ÖZEL | İletişim Başkanı Altun'dan Mynet'e özel açıklamalar! Dijital terörizm ve dezenformasyon tehlikesine dikkat çekti, en üzüldüğü ve en mutlu olduğu anı paylaştı

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Mynet Genel Yayın Yönetmeni Ersel Yıldırım'ın sorularını yanıtladı. İletişimin rolü ve dezenformasyonla mücadelenin öneminden bahseden Altun, verilen mücadeleyi 'Hakikat mücadelesi' olarak tanımladıklarının altını çizdi. 6 yılı aşkın bir süredir yürüttüğü görevinde en çok üzüldüğü ve mutlu olduğu anın ne olduğundan bahseden Altun, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilk ne zaman tanıştığını da anlattı.

MYNET ÖZEL | Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Mynet'e özel açıklamalarda bulundu. Küresel dünyada iletişimin rolü ve ülkemiz açısından stratejik öneminden bahseden Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun, dezenformasyonla mücadele konusunda gelinen noktayı ve yürütülen çalışmalara da açıklık getirdi. Verdikleri mücadaleyi 'Hakikat mücadelesi' olarak tanımladığının altını çizen Altun, 6 yılı aşkın bir süredir yürüttüğü görevinde en çok üzüldüğü ve en çok mutlu olduğu anın ne olduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilk tanıştığı andan da bahseden Altun, "Sayın Cumhurbaşkanımızın çalışma temposunu, milletimize hizmet etme şevkini gördükçe, o çalıştıkça biz de kendimizi daha fazla çalışmak zorunda hissediyoruz." dedi.

Mynet Genel Yayın Yönetmeni Ersel Yıldırım'ın sorularını yanıtlayan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un açıklamaları şöyle;

Küresel dünyada iletişimin rolü nedir? Ülkemiz açısından stratejik iletişimin dinamiklerini ve olmazsa olmazlarını nasıl tanımlarsınız? Dünyayı saran bir dijital terörizm tehlikesi var, bu konuda da açıkçası fikirlerinizi merak ediyoruz.

"Küreselleşme ve iletişim, birbirini besleyen ve hızlandıran iki önemli süreç. Bu durumu elbette bugün daha iyi anlıyoruz. İnternet, sosyal medya, akıllı telefonlar, video konferans sistemleri, dijital platformlar ve yapay zeka temelli araçlar gibi iletişim teknolojileri, bugün küreselleşmenin en etkili araçları durumunda. Ve tüm bu teknolojiler dünya nüfusunun önemli bir bölümünün erişebileceği, kullanabileceği, insanlığın ortak sorunlarıyla yahut karşısına çıkan fırsatlarla ilgili bilgi alış-verişine girebileceği veya sosyo-kültürel etkileşime kolaylıkla girebileceği nitelikte. Tabii tüm bunlar hem küreselleşmenin hem de iletişimin bu dünyadaki rolü bağlamında olumlu yönleri."

"YALAN HABER VE YANLIŞ BİLGİ YAYMAK ÇAĞIN YENİ HASTALIĞI HALİNE GELİYOR"

"Madalyonun diğer yüzüne baktığımızdaysa iletişim teknolojileri, bunların kullanımındaki yaygınlık, bilgi ve veri üretiminin sınırsızca genişlemesi kendi açmazlarını da oluşturuyor. Her şeyden önce bugün hakikat, eskisi kadar rağbet gören bir olgu değil, maalesef. Diğer bir ifadeyle hakiki olandan çok popüler olan, işe yarayan, çıkarlara uygun olan bilgi rağbet görüyor. Yalan ve çarpıtma sıradanlaşmış ve hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış durumda. Sadece bu da değil, tüm dünyada bir yalan siyasetiyle karşı karşıyayız. Yalan haber, yanlış bilgi ve bunları yaymak hızla çağın yeni hastalığı haline geliyor.

Türkiye açısından stratejik iletişimin olmazsa olmazlarına gelirsek, bizim anlayışımız öncelikle her konuda hakikati, şeffaflığı ve milletimizin taleplerini el üstünde tutmaktır. Ülkemizin her türlü kaynağını, potansiyelini göz önünde bulunduruyor, bunların hak ettiği değeri görmesine odaklanıyoruz. Jeopolitik konumumuz, ulusal, bölgesel ve uluslararası politika önceliklerimiz, bu öncelikler doğrultusunda şekillendirdiğimiz kamu diplomasisi ve yumuşak güç araçlarımız stratejik iletişim anlayışımızın vazgeçilmez unsurları. Diğer taraftan iletişim alanıyla ilgili tehditlere ve sınamalara da hakkıyla karşılık verebilecek bir planlama ve kapasite artırımı çok önemli. Bunun için dezenformasyonla, yalan haberle etkin bir şekilde mücadele etmek için somut stratejiler ve araçlar ortaya koyuyoruz. 

Son olarak dijital terörizm tehlikesini gündeme getirdiniz. Dijital terörizm, bilinen terör faaliyetlerinden farklı olarak sanal dünyada gerçekleşen ve hedeflerine dijital platformlar üzerinden ulaşmayı amaçlayan kötücül faaliyetlerin tümü olarak adlandırılabilir. Ben dijital terörizmi kimi zaman örgütlü kimi zaman bireysel, kimi zaman da bizatihi bir takım devletlerin de işin içinde olduğu siber saldırılar, kara propaganda ve dezenformasyon saldırıları, radikalleşme, finansal saldırılar ve veri hırsızlığı gibi birçok alanda ortaya çıkabilecek karmaşık ve kötücül bir faaliyet olarak görüyorum. Bu faaliyetler bazen bir devleti, bazen bir kurumu, bazen de bir kişiyi hedef alabilir. Ve bu sadece ülkemizi değil, tüm dünyayı, tüm ülkeleri tehdit eden bir nitelik taşıyor. Dolayısıyla iletişim olgusu nasıl küresel dünyanın her türlü meselesine eklemlenen bir nitelik taşıyorsa, iletişim alanında ortaya çıkan yeni tehditler de aynı özelliği taşıyor."

Türkiye'deki dijital medya haberciliğinde gözlemlenen belirgin dezenformasyon sorunu, özellikle sosyal medya platformlarında doğruluğu teyit edilmemiş iddiaların yayılmasına neden oluyor. Örnek vermek gerekirse Narin kızımızla ilgili atılan binlerce tweet var, sosyal medya fenomenleri bile bu konuyla ilgili yayın yapıp X'teki doğruluğu teyit edilmemiş iddiaları sürekli gündeme getiriyor.

Bu sorunun çözümüne yönelik olarak çeşitli adımlar atılmakta olsa da, bireylerin ve kurumların etkileşim amacıyla etik değerleri gözardı etmesi, dezenformasyonla mücadelede önemli bir engel teşkil ediyor. Biliyoruz ki bu konu hakkında 'Enformasyon Savaşından Dezenformasyon Savaşına' isimli bir kitabınız da var...

Dezenformasyonla Mücadele konusunda etkili adımlar atılıyor fakat kişilerin ve kurumların etkileşim adına etik değerleri yok saymasına karşı daha etkili çözümler gerekiyor mu sizce?

"Dijitalleşmenin en olumsuz sonucu şüphesiz dezenformasyonun, yalan bilginin, kurgusal içeriklerin çok hızlı yayılması. Mark Twain’e atfedilen bir söz var; “gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı 3 kez dolaşır” diye. Yapılan araştırmalar da dezenformasyon ve türevlerinin yayılma hızının doğru bilginin yayılma hızından çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Yine uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan araştırmaların ortaya koyduğu bir diğer veriye göre, Türkiye dezenformasyona en fazla uğrayan ülkeler arasında. Bu fotoğraf bize ne anlatıyor? Yalanın sıradanlaştığını, doğru ve gerçeğin yerini hipergerçekliğin aldığını, hakikatin önemsizleştiğini gösteriyor."

"DEZENFORMASYONUN YOL AÇABİLECEĞİ TAHRİBATIN FARKINDAYIZ"

"Biz İletişim Başkanlığı olarak dezenformasyonun yol açabileceği tahribatın farkındayız. Başkanlığımız bünyesinde Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, 7 gün 24 saat esasına göre faaliyet gösteriyor. Hem ülkemizde hem de dünya ölçeğinde dezenformasyon içeren bilginin tespitini yapıyor, ifşa ediyor ve doğru bilgiyi kamuoyuyla paylaşıyor. Asrın felaketinde, İsrail’in Filistinlilere yönelik devam eden soykırımında Dezenformasyonla Mücadele Merkezimizin yalan yanlış haberleri, çarpıtılmış bilgileri, kurgusal içerikleri tespit ve ifşa ederek doğru bilgiyi ulusal ve uluslararası kamuoyunun dikkatine sunduğunu ifade etmeliyim.

Elbette dezenformasyonla mücadelede sorumluluk alan her kurumu ve kuruluşu takdir ediyoruz. Bununla birlikte dezenformasyona karşı, planlı programlı ve çok boyutlu mücadelenin gerekli olduğunu düşünüyoruz. İlgili kurum ve kuruluşlarımızın sorumluluk almalarıyla birlikte iletişim fakültelerinin özellikle medya okur-yazarlığı eğitimi konusunda rol almasını önemli görüyoruz.

Diğer taraftan vatandaşlarımıza da bu konuda sorumluluk düşüyor. Çünkü dezenformasyonun temel hedefinde vatandaşlarımızı yalan bilgiye, dezenformasyona inandırmak var. Dolayısıyla vatandaşlarımızın dezenformasyona karşı uyanık olması gerekiyor. Önüne düşen her içeriği doğru kabul etmemek, doğruluğundan emin olmadığı hiçbir bilgiyi paylaşmamak, çevresini dezenformasyon konusunda uyarmak bir sorumluluk olarak kabul edilmelidir. Dezenformasyona karşı topyekün mücadele ederek hakikate sahip çıkabiliriz. Biz hakikatperver bir medeniyetin varisleri olarak ülkemiz başta olmak üzere gönül coğrafyamız ve dünyayı etkileyen her meselede bu mücadeleyi sonuna kadar verdik, vermeye de devam edeceğiz."

Sosyal medyada ırkçılık konusunda gelişmeleri takip ediyorsunuzdur. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu konuda sıklıkla uyarılarda bulunuyor, hatta “Irkçılık tuzağının merkez üssü sanal alemdir” şeklinde tespitlerde bulunuyor. Irkçılık artık bir psikolojik harekât silahı olarak mı kullanıyor? Uyarılarınız olacak mı?

"Esasında bugün dijitalleşme-dezenformasyon-ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi gibi olgular birbirinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Dijitalleşme dezenformasyonu kolaylaştıran ve hızla yayılmasına olanak sağlayan bir vasıta. Dezenformasyonla ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve hatta terör gibi insanlık suçları görünür hale geliyor. Daha doğru ifade etmek gerekirse ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yapan, İslam karşıtlığını tırmandıranların tamamı dezenformasyona başvuruyor. Dezenformasyonla hem görünür hale geliyorlar, propaganda yapıyor hem de destekçi topluyorlar. Bu kötücül odakların görünür olmak ve propaganda yapmak için başvurdukları dezenformasyon hayatımıza nasıl yansıyor peki? Bazen masum insanların saldırıya uğramalarına neden oluyor, bazen katledilmelerine… İnsanların iş yerleri ve evleri basılabiliyor. Dünyanın her tarafında bu vahim olayların yaşandığını görüyoruz."

"BU İKİ YAKLAŞIM HERKES İÇİN İBRET VESİKASI OLMALI"

"Fakat ben size ibretlik bir örnek vermek istiyorum. Narin kızımız katledildi. Bu trajedi karşısında sarsılmayacak insan olamaz. Ama bu süreçte sosyal medyada şöyle paylaşımlar gördük. Kızcağız Kur’an kursu dönüşü katledildiği için Kur’an kurslarının kapatılmasını isteyen ve cinayetten dindar insanları sorumlu tutan bağnaz bir kesim gördük. İşte bu İslamofobidir, İslam düşmanlığıdır. Bir diğer kesimse Narin kızımızın Diyarbakırlı olmasından hareketle Kürt kardeşlerimizi hedef aldı ve cinayetten Kürtleri sorumlu tutacak bir akıl tutulması örneği sergiledi. İşte bu da ırkçılıktır. Enteresan olansa bir taraftan Kürt vatandaşlarımızı hedef alan ırkçılarla sözüm ona Kürtlerin hakkını savunduklarını ileri sürenler İslam düşmanlığında buluşuyor. Ve ırkçılıktan beslenen bu yapılar vasıta olarak dijital mecraları kullanıyor. Siyasi saiklerle olayı istismar eden vicdan yoksunlarını bir tarafa bırakarak sadece bu elim hadiseyle ilgili kötücül iki grubun gösterdiği yaklaşım herkes için ibret vesikası olmalı. Bu mahfillerin ayan beyan kötülük olan bu faaliyetleri hangi motivasyonla yaptıkları açık. Bu yüzden bilgi güvensizliği, dezenformasyon, yalan haber artık iletişim faaliyetlerinin çok ötesine geçerek milli güvenlik meselesi haline gelmiştir. Vatandaşlarımız, önünü arkasını bilmedikleri bu tür kötücül faaliyetlere karşı uyanık olmalı, bu şebekelerin iletişim faaliyetleriyle birliğimize beraberliğimize kastetmesine bilerek ya da bilmeyerek destek olmaktan kaçınmalıdır. Bu yapıların kimi zaman bir beğeniyi, bir paylaşımı bile kar hazinesine yazdığını bilmekte fayda var."

"MÜCADELEMİZ HAKİKAT MÜCADELESİ"

Mücadelenizi 'Hakikat mücadelesi' olarak tanımladığınızı okumuştum. Türkiye'ye karşı dezenformasyon kampanyalarının arka planında ne var? Bir de ülkemiz içerisinde sürekli bilgi kirliliği ile oluşturulmak istenen sanal gündeme karşı bakışınız nedir?

"Mücadelemizi hakikat mücadelesi olarak tanımlamamız her şeyden önce hakikatin uğruna mücadele edilmesi gereken ulvî bir şey olduğu inancına dayanmaktadır. Bu inancın temel dayanağı ise günümüzde hakikatin tehlikede olması, hakikatin yerini imaj ve algıların, yalan ve kurmacaların almasıdır. Merkezinde hakikatin değil, sanal tahakkümün olduğu bir dünyada yaşıyoruz artık. Sanal üretim, sanal tüketim hatta aşırı tüketim ve bunlara bağlı olarak da gevşeyen, esnekleşen insan ilişkileri… Tüm bunlar dezenformasyon kampanyalarının etkisi ve gücünü artıran faktörler. Bu yüzden, yukarda da vurguladığım gibi dezenformasyonla mücadele çok yönlü ve sürekli olmak zorunda. Anlık ya da arızî durumlara karşı değil çok yönlü, çok katmanlı bir mücadeleden söz ediyoruz.

Çağımızın, maalesef, karanlık tarafını oluşturan hakikat krizi ve bilgi kirliliğine en çok ülkemizin maruz kalması ise Türkiye’nin bölgesel ve küresel konumuyla ilgili bir şey. Zira son yıllardaki gelişmeler de göstermektedir ki, Türkiye etki ve nüfuzuyla sadece sınırlarıyla mahdut bir ülke değildir. Bölgesel ve küresel sorunların çözümüne katkı sunan, uluslararası aktörlerin yetersiz kaldığı durumlarda proaktif bir şekilde çözüm üreten bir ülke. Rusya-Ukrayna savaşındaki yapıcı rolü bunun en net ve somut örneği.

Ayrıca İsrail’in Gazze’ye saldırı başlattığı ilk günden itibaren gerek insani diplomasi kapsamında bölgeye yardım gönderilmesi, gerek diplomatik yollardan saldırıların sona erdirilmesi amacıyla bölgesel ve küresel ölçekte girişimlerde bulunduk. Ancak İsrail’in saldırılarının Filistinlilere yönelik yok etme girişimi olduğunun ortaya çıkması ile birlikte de İsrail’in durdurulması ve yöneticilerinin yargılanmaları yönünde çalışmalar yaptık.

Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlar ile İsrail üzerinde nüfuzu olan devletlerin yönetimleriyle saldırıları durdurmaları için görüşmeler gerçekleştirdik. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın birebir görüşmelerde olsun, telefon diplomasisinde olsun yaptığı çalışmalar, Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın gösterdiği çaba hep bu amaca matuftu. Diplomatik girişimleri sürdürürken diğer taraftan yaptırım uygulayarak İsrail ile ticareti durdurduk.

Diğer taraftan İslam İşbirliği Teşkilatı’nı harekete geçirdik. İstanbul’da İİT Olağanüstü Enformasyon Bakanları toplantısını gerçekleştirdik. Toplantıda, istilacı ve işgalci İsrail’in katliam ve vahşetlerini dezenformasyon kampanyalarıyla örtme çabalarını uluslararası kamuoyunun dikkatine sunduk. İsrail’in dezenformasyon kampanyalarına karşı etkili bir şekilde mücadele etme idaresi ortaya koyduk.

Türkiye’nin uluslararası alanda bu yapıcı, önalıcı ve önaçıcı yani istikrarlaştırıcı gücünden rahatsız olan birtakım mahfiller Türkiye’yi engellemeye çalışıyor. Türkiye’nin içine kapanması, kendi suni gündemi ve açmazlarına mahkum olması isteniyor. Türkiye - çok şükür- demokratikleşme ve kalkınma başta olmak üzere son yıllarda kendi sorunlarını hızla çözen ve birçok alanda dünyaya öncülük eden bir marka haline geldi. Ülkemize yönelik itibar suikastı ve bilgi kirliliği çabalarının merkezinde bundan duyulan rahatsızlık, Türkiye’nin uluslararası etkin bir aktör olmasını engelleme çabaları var. Fakat bu çabaların beyhude olduğunu da biliyoruz. Türkiye, önüne hangi engel çıkarılırsa çıkarılsın adım adım hedefe doğru yürüyüşünü sürdürüyor ve sürdürecek."

BRICS, Türkiye için neden önemlidir? Türkiye’nin BRICS’ten beklentileri için ne söylemek istersiniz…

"Türkiye-BRICS ilişkileri yeni değil. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı sıfatıyla 25-27 Temmuz 2018 tarihlerinde Johannesburg’da gerçekleştirilen 10. BRICS Zirvesi marjında düzenlenen “BRICS+” Oturumu’na katılmıştı. 22-24 Ekim 2024 tarihinde de Rusya’nın Kazan şehrinde düzenlenen 16. BRICS Zirvesi’ne katılan Sayın Cumhurbaşkanımız, BRICS+ oturumuna iştirak ediyor. Cumhurbaşkanımız bu kapsamda bazı ülkelerin cumhurbaşkanlarıyla, devlet başkanlarıyla da ikili görüşmeler gerçekleştirecek. Ayrıca 10-11 Haziran 2024 tarihlerinde Nijniy Novgorod’da düzenlenen BRICS Dışişleri Bakanları Toplantısına Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan katılarak Gazze’nin durumu ve İsrail sorunu hakkında görüşlerimizi ve beklentilerimizi dile getirmiş, Türkiye’nin BRICS ile işbirliğine verdiği önemi vurgulamıştı."

"BRICS İLE ORTAK NOKTALARIMIZ ÇOK FAZLA. BİRLİĞİN BİZE SAĞLAYACAĞI FAYDALAR VAR"

"Krizlerin, kırılmaların bölgesel boyuttan küresel ölçekte etkin olmaya başladığı bir dönemde her ülke siyasi, ekonomik ve güvenlikte işbirlikleri arayışında. Krizlerin ve kırılmaların birincil müsebbibi, küresel aktörler. Bu aktörlere karşı alternatif bir birlik olarak ortaya çıkan BRICS üyesi ülkeler, kalabalık nüfusları, zengin enerji kaynakları ve güçlü sanayileriyle bir güç merkezi konumundalar. Ayrıca yeni bir ortak ödeme platformu, yeni rezerv para gibi önemli başlıklar birliğin gündeminde. Biz Türkiye olarak, doların bir silah olarak başka ülkelere karşı kullanılmaya başlanmasından sonra bu konuda alternatif arayışlarına girmiştik. İkinci konu, uluslararası sisteme özellikle adalet perspektifinde eleştiriler getirerek sistemin değişmesi gerektiğini yıllardır her platformda dile getiriyoruz. Dolayısıyla BRICS ile ortak noktalarımız çok fazla. Birliğin bize sağlayacağı faydalar var, Türkiye olarak birliğe sağlayacağımız imkanlar var. Karşılıklı fayda temelinde üyelik elbette mümkündür.

Türkiye olarak biz, Sayın Cumhurbaşkanımızın vizyonu doğrultusunda dış politikada seçenekleri değerlendirmek ve alternatifleri hazırda tutmak zorundayız. Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarları, ülkemizin ve milletimizin güvenliği hangi adımları atmayı gerektiriyorsa o adımları bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de atmaya devam edeceğiz."

EN ÜZÜLDÜĞÜ VE EN MUTLU OLDUĞU AN!

6 yılı aşkın bir süredir İletişim Başkanlığı görevini yürütüyorsunuz. Görev alanınızla ilgili görüşlerinizi kamuoyuyla paylaşıyorsunuz, müsaade ederseniz, kişisel hayatınıza dair de merak ettiğimiz, okuyucularımızın merak ettiği sorularla devam etmek istiyorum. Görev sürenizde en üzüntü duyduğunuz, ve en mutlu olduğunuz anı sorsak...

"En üzüntü duyduğum olay hiç kuşkusuz 6 Şubat depremiydi… Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir felaket… Bir gecede on binlerce insanımızı kaybettik. Daha fazlası ise evsiz kaldı. Haberi aldığımızda şahsen yaşadığım acıyı tarif etmemin imkânı yok. Ülke olarak Asrın Felaketi’nde gerçekten çok acı bir tecrübe yaşadık. Diğer taraftan bunun bizim için şöyle de bir boyutu var: Bulunduğumuz görevin gerektirdiği sorumluluğun ağırlığını hakiki manada böyle zor zamanlarda daha yakinen hissediyoruz. Ve böyle zamanlarda kendi acılarımızı, kendi duygularımızı bir yana bırakıp derhal işe koyulmamız gerekiyor. Nitekim bütün çalışma arkadaşlarımızla tam olarak bunu yapmaya gayret ettik. Gerek devletimizin ilgili birimleriyle iletişim koordinasyonunu sağlama noktasında olsun gerekse İletişim Başkanlığı’nın uhdesinde yer alan görev alanlarında olsun, mesai mefhumunu unutarak elimizden geleni yapmaya çalıştık. Hatta diyebilirim ki, İletişim Başkanlığı olarak kriz iletişimi anlamında en iyi yönettiğimiz ve en anlamlı sürecin başında Asrın Felaketi’nin hemen akabinde yaptığımız işler geliyor. Bunlar elbette sorumluluğumuzun bir gereği. Hamdolsun, millet ve devlet olarak felaketin ilk saatlerinden itibaren hızla kenetlendik, acılarımızı ve yaralarımızı hızla sarmaya çalıştık. Şimdi de bölgenin yeniden ihya ve inşası için devletimiz tüm imkânlarıyla sahada ve bu konuda da bir hayli mesafe kat ettik. Devlette sorumluluk sahibi insanlar olarak bu tür elim hadiselerde bir kez daha “Allah devletimize zeval vermesin” diyor ve aziz milletimizle bir kez daha gurur duymaktan kendimizi alamıyoruz.

Burada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum: Böyle felaket anlarında Sayın Cumhurbaşkanımızın dirayetli liderliğini, felaketin ilk anından itibaren süreci nasıl soğukkanlılık ve beceriyle yönettiğini müşahede ettik. Bu durumlarda Sayın Cumhurbaşkanımızın asla paniğe kapılmadan süreci nasıl koordine ettiğini hep birlikte tecrübe ettik.

En mutlu olduğum anın ise Sayın Cumhurbaşkanımızın 2023 seçimlerindeki zaferi olduğunu söyleyebilirim. Zira 2023 seçimleri gerçekten de millet ve devlet hayatımızdaki en kritik, ulusal ve uluslararası parametreleriyle çok farklı sonuçlar doğurabilecek bir seçimdi. Özellikle uluslararası planda yürütülen dezenformasyon kampanyalarına ve ekonomik saldırılara rağmen Türk demokrasisinin rüştünü bir kez daha ispat ettiği bir seçim oldu. Bu anlamda ben 2023 seçimlerini Türkiye’deki demokrasinin geldiği seviyeyi göstermesi açısından da çok önemsiyorum. Zira aksi bir senaryoda millet ve devlet olarak şimdi başka şeyler konuşuyor olabilirdik. Aziz milletimizin feraseti ve Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğiyle Türkiye, Türkiye Yüzyılı hedefleri doğrultusunda kutlu yürüyüşüne devam ediyor."

"CUMHURBAŞKANIMIZLA İLK KEZ 10 YIL ÖNCE GÖRÜŞMÜŞTÜM"

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilk tanıştığınız anı ve yılı hatırlıyor musunuz?

"Sayın Cumhurbaşkanımızla ilk kez 10 yıl önce bir üniversite hocası ve bir stratejik düşünce kuruluşunun yöneticisi olarak görüşmüştüm. O günden bu göreve atandığım 2018 yılına kadar farklı dönemlerde Türkiye ve dünya siyasetine ilişkin hazırladığımız rapor ve araştırma sonuçlarını kendilerine takdim ettik. O sunumlar sürecinde Sayın Cumhurbaşkanımızın akademik projelere, kamuoyu araştırmalarına, stratejik raporlara verdiği önemi bizzat görme, onun süreçlere yönelik kritik müdahalelerine şahitlik etme imkanımız oldu."

84 milyon vatandaşı ilgilendiren, hatta küresel bazda konuların ele alındığı toplantılara katılıyorsunuz. Kabine ve güvenlik planlamalarının yapıldığı çok kritik görüşmelere eşlik ediyorsunuz. Bunun mental ağırlığıyla nasıl başediyorsunuz?

"Burada tabii ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın “Aşkınan çalışan yorulmaz” mottosu bizim çalışma prensibimizin temelini oluşturuyor. Bu bizim çalışma azmimizi, enerjimizi daha fazla artırıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın çalışma temposunu, milletimize hizmet etme şevkini gördükçe, o çalıştıkça biz de kendimizi daha fazla çalışmak zorunda hissediyoruz.

Yazmaya, elbette okumaya vakit ayırmaya devam ediyoruz. Kitaplara ve kütüphaneme de özel bir ilgi gösterdiğimi belirtmeliyim. Yeni çıkan yayınları, özellikle de akademik kitapları takip etmeye çalışıyorum. Aynı zamanda sahaflara, sahaflardaki nadir ve nadide kitaplara karşı büyük bir ilgim var. Sahaflardan düzenli bir şekilde kitap alıyorum. Dolayısıyla gerek aktüel gerekse de sahaflardan aldığım kitaplarla kurduğum, naçizane, geniş bir kütüphanem var. Bu kütüphanede de vakit geçirmek bana enerji ve motivasyon anlamında çok katkı sağlıyor diyebilirim. "