Cezaevlerinde, terör örgütü PKK/KCK militanlarının başlattığı ve BDP'nin de destek verdiği ölüm oruçlarıyla ilgili dikkat çekici bir mektup ortaya çıktı. Oğlu ölüm orucunda olan ve adının açıklanmasını istemeyen baba, "Oğlum açlık grevinde, elimden bir şey gelmiyor." dedi. BDP'ye seslenen çaresiz baba, "Mademki bu talepler çok mühimdir 14 senedir cezaevinde bulunan Abdullah Öcalan bugüne kadar bir gün bile açlık grevine gitmedi. Tutsak ailelerine açlık grevi için çağrı yapıyorsunuz. O zaman Mehmet Öcalan ve kardeşleri neden buna katılmıyor. Eğer Öcalan'ın özgürlüğü ve bazı hakları almanın yolu açlık grevi ise o zaman, bunu özgür insanlar yapar. Önce BDP vekilleri, parti başkanları, belediye başkanları, sivil toplum kuruluşlarının açlık grevine girmesi gerekmez mi? Daha sonra da halka sıra gelir."
KCK tutuklularının cezaevlerinde başlattığı ölüm oruçlarını değerlendiren Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, cezaevlerinde 10 yıllardır ölümcül ve hayat hakkını tehdit eden ve giderek ölümlere yol açan bir oyun oynandığına dikkat çekti. Bu açlık grevleri oyunundan sonra onlarca Kürt ve Türk gencinin ölmesine rağmen açlık grevleriyle ilgili birçok değerlendirme ve eleştiri yazısı yazılmış olmasına rağmen, aynı trajedi-komik oyunun tekerrür etmeye devam ettiğini anlatan Güçlü, "Birileri ölüyor, birileri de ölenlerin üzerinde kendi tahtlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar." dedi.
Bu açlık grevlerinin son bulmaması halinde birçok Kürt gencinin ölmesinin kaçınılmaz olacağını belirten Güçlü, 12 Eylül sonrası askeri cezaevleri ve sivil cezaevleri yaşamının, tecrübesinin gösterdiği de ideolojik açlık grevleri konusunda PKK ve Dev-Sol örgütlerinin başı çeken örgütler olduğunu ifade etti.
"PKK ÖLÜM ÜZERİNE KENDİSİNİ YAPILANDIRAN BİR ÖRGÜTTÜR"
PKK'nın ölüm üzerine kendisini yapılandıran bir örgüt olduğuna dikkat çeken Güçlü, şöyle devam etti: "Ölümden ve özellikle de öldürmekten zevk alan bir örgüt. PKK, kendi dışındaki Türk ve Kürt yurtsever devrimci örgütlerin yöneticilerini ve üyelerini öldürdü. Kürt toplumunun yönetici ve aklı olan toplum yöneticilerini öldürdü. Kendi içinde muhalefet yapan insanları öldürdü. Bunların sayısı on binleri buldu. PKK, Öcalan'ın 1999 yılında yakalanması ve Türkiye'ye getirilmesinden sonra da, Öcalan için kendini yakma ve öldürme enstrümanını kullanmaya başladı. Öcalan'ın cezaevindeki konumunu gerekçe göstererek kendini yakanlar ve öldürenler de oldu. Ama bu kendini öldürme olayları incelendiği zaman, hep sıradan insanların ve gençlerin kendi canlarına kıydıkları görülür. O kadar 'değer biçilen eylemler' olmasına rağmen, her nedense PKK kurmaylarının da bu eylemleri yapması gerekirken, bunu yapmadıkları görülür. Bu gerçek ve doğru, hem dağdaki PKK kurmayları ve hem de dağda olmayan önemli kariyerlere sahip olan PKK kurmayları açısından böyle. Öcalan, 199 yılında cezaevine girmesine rağmen, Onun da şu veya bu nedenle, özellikle de Kürtlerin ulusal hakları ve özgürlükleri için cezaevinde hiçbir eylem geliştirmemesi de başlı başına dikkate şayan ve üzerinde durmaya değer bir konudur. Fakat asıl önemli olan şey, PKK'nın geliştirdiği bu anlayışın, tümden sorgulanmasıdır, doğal karşılanmaması ve karşı çıkılmasıdır."
"ÖLÜM ORUÇLARI ÇÖZÜMSE ÖCALAN VE BDP MİLLETVEKİLLERİ DE TUTSUN"
"Ölüm oruçları sorunların çözümünde bir anahtar ise Öcalan, BDP milletvekilleri ve belediye başkanları neden ölüm oruçlarına yatmıyorlar?" diye soran Güçlü, "Bu, üzerinde durulacak ciddi bir sorundur. Gençleri ateş hattına sürmek kolaydır. Önemli olan ve belki de etkili olacak olan, eğer yararlıysa kurmayların ölüm orucuna yatmalarıdır. Oysa açlık grevindekilerin son basın toplantısında, açlık grevinde olanlar, kulaklarının Öcalan ve Kandil'de olduğunu açıkça ifade ettiler. Buna rağmen BDP ve açlık grevinin son bulması çabası içinde olanlar, Öcalan ve Kandil'den açlık grevlerine son vermeleri konusunda bir talepte bulunmuyorlar. Doğrusu davranış kalıbı, oldukça dikkat çeken, kulağı tersinde gösteren bir davranış kalıbıdır. Evet, açlık grevleri Kandil'in emriyle gerçekleşti. Kandil'in istemesi halinde de son bulurlar. Açlık grevlerindeki ölümlerden hükümetin sorumlu olması ileri sürülürken asıl sorumlunun PKK'nın yönetimi olduğunu görmek gerekir. Bu nedenle topu taca atmaya kimsenin hakkı yoktur. Kandil'i dokunulmaz kılanların, silkelenip gerçekleri görmeleri gerekir. Öcalan ve Kandil neden açlık grevlerinin durdurması için gayret göstermiyor? Bu ciddi bir sorun olarak orta yerde." diye konuştu.
"OĞLUM AÇLIK GREVİNDE ELİMDEN BİRŞEY GELMİYOR"
Kürt siyasetçi ve yazar Güçlü, ölüm oruçlarıyla ilgili bir babanın yazdığı mektubu da kamuoyu ile paylaştı. Bu babanın BDP'yi de desteklediğine dikkat çeken Güçlü'ün açıkladığı mektup da şu ifadeler yer alıyor: "Oğlum açlık grevinde, elimden bir şey gelmiyor. Oğlum Rize Kalkandere L Tipi Kapalı Cezaevi'nde 5. yılını doldurmaktadır. Halen 3 yılı var. Artık görüşe de çıkmıyorlar. Tek bir oğlum var. Sadece haftada bir telefonla görüşüyoruz. Son konuşmamız geçen hafta sonu idi. Sesi iyi gelmiyordu. Bana dedi ki baba bu son telefon görüşmemiz artık çıkmayacağım. Belli ki ayakta duracak hali yok. Haberleri izliyorum BDP yöneticileri diyor ki 'Talepleri talebimizdir.'
Şimdi sizin kanalınızla onlara soruyorum: Mademki bu talepler çok mühimdir 14 senedir cezaevinde bulunan Öcalan, bugüne kadar bir gün bile açlık grevine gitmedi. Tutsak ailelerine açlık grevi için çağrı yapıyorsunuz. O zaman Mehmet Öcalan ve kardeşleri neden buna katılmıyor. Eğer Apo'nun özgürlüğü ve bazı hakları almanın yolu açlık grevi ise o zaman, bunu özgür insanlar yapar. Önce BDP vekilleri, parti başkanları, belediye başkanları, sivil toplum kuruluşlarının açlık grevine girmesi gerekmez mi? Daha sonra da halka sıra gelir.
Bildiğim kadarı ile bugüne kadar yapılan açlık grevleri cezaevi şartlarındaki kötü duruma karşı yapılır. Diğer talepleri zaten devlet kabul etmez. Bir milletin meselesini eli kolu bağlı tutsaklar nasıl çözecek? Bu suallerime cevap verecek bir Kürt yetkili yok mu? Bizi aptal yerine koyuyorlar? Ama değiliz. Lanet olsun çocuklarımızı bu yola sevk edenlere. Öcalan’ın özgürlüğü için Diyarbakır'da yürüyüş yapmak istediler kimse katılmadı. Kimse kendini bir şahıs için riske atmıyor. Zorla mıdır?
Şimdi de tutsakları ölüme gönderiyorlar ki ayaklanma olsun. Boşuna uğraşıyorlar. Bu yanlış yolda oğlum gitse de ben onların hiç bir etkinliğine katılmayacağım. Çünkü meydana çıktığımda oğlum için değil, Apo için çıkmış olacağım. Fakat içimde kan ağlıyor çaresiz durumdayım. Benim gibi düşünen ne kadar aile var onu da bilmiyorum. Bilsem ki bir grup toplayabilirim farklı bir tepki koyacağız. O da kimse yanaşmaz. İhanetçi olur yerimizde otururuz. Yani ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.
(CİHAN)