler olup bittiğini doğru anlamak ve kan dökülmemesi için ortak aklın oluşmasına katkıda bulunmaktır...
Anahtar Kelimeler: