Ben olsam ben de öyle güzel bir isim olmalı ki, böyle güzel bakışlara ancak o kadar yakışmalı derdim. Böyle bir mücevheri elden sakınır kimselere göstermezdim, zamanın neler getireceği, neler söyleteceği belli olmuyor tabi. Kim bilebilir yaşanılabilecek en zor hayatlardan birini yaşayıp daha sonra herkesin göz bebeği olacağını, dinleyenin ağzını uçuklatıp ” Yok artık. ” dedirtecek kadar güzel, kaç kere başa sardığını hatırlayamayacak kadar kederli şarkılar yapacağını? O adı kadar emindi diye hissediyorum bu durumdan, kendinde var olan bir başka yadigarın çoktan farkına varmıştı diye düşünüyorum. Onu mahveden bu hikayenin peşinden bizi de sürüklemek için sayfalara kilitlemez, bal sesiyle büyülemez ve ağzımıza mühürlemezdi yoksa.
İyi ki ” El adamı delikanlı, aşkın cezam mı? ” derken, başını eğmemiş de bize de öğretmeye kalkmış o dipten yukarı çıkarken aynada yüzümüzü hazırlamayı tel tel ayrı ayrı toplamayı. İyi ki. O ününe ün katarken ben nerelerdeydim bilmiyorum ama doksan altı yılında narkotik şube tarafından alınıp üstü başı, köşesi bucağı aranan Yadigar’ın yüzünü çok iyi hatırlıyorum. Hiçbir şarkısını bilmiyorum tabi ki, birilerinin onu kurtarmaya çalıştığını birilerinin de kötü bir örnek teşkil ettiği için daha da yerin dibine batmasını istediklerini unutmuyorum. Bir de ” Delikanlım ” var hakkında çok şey söylemek istiyorum, sonra şarkının içinde başka bir sürü şarkının olduğunu hatırlayınca bana susmak kalıyor o sırada. Şarkı kendini çalıyor, aklımı çalıyor.
Bu günlerde ben adına ” Beşinci kutsal kitap ” diyorum, ki ne desem ne yazsam yetmeyeceğini biliyorum. Hani kendisi de sevgilisine ” Hiçbir şarkı layık değil, hiçbir söz anlatır değil. ” diyordu ya bir şarkısında, ben de Aşkperest için aynı şeyleri düşünüyorum. ” Hiçbir şarkı layık değil, hiçbir söz anlatır değil. ” Gitgide içimde büyüyor Tilbe, yüzüme doğuyor, kalbime işliyor tutamıyorum o yıllarda. O güzelleşiyor bense serpiliyorum o sırada, iki binli yılların başı diye hatırlıyorum. ” Gülüm ” diyor, ekliyor sonra ” gönlüm açık yollarına, dikenine dallarına, aşkın kurban olsun sana. ” Ben oracıkta delirmemek için kendimi zor tutuyorum, bir kadın en fazla sığınabilir bir adama diye düşünürken o aralar, bir kadın gönlünün yollarını açıp her şeyi feda edebileceğini söylüyor aşkıyla kutsadığı cılız bir adama. Doğru ya, ” AÇILIP SONSUZ KERE YOLUNA GÜLLERİM, KOPARIP ATSAN DA SOLMAZ GÖNLÜM, NAFİLE! ” diyen bir kadın bunu da hayli hayli der, hatta ikiye bile katlar.
Öyle vuruyor adamı Tilbe BAM BAM! alnının ortasından, kalbinin en uzak haritasından. Baktı ki olmuyor o yüce aşkı avuçlarıyla ezmeye kalkıyor başka bir adam, ” YÜRÜ ANCA GİDERSİN! ” diyor Tilbe, ben de tabi kendimi o sıralar güzel bir baharın kollarına bırakıyorum, on beşinci yaşımın avareliğini yaşıyorum. Çocuk muyum adam mıyım? belli değil, cesur muyum korkak mıyım? tarifi mümkün değil. Bir o yana bir bu yana sallanıyorum, yolumu arıyorum kalabalığın ortasında. Beni benden alıyor yine o güzel sesi, o güzel şarkıları. ” Çabuk olalım aşkım, her şeyi paylaşalım. ” diyen bir ses duyuyorum radyoda, onu da ancak Tilbe yazabilirdi başka kim olacak? Her şeyi paylaşmak istiyorum ama ortada yine kimse yok, ben daha aynada kendini incelerken kime nefret duyacağını bilmeyen bir çocuk, kaptırmışım acılı şarkılara delikanlılığımı da olmayan bir aşkın kederini çekiyorum içime, yasını tutuyorum.
Ne komikmiş. Neyse herkesten gizlediği bir hastalığın korkusuyla kaçmış ve saklanmış sevenlerinden Tilbe sonraları. Allahtan kurtuldu da şarkıları sahipsiz bırakmadı, ayrılıkları anlamsız, heyecanları kutsalsız bırakmadı. İyi ki direndi de tırnak uçlarına kadar acıtan bir aşkı anlattı hepimize durmaksızın. Öteki olmayı içine çeke çeke köşede durmayı, haddi hududu arşınlayıp itilip kakılmayı, aşk bekçisi bir kadın nasıl orta yerinden çatlayıp kimseye söylemez başkasının kocasına aşık olup yerlerde süründüğünü, nasıl keser de bıçak gibi her yerini bu acı kimseye belli etmez, iyi ki öğretti biz bilmemişlere. Yırtıp çöpe atmasa kaç kişinin ölümüne sebep olacak şarkıları iyi ki çıkarmadı gün yüzüne, yoksa hiçbirimizin yüreği onunki kadar güçlü değil bilirim.
Bu gün ezebere bildiğim tek bir şey var o da ” Aşkperest ” üstüne basa basa sözlerin, bağıra çağıra söyleyebildiğim tek şey Aşkperest. Kaç kere aşık olabilir bir insan? Kaç kere kendinden vazgeçip yine aynı belaya sığınabilir? Bilmiyorum. Şimdi değiştirilemeyeceğini bildiğim tek gerçek, bir kere Yıldız Tilbe olabilir bir insan. Hiç kere aynı yerde durabilir ve aynı kuvvetle sevebilir, saçlarının boynuna geçse ipek sicim ancak o durumda dar ağacı belleyebilir sevgilisinin gömleğinin bir ucunu. Şu an ” Yar ” çalıyor, devam edemiyorum.