Osmanlı'da Bir İdam Yönteminin Ürkütücü Tasviri: Kazığa Oturtma (+18)

Kazıklı Voyvoda deyince akla gelen ilk şey olan "kazığa oturtma" Osmanlı'da da uygulanan cezalardandı...

Dehşete düşüren bir tasvir...

Büyük acılarla öldürülmek istenen suçlulara uygulanan kazığa oturtma cezası özellikle eşkıyalara, korsanlara ve kundakçılara tatbik edilmiştir. Bunun yanı sıra İslam dinine hakaret eden, Müslüman bir kadınla zina yapan veya bir camiye izinsiz giren Hristiyanlar da söz konusu cezaya maruz kalmışlardır.

Ivo Andriç, kendisine Nobel Ödülü kazandıran “Drina Köprüsü” adlı romanında 1570'lerde geçen bir kazığa oturtma vakasından bahsediyor.

Reklam
Reklam

Osmanlı sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa, doğduğu yer olan Sokoloviç köyü yakınındaki Drina ırmağı üzerine bir köprü inşa ettirmek istemişti. Çalışmalar sürerken Radislav adında ki bir köylü köprü inşaatını sabote etmeye kalkışmış, ancak başaramadan yakalanmıştı. Romanda yakalanan suçluya verilen kazığa oturtma cezası şöyle betimlenmiş...

İnsanın kanını donduran bir tasvir...

"...Suçluyu özel bir biçimde sorguya çekmelerini, ama işkencede onu bayıltacak kadar ileri gitmemelerini, aynı gün öğle üstü iskelenin en yüksek yerinde kazığa çakılması için lazım gelen bütün hazırlığı yapmalarını, onun kasabanın her yanından, ırmağın her iki kıyısından da görülmesini istediğini; Müslüman, Hıristiyan, çocuk, ihtiyar, bütün erkeklerin gelip mutlaka bu manzarayı seyretmelerini ilan etmesini istiyordu.

Her şeyin hazır olduğunu söylediler. Aşağı yukarı dört karış uzunluğunda meşe ağacından yapılmış bir kazık yerde duruyordu, inceltilmiş, sivri ucuna demir geçirilmiş ve iç yağı ile yağlanmıştı, iskelenin yüksek bir yerine de direkler çivilenmişti. Kazık onların arasına dikilecekti. Orada, kazığı adamın vücuduna sokmak için tahta bir tokmak, ipler ve başka şeyler vardı. Orada, suyun üzerine doğru uzanan, küçük bir oda büyüklüğünde tahta döşemeli bir yer hazırlanmıştı. Bir sahneye benzeyen bu yere, Radislav üç Çingene ile beraber çıktı. Radislav'a yatmasını söyledikleri zaman bir an durakladı. Çingeneler üstündeki gömlekle kuzu derisini çıkardılar. Göğsünde zincirlerin açtığı yaralar meydana çıktı. Bunlar kızarmış ve şişmişti. Radislav artık hiç sesini çıkarmadan emrettikleri gibi yüzükoyun yattı, ilkin ellerini arkasına bağladılar. Sonra ayak bileklerine birer ip geçirdiler. Çingenelerden her biri bu ipleri bir tarafa çekerek bacaklarını iyice ayırdılar.

Reklam
Reklam

O sırada cellâdı kazığı iki yuvarlak tahtanın üzerine yerleştirdi. Öyle ki sivri ucu tam köylünün bacakları arasına geliyordu. Sonra kemerinden geniş, kısa bir bıçak çıkardı. Yerde yatan mahkûmun yanına diz çökerek pantolonunun iki bacağı arasındaki kısmı kesti. Ve kazığın adamın vücuduna girebilmesi için geniş bir delik açtı. Celladın işinin bu en feci kısmı vücudun bıçağın dokunuşu ile titrediğini, yarı yarıya kalktığını, sonra yine gürültüyle yere düştüğünü görüyorlardı. İşi bitince Çingene sıçrayarak ayağa kalktı. Yerden tahta çekici aldı ve kazığın yuvarlak tarafına ölçülü, ağır darbeler indirmeğe başladı. İki darbede bir duruyor, kazığın girdiği vücuda bakıyor, sonra da Çingenelere dönerek gayet yavaş ipi çekmelerini tembih ediyordu. Köylünün, bacakları ayrık yatan vücudu içgüdü ile kıvranıyordu. Her çekiç vuruşunda bel kemiği katlanıyor, eğiliyor, fakat ipleri çekince yine dikiliyordu. Kıyıyı öyle bir sessizlik kaplamıştı ki her çekiç darbesinin dağlarda uyandırdığı yankılar duyuluyordu.

Reklam
Reklam

" Kazığın sivri ucunun girip çıktığı yerlerden damla damla akan kan tahtanın üstünde birikiyordu"

Daha Yakında olanlar adamın alnının yere çarptığını duyuyorlardı. Bir gürültü Daha işitiliyordu ki, bu; ne bir inilti, ne bir şikâyet, ne oğlu nefesini veren birinin hırıltısı idi. Bu insanoğlundan gelen sese hiç benzemiyordu. İki tarafa çekilen, tartılan, işkence edilen bu vücuttan, çiğnenen bir tahtadan ziyaretinde kırılan bir ağaç dalından çıkan sese benzeyen bir çatırtı geliyordu. İki vuruşta bir çingene, yerde yatan vücuda doğru eğiliyor, kazığın doğru yoldan ilerleyip ilerlemediğine bakıyor, hayatla Ilgili bir organı zedelemediğinden emin olduktan sonra tekrar Yerine dönüyor, işine devam ediyordu. O sırada çekiç sesleri kesildi. Cellat adamın sağ küreğinde kasların gerildiğini, derinin kabardığını görmüştü. Hemen bir ustura alarak o yeri haç biçiminde yardı. Soluk bir kan akmağa başladı, gittikçe fazlalaştı.

Reklam
Reklam

Bir iki vuruştan sonra, delinen noktadan kazığın demir ucu görünmeğe başladı. Bu uç, çökme kulağın hizasına gelinceye kadar daha bir iki darbe vurdu. Adam artık kazığa tamamıyla geçmişti. Şişe geçirilen bir kuzu gibi. Yalnız sivri ucu ağzından değil, sırtından çıkıyordu. Ne bağırsakları ne de ciğerleri zedelenmişti.

Cellât artık tahta çekici fırlattı ve yaklaştı, hareketsiz duran vücudu muayene etti. Kazığın sivri ucunun girip çıktığı yerlerden damla damla akan kan tahtanın üstünde birikiyordu, iki Çingene, adamın uyuşmuş vücudunu sırt üstü çevirdi. Ayaklarım ucundan bağladılar. O sırada cellat adamın yaşayıp yaşamadığını kontrol ediyordu. Yüzü birdenbire şişmiş adeta büyümüştü. Gözleri kocaman açılmış, korku ile bakıyordu. Göz kapakları hiç kımıldamıyordu.

Reklam
Reklam

Ağzı açıktı. Dudakları sertleşmiş, kısılmış, dişleri kenetlenmişti. Artık yüzünün bazı kaslarını kontrolü altına alamıyordu. Onun için yüzü bir maskeye benzemişti. Kalbi boğuk boğuk atıyor, ciğerlerinden kısa ve sık nefesler çıkıyordu. Çingeneler onu şişe geçirilen bir koyun gibi yavaş yavaş kaldırmaya başladılar, cellat onlara dikkat etmelerini, vücudu fazla sarsmamalarını tembih ediyordu. Kazığın, kalın ve yuvarlak olan tarafım iki tahta arasına yerleştirdiler, çivilerle çaktılar. Sonra arka tarafını da aynı yükseklikte bir tahtaya çivilediler ve hepsini birden iskelenin kazıkları üstüne çaktılar. Çingeneler çekildi.

Boş kalan sahnede yalnız, göğsü ileri doğru çıkmış, beline kadar çıplak, iki arşın yükseklikte, dimdik kazığa geçen adam kalmıştı. Uzaktan kazığın vücuduna geçtiği ve ayak bileklerinin bu kazığa bağlanmış olduğu görülüyordu. Kolları da arkasına bağlanmıştı. Onun için, aşağıdan iskelenin ta tepesinde, ırmağın üstünde, havada uçan bir heykel gibi görünüyordu. Kazığın boyunca ince bir kan sızıyordu. Ama adam yaşıyordu, baygın da değildi. Göğsü inip kalkıyor, boynundaki damarlar atıyor, gözleri ağır ağır ama durmadan dönüyor, ölümü bekliyordu. Kasabadan tellalın sesi geliyordu. Hükmün yerine getirildiği ve yapıya zarar verecek kimsenin bundan da kötü bir cezaya çarptırılacağını ilan ediyordu."

Reklam
Reklam

Bu inanılmaz tasviri bizimle paylaşıp öğrenmemize vesile olan Tarih Öğretmeni Ali Özçelik'e çok teşekkürler.